Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» Web Ailem Dostuk Sevgi Forumları »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Paylaşmak İstediklerim ::.. => Hikayeler & Öyküler => Konuyu başlatan: Fatih - Ocak 28, 2014, 11:07:29 ÖÖ

Başlık: Komşu
Gönderen: Fatih - Ocak 28, 2014, 11:07:29 ÖÖ
(http://www.sizinti.com.tr/img/spotimg/420/5897.jpg)

Bir haziran öğlesi… Kurbanın ikinci günüydü. Ankara sokakları boğucu bir sıcağa teslim olmuştu. Bir önceki gün, öğleden sonra yağan yağmur şehri yıkamıştı. İnsanlar bayramlıklarını ilk günün telâşından sonra giymişlerdi. Apartman araları cıvıl cıvıldı. Çocuklar neşeyle koşuşturuyordu. Ailece bayram ziyaretlerine gidiliyordu.

Daha arife günü iğne atsan yere düşmeyen Çıkrıkçılar Yokuşu, sinek uçsa kanat sesi işitilecek kadar tenhaydı. Mağazalar kapalıydı, kaldırım üstüne tezgâh açan işportacılar ortalıktan çekilmişti.

Aslanhane Camiî tarafından gelen iki kişi Çıkrıkçılar Yokuşu'ndan aşağı iniyordu. 27-28 yaşlarında çelimsiz iki gençti bunlar. Biri yalpalaya yalpalaya yürüyordu. Öbürü külhanbeyi gibi efelene efelene adım atıyordu. Göz ucuyla çevreyi kolaçan ediyorlardı. Bir çocuk yeni bisikletiyle yanlarından geçti, aldırmadılar. Bir meczup çöp varillerini deşiyordu, takılmadılar. Doğruca, vaktiyle bol bol girip çıktıkları bir mağazanın önüne vardılar. Etrafa şöyle bir göz atıp anahtarla kapıyı açtılar. Sonra içerden kapattılar. Benzin bidonlarını elleriyle koymuşçasına buldular.

Benzini rastgele boşaltmaya başladılar. Damlası kalmayıncaya kadar yerlere ve kumaşların üstüne serptiler. Daima lavanta karışımı kumaş kokan mağaza, yağlı benzin kokusuna boğulmuştu. İkisinin de genzi yandı. Birkaç defa öksürdüler, mideleri kalktı.

Külhanbeyi tipli olanı cebinden kibrit çıkardı ve…

2.

Etraftan göğe simsiyah bir dumanın yükseldiği görüldü, sonra alevlerin etrafı yalayışı. Peşi peşine gelen itfaiye sirenleri ve koşuşturan insanlar ortalığı velveleye verdiler.

Yükselen dumanlar, Ankara'nın hemen her yerinden görülebiliyordu. Esnaflar birbirlerini aradılar: "Neler oluyor, bu da neyin nesi?" Bayram, öksüz bir çocuk gibi köşesinde kalakaldı. O ıssız Çıkrıkçılar Yokuşu bir ânda mahşer yerine döndü. Ancak elden ne gelirdi? Alevlerle baş etmek kolay mıydı?

En çok çırpınanlar, mağazaları yanan esnaflardı. Bütün malları yanıp kül olmuştu. Ağlayıp dövünüyorlardı. Onları o vaziyette görenlerin içi parçalandı. Birkaç kişi teselliye çalıştı. "Bunları alan Allah daha fazlasını verir. Tasalanma!" dediler.

Yaklaşık yüz dükkân, içindekilerle birlikte yanmıştı. Gerçi birçoğu sigortalıydı iş yerlerinin. Ama yine de, kayıpları büyüktü.

3.

Acemi kundakçılar benzini fazla kaçırınca mağazada yoğunluk meydana gelmişti. Kibritle birlikte infilâk oldu. Kundakçılar sağa sola savruldular. Yangın onları da sardı. Ateş etrafı sararken onlar ancak yaralı olarak kaçabildiler. Ateşin temas ettiği derileri su toplamış, yer yer patlamıştı. Yanık acısına dayanamayınca palas pandıras Numune Hastanesi'nin aciline koştular.

Sağlık ekipleri tedavileriyle uğraşırken görevli polisler tetikteydi. Az ötelerindeki yangından elbette haberleri olmuştu. İlk müdahaleleri yapılır yapılmaz yaralıların ifadelerini aldılar. Daha işin başında yollar çatallaşıverdi. Cevapları çelişkiler yumağıydı. Yakayı ele verdiklerini ve paçayı sıyıramayacaklarını anlayınca, bülbül gibi şakıyıverdiler.

İddialarına bakılırsa kendilerini mağazanın sahibi tutmuş, avans bile vermişti. Bunu derken ceplerindeki kavrulmuş paraları gösterip; "İşte bunları da o verdi." diyorlardı. Kalanını da Ankara Kalesi'nden alevleri seyrederken ödeyecekmiş. Polis, bu iddiayı yabana atamazdı. Zîrâ "sit alanı" olan bölgede evveliyatta benzer hâdiseler yaşanmıştı. Bazı uyanıklar bu yola tevessül edebiliyorlardı.

4.

Kundakçıların sözünü ettiği mağaza sahibi, hesabınca hem bayramda elinde kalan malların bedelini sigortadan alacak, hem köhnemiş dükkânın yerine modern bir bina dikecekti. Maksadının aksiyle tokat yemişti. Şimdi insanların onun hakkındaki acıma duyguları yerini kınama ve nefrete bırakmıştı. Aralarında ona yardım toplamayı düşünürlerken hakkında tazminat davası açmayı kararlaştırıyorlardı. Sigortadan paralarını alacaklarına kani olunca işin peşini kovalayan çıkmadı. Nasıl olsa sigorta acenteleri işi koyuvermezdi.

Adamın hapiste arayıp soranı olmuyordu. Ancak ziyanı yoktu. Hiç olmazsa ezilecek bir böcek gibi üstüne çevrilen nazarlar yoktu içerde. Yoktu yok olmasına da, adam bir türlü sükûna kavuşamıyordu. Sanki el kadar yüreğini buldozerle eziyorlardı. Sanki damarlarındaki kanı boşaltıp yerine pıtrak doldurmuşlardı.

Yaptığına yapacağına çoktan pişman olmuştu adam. Ama iş işten geçmişti. Alnına kara leke çalınmış, "sahtekâr" damgasını yemişti çoktan. Piyasadaki itibarı iki paralık olmuştu. Bu işten sıyırsa bile, bundan böyle ticarette dikiş tutturamazdı.

Öte yandan, hakkında peşi peşine tazminat davası açılmasını bekliyordu. En azından sigortası olmayanlar, zararlarını tazmin için uğraşırlardı. Hâlbuki elinde avucunda bir şeyciği kalmamıştı.

Gardiyanı her gördüğünde kötü bir haber verecek diye içi titriyordu. Çektiği vicdan azabı da cabası. Bayramı zehir etmişti insanlara. Yüreklerini ağızlarına getirmişti. Kaç hafta boyunca çarşı kapalı kalacaktı şimdi. Binlerce insan ekmek yiyordu oradan. Bunları düşündükçe cendereye girmiş gibi oluyor, geceler boyu uyku tutmuyordu. Mahpushanenin tozlu battaniyesini başına çekip, "Allah'ım ben ne yaptım! Allah'ım ben ne yaptım!" diye sızlanıyordu.

Günleri kaynar kazana girmiş gibi geçerken korktuğu başına geldi. Gardiyan kötü haberi getirdi. Çarşı esnafının ileri gelenlerinden Mustafa Bey gelmişti. Adamcağızın para kasasındaki kıymetli evrakları ve nakit parasına kadar neyi varsa kül olmuştu. Yangından sonra, bari bunlar kalmış olsun diye titreyen parmaklarla kasayı açtıklarında feci manzarayı görmüşlerdi. Çelik iyice ısınınca kızgın bir fırına dönmüş, içindekileri kavurmuştu. Daha el değer değmez hepsi un ufak oluvermişti.

Mağaza sahibinin beklediklerinden biri Mustafa Bey'di. Zîrâ en çok zarara uğrayanlardan biri oydu. Üstelik dükkânı sigortalı değildi. Mutlaka zararının karşılanmasını isteyecekti.

Mağaza sahibi ilgisizmişçesine: "Kimseyle görüşmek istemiyor de!" dedi gardiyana.

O: "Sen bilirsin." deyip işine baktı. Mustafa Bey'in boynunu büküp döneceğini sanmıştı. Ancak o ısrar ediyor: "Onunla görüşmem lâzım. Aksi takdirde şuradan şuraya adım atmam." diyordu. Görevliler çıkışınca: "Aramızda hak-hukuk meselesi var, mutlaka konuşmam lâzım." diye diretiyordu.

Mustafa Bey'in kararlılığını gören gardiyan tekrar koğuşa gitti: "Kardeşim adam böyle böyle diyor, hak-hukuk varmış aranızda, git görüş!" dedi. Mağaza sahibi, Mustafa Bey'in tuttuğunu kopardığını iyi bilirdi. "Görüşmeden gitmem." demişse ne yapar eder görüşürdü. Çaresiz çıktı dışarı.

Mustafa Bey gayet sakin, hattâ mahcuptu. Adama elini uzattı:

— Komşu kusura bakma, daha erken gelemedim. Başımıza bir musibet geldi. Ne yapalım, takdir-i İlâhî böyleymiş. Cümlemize geçmiş olsun.

Adam bu yumuşak girişe şaşırmıştı. Arkasından gelecek çıkışı bekliyordu. Acaba nasıl bir hamlede bulunacaktı Mustafa Bey? İşin hukukî usullerini öğrenmişti şüphesiz.

Mustafa Bey kendi dünyasındaydı. Aynı tonda devam etti:

— Komşu, ben senden özür dilemeye geldim.

Adam afalladı. Kendisiyle eğleniyor sandı. Neden özür dileyecekti ki? Zihnini yokladı. Karıştırdı karıştırdı, hiçbir sebep bulamadı. Gerçi Mustafa Bey farklı tavırları, farklı mantık yürütüşüyle herkesi şaşırtırdı. Ama ortada çok mühim bir iş vardı. Laf ebeliği yapmanın zamanı değildi. Adam, karşısındakinin yüzüne tuhaf tuhaf baktı. Mustafa Bey izah etti:

— Biz seninle kaç yıldır kapı komşusuyuz. Ama ben sana karşı komşuluk vazifemi yerine getiremedim, hakkını helâl et!

Adamın dili, konuşmanın, korktuğu zeminden uzaklaştığını sezmenin de verdiği rahatlıkla çözülmeye başladı:

- Estağfurullah Mustafa Bey. Benim ne hakkım olacak sende. Hepinize ben zarar verdim, esas siz hakkınızı helal edin!

- Yok yok komşum senin sandığın gibi değil. Ben komşuluk vazifemi yerine getiremedim. Sana hakikati anlatamadım, anlaşılan iyi örnek de olamamışım. Eğer olmuş olsaydım, ne sen böyle bir yola tevessül ederdin, ne de biz bu zarara uğrardık. Ben sana doğru yolu göstermekten âciz kaldığım için belâ hepimize isabet etti. Dolayısıyla bunlar benim yüzümden oldu. Senden yanan dükkânımla ilgili hiçbir talebim yok. Sadece hakkını helâl et kâfi!

Mustafa Beyin böyle demesi adamı eritip bitirdi. Ne diyeceğini şaşırdı. Onu çok iyi tanıdığı için sözlerinin altından başka bir şey çıkmayacağından emindi.

Mustafa Bey ayrılınca rahatlayacağını sanmıştı adam. Ancak konuştuklarını tekrar tekrar hatırlayınca insanlığından utandı. Pişmanlığı bir kat daha arttı. "Ben ne yaptım Allah'ım, ben ne yaptım? Kimlere zarar verdim!" diye bir ömür boyu mırıldandı durdu...
Başlık: Ynt: Komşu
Gönderen: Rüya. - Temmuz 10, 2014, 11:48:01 ÖÖ
Emeğine Sağlık, Paylaşım İçin Teşekkürler gull
Başlık: Ynt: Komşu
Gönderen: Kuskün Çiçek - Şubat 26, 2017, 11:26:07 ÖÖ
 eys bravoo bravoo
Başlık: Ynt: Komşu
Gönderen: Özgür Kız - Eylül 30, 2018, 01:20:25 ÖS
 eys