Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» İslami Dini ve Türk Tarihi »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Türk ve İslam Tarihi ve İz Bırakanlar ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Şubat 25, 2014, 03:23:11 ÖS

Başlık: Azamet Devrinde Osmanlı Devleti'nin Dünya Siyaseti
Gönderen: Fatih - Şubat 25, 2014, 03:23:11 ÖS
Fernand Grenard, Osmanlı Devleti'nin kuruluşu için: “Bu yeni imparatorluğun kuruluşu, insanlık tarihinin en büyük ve en şaşılacak vak'alarından biridir” der ve devam eder: “Onların kaderlerindeki en büyük fevkalâdelik başlangıçları oldu; böylesine büyük bir netice için pek küçük olarak işe başladılar. Ama bir defa iktidarları yayılıp, sağlamlaştıktan sonra, girdabın içinde tek sabit nokta oldular. Onlar yarımadada rüzgârın tesiriyle oradan oraya dalgalanan muhtelif unsurları etraflarında toplayan bir cazibe çekirdeğiydiler”(1).

Söğüd'ün bağrında sessiz sedasız çimlenen bu filiz kısa zamanda etrafına dal budak saldı ve kökleşti. Öyleki Avusturya elçisi Busbecg'in ifadesiyle “karşılarına çıkmanın çılgınlık sayıldığı bir güç” haline geldiler.

Dünyânın dört bir tarafında başaklar verecek olan bu muhteşem devletin tohumları alp-erenler, gazi-dervişler ve garip-yiğitler tarafından atılmıştır. Onların çile ve ıztırapları, alın terleri, gözyaşları bir cihan devletinin temeli ve harcı olacaktır.

Uç ananesi daimî gazâ, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunun ve yükselişinin dinamik âmilleridir. Onlar bu uç-gazi ananesinden hareketle 15. asırdan itibaren bütün İslâm dünyâsının koruyucuları rolünü benimseyeceklerdir. Gazâ, cihanşümul hâkimiyet için hamlelerin, devletin askeri karakterinin ana prensibidir ve öyle kalmıştır .(2)

Müslüman Türkler, İslâm ülkelerinin bütünüyle müdafaasına ,Allah tarafından kendilerinin görevlendirilmiş olduklarına ve İslam milletlerinin varlığına, kendi millî varlıklarının kalkan olması gerektiğine inanıyorlardı (3).

Osmanlı hükümdarları Fâtih devrinden itibaren “en büyük gaziler” sıfatı ile anılıyordu. Kanunî Sultan Süleyman'a cülusunda Mekke şerifi gönderdiği mektupta “sizler Efrenç'den (Avrupa) ve emsalinden memleketler fethetmekle bizden ve bütün İslâm sultanlarından üstün bulunuyorsunuz” diyordu. Osmanlı sultanlarının “Hilâfet-i Kübra”ya sahip olmaları, bütün İslâm dünyâsının, hristiyan dünyâsına karşı koruyucusu, İslam'ı himaye edebilecek fiilî kuvvet ve kudrete sahip, İslâm'ın en büyük sultanı mânâsında anlaşılıyordu. Bu devirde Osmanlı Devleti hiç şüphesiz, bir Anadolu - Balkanlar devleti durumundan, bir “Dünyâ Devleti” durumuna yükseldi.

O zamanki dünyâda hiç bir mühim mesele yoktu ki, Osmanlı politikası ilgilenmesin ve ağırlığını hissettirmesin... Sumatra'dan Toulan'a, Mombasa'dan Astrahan'a kadar Osmanlı kuvvetleri dünyânın dört köşesinde faaliyette idiler. Onların bu dünyâ politikası daima gaza fikrine dayanıyordu (4).

Osmanlılar geniş bir coğrafya ve dünyâyı temsil ettikleri için hemen her sahada zirveyi tutma, rakiplerinden Önde olma mecburiyetin-deydiler. Çoğu kez, bir anda birkaç yerde mücâdele halindeydiler ve devletin gücü ve imkânları, bu mücâdeleyi sürdürecek durumdaydı.

Meselâ 1538 yılında Barbaros Hayreddin Paşa donanmasıyla Akdeniz'e açılırken, Mısır valisi Süleyman Paşa Kızıldeniz'den Hint Okyanusu'na hareket etmektedir. Bu suretle Türk donanmalar: bir taraftan Adalar Denizi'yle, Akdeniz hakimiyetini elde ederken, bir taraftan da Kızıldeniz, Umman Denizi ve Hint Okyanusu Osmanlı satvet ve hâkimiyetine açılıyor, aynı anda Kanuni Sultan Süleyman Boğdan (Kuzey Romanya) seferine çıkarken, diğer taraftan da bir Osmanlı donanması ve ordusu Hindistan sahillerine çıkartma yapıyordu .(5)

Bu devirde Türk deniz siyasetinin esası şu idi; Türk donanması, dünyânın geri kalan bütün donanmalarının toplamından daha güçlü olmalı ve daima bu seviyede tutulmalı idi. Belki gemi sayısı bakımından değil, fakat gemilerin mükemmelliği, efradın tâlim ve terbiyesi, deniz topçusunun menzil üstünlüğü bakımından bu husus 16. asır boyunca gerçeğin tâ kendisi olmuştur. Bilindiği gibi dünyâ tarihinde Osmanlı Devleti'nden sonra ancak iki devlet, İngiltere ile ABD aynı deniz siyasetini gerçekleştirmeye muvaffak olmuşlardır (6).

Osmanlılar, İslâm dininin verdiği iman ve kudretle 16. asırda “Cihan hakimiyeti mefkurelerinin” zirvesine ulaşıyorlardı. Gerçekten Osmanlılar birçok eski kavim, din, medeniyet ve imparatorlukların hüküm sürdüğü üç kıtanın ortasında ve Akdeniz havzasında dünya nizamını ve Osmanlı sulhunu (Pacta Ottomana) kuruyorlardı. Muazzam imparatorluk Avrupa ortalarında, Akdeniz ve Hint denizi civarında, Afrika ve Arabistan çöllerinde, Kafkas ötelerinde orduları veya hudut gazileri İle daima cihad yaparken, bu milletler camiası, bir dünya nizamı ve sulhu içinde yaşıyorlardı (7).

Osmanlı Devleti'nin takip ettiği dış politikanın ana hatları şöyleydi:

Avrupa'da:
Osmanlı Devleti daha kuruluştan itibaren gaza sahası olarak Batıyı seçmiştir. Kuruluştan yarım asır sonra 14. asrın ikinci yansında Avrupa'ya adım atmışlar, bu andan itibaren de bütün Avrupa'yı karşılarında bulmuşlardır.

16. asırda da devletin asıl ilgi odağı Avrupa'dır. Devlet, en büyük gayretini ve imkânlarını buraya taşımaktadır. Mecburdur... Zirâ Avrupa'nın denetim ve kontrol altında tutulması hayati önem taşımaktadır. Bu devirde Avrupa, gerek kara ve gerekse denizlerde Osmanlı gücü karşısında tamamen çaresizdir. Hele 1526 Mohaç savaşında Avrupa'nın en güçlü ordularından birine sahip olan Macaristan krallığının, kralları ile birlikte birkaç saat içinde tarihe gömülmesi, diğer devletler için korkunç bir tecrübe olacak ve aynı âkibete uğramaktan şiddetle kaçınacaklardır.

Osmanlıların Avrupa’da takip ettikleri siyaset genel olarak şöyle idi; Osmanlı topraklarının güvenliğini tehdit edebilen, yahut politika ve faaliyetleri ile müslümanlar için bir tehlike teşkil eden bütün hristiyan devletlere karşı askeri harekât yaparak onları hareketsiz veya takatsiz bırakmak... (8).

Devlet, bazen Avrupa devletlerinden birini diğerlerine karşı koruyor ve himaye ediyordu.

Meselâ Pavye muharebesinde, Osmanlıların Avrupa’daki en büyük rakibi Alman imparatoru V. Şarl'a esir düşen Fransa kralı 1. Fransuva'ya bu maksatla yardım edilmişti. Fransız kralı, Osmanlı Devleti'nin lütf ve mürüvvetine sığınarak kendisinin kurtarılmasını istiyordu. Kanuni “Sen ki Françe vilâyetinin kralı Françesko'sun...” diye hitap ettiği meşhur mektebunu göndererek yardım edeceğini söylüyordu (9).

Fransa uzun müddet gerek kara, gerekse denizden Osmanlı yardımı almıştır. Türk donanması Nice'i zaptetmiş, Toulon'da Osmanlı hâkimiyeti hüküm sürmeye başlamış, şehir Grenard'ın ifadesiyle “sarıklı küçük bir İstanbul'a” dönmüştür.

Bazen Osmanlı Devleti'nin diplomatik yollarla bazı memleketlerin içişlerine müdahale ettikleri ve kendi siyasetlerine uygun, tarafdar hükümdarların iş başına geçmesini sağlamaya çalıştıkları görülür. Ancak bu müdâhale, günümüz emperyalist sömürgeci devetlerin müdahaleleriyle karıştırılmamalıdır. Zira bu devletlerin açık veya gizli bütün müdahaleleri çıkarları doğrultusunda olup ölçüleri “Hak kuvvetdedir” Yani kuvvetli olan haklıdır... Osmanlıların tavırları ise açıklanacağı gibi tamamen müdafaaları ile ilgilidir ve ölçü “Kuvvet Haktadır” yani haklı olan kuvvetlidir.

Osmanlıların müdâhale ettikleri devletlerden biri de, Lehistan dedikleri Polonya'dır. Avrupa’daki Osmanlı topraklarının kuzeyinde olduğu için, devletin kuzey siyaseti bakımından çok mühim bir yeri vardır. Kanuni devrinde Polonya, Avusturya ve Rusya'nın tehditleri üzerine Osmanlı Devletine yanaşmış ve jeopolitik zaruretlerden dolayı Osmanlı-Lehistan ittifakı doğmuştur.

1572 yılında Lehistan kralının varis bırakmaksızın Ölmesi, Osmanlı Devleti'nin dikkatlerini buraya çekmiştir. Zira; Avusturya, Rusya. İsveç ve Fransa kendi namzetlerinin seçilmesi için Polonya Diyet Meclisi'ne baskı yapmaktadır. Rus veya Avusturya namzetlerinden birinin Lehistan kralı seçilmesi Osmanlı Devletinin kuzey siyaseti için büyük bir tehlike demekti. İstanbul, kendisinin göstereceği bir namzetin seçilmesine karar verir. Bu kat'i karar II. Selim'in Lehistan Diyet Meclisi'ne gönderdiği 11 Mart 1573 tarihli fermanda şöyle ifâde edilmiştir;

“Fermân-ı celîl-ül-kadrime mugaayir (aykırı) içünüzden birinün kabulü hususunda gaflet ve tekâsül olunup mabeynünüzde (aranızda) ihtilâl zuhur idüp rızâyı şerifüme mugaayir, hariçden kimesne (kimse) getüresüz, bir veçhile özrünüz mahall-i kabulde vâki' olmaz” (10).

İstanbul, önce Stefan Batory'yi, sonra da İsveç prensi Vasa'yı seçtirdi. Bu, paşalara hitâb ederken kullanılan formülle yazılan bir emirdir: “Mucibince amel oluna!” Bir yeniçeri subayı da Viyana'ya gelerek bir Alman namzedi çıkarmamalarını tebliğ ediyor, böylece Padişah ona, kendi himayesinde muhafaza edilen Polonya ile meşgul olmamasını ihtar ediyordu (11).

Kuzey Afrika'da:
16. asrın başlarında Kuzey Afrika da merkezi bir devlet ve güç yoktur. Bu durum İspanya ve Portekiz'in gözünden kaçmadı (12). Bu devletler Endülüs İslâm hâkimiyetine son verdikten sonra, aynı şeyi Kuzey Afrika'da da yapmak üzere harekete geçtiler. Kendilerine engel olabilecek bir güç de gözükmüyordu. Nihayet İspanyollar, İber yarımadasında müslümanlara karşı henüz bitirdikleri ehl-i salip (Haçlı) seferine Afrika'da devam etmek için Cezayir'e çıktılar. Kuzey Afrika kıyılarının önemli liman ve kalelerini birer birer ele geçiriyorlardı (13). Hıristiyanlar, sahilin önemli yerlerini tutmuşlar ve Afrika'yı tehdide başlamışlardı. İşte her şeyin bittiği sanıldığı bir anda Osmanlılar Kuzey Afrika'da güründüler.

G. Yver'in belirttiği gibi, Türklerin gelişi, Hıristiyanların ilerlemelerini durdurup, Afrika'da İslâmiyeti kurtardı. İspanyolların, Endülüste yaptıkları katliam ve mezâlimin aynısını Afrika'da da yapacaklarında şüphe yoktu. Osmanlılar, Kuzey Afrika'da kuvvetli ve muntazam idareleriyle bir sükun ve istikrar âmili oldular (14). Bölge halkı 16. asır boyunca her geçen gün daha da genişleyip yükselmekte olan Osmanlı hilâlinin gölgesi altında asırlarca, her türlü baskı ve müdâhaleden uzak bir hayat yaşadı. Afrika sahillerine gaza ve cihâd için Anadolu'dan gelen ve çok iyi yetiştirilmiş “Leventler” ordusu, mükemmel bir şekilde donatılmış bir deniz filosu ile bütün Akdeniz üzerinde devletin plânladığı politikayı her an uygulamak üzere hazır beklemekteydi (15)

Orta Afrika'da:
Ona Afrika ve Ekvator civarında da gözler İstanbul'a çevrilirdi. Afrika'nın hemen ortasında bulunan Bornu Sultanlığı da Osmanlı Devleti ile siyasî, kültürel, askerî münasebetler kurmuştu. Onların yardım istekleri üzerine Osmanlılar, Bomu ordusunda ateşli silahlar kullanmak ve öğretmek için Orta Afrika'ya gelmişlerdir (16).

Hindistan'da:
Osmanlıların Batı Akdeniz ve Kuzey Afrika'daki faaliyetleri üzerine Avrupalılar başka bölgelere yöneldiler. Portekizliler 16. asrın başından itibaren Hint Okyanusunda görünerek, Hindistan ile Yakın-doğu arasındaki bağı kırmak isteyeceklerdir. Hatta Kızıldeniz'e girerek, hac yollarını kapatmaya çalışıyorlardı. O zaman İslâm dünyâsının ümit gözleri, Hıristiyan dünyâsına karşı 200 yıldan beri basarı ile savaşan Osmanlılara, Anadolu gazilerine döndü. Portekizlilere karşı, İslâm’ın bu gaza cephesine Anadolu'dan "Levent"lerin koşması gecikmedi (17).

Portekizliler, Hint Okyanusunda gözüktükleri zaman Hindistan zayıf ve siyasî birlikten mahrumdu. Batı Hindistan'ın yerli müslüman hükümdarları ilk defa kuzey geçitlerinden değil de, denizden gelen Portekiz tehlikesine karşı koyabilmek için kendilerini yeterli derecede kuvvetli bulmayarak İslâm dünyâsının yegâne deniz kuvvetine sahip Osmanlı Devleti'nden yardım talebinde bulunmuşlardı (18).

Osmanlı Devleti takip ettiği politika gereği derhal harekele geçti. Süveyş limanını kurdukları “Hint Donanması” için bir üs haline getirmişler ve bir “Hint Kaptanlığı” ihdas etmişlerdi. Kaptanın görev sahası Kızıldeniz, Hint Okyanusu ve Güneydoğu Asya'nın güvenliği idi.

Güney-Dogu Asya'da:
Portekizliler, Hint Okyanusunun doğusundaki adaları da zapta çalışıyorlardı. Bu adalardaki hükümetler içinde en kuvvetlisi Açe İslâm Devleti olup, Sumatra adasıyla Malaka yarımadası bunlara aitti. Portekiz müdâhalesi üzerine Açe elçileri İstanbul'a gelerek yardım istediler. Osmanlı Devleti Hint Filosunu harekete geçirmiş, gönderilmesi gereken silah, harp araç-gereçleri ve teknik elemanlar sevk edilmiş (19) bunların bir kısmı bir daha geri dönmeyerek oralarda yerleşmişlerdir.

Osmanlı Devletinin bu bölgedeki faaliyet 16. asır boyunca Portekiz'in ve daha sonra İspanya'nın Ortadoğu - Hindistan yolunu kesme çabalarını boşa çıkartmış. Kuzey Afrika örneğinde olduğu gibi, Afrika’nın doğu sahillerinin, Hindistan ve Güneydoğu Asya'nın Endülüs'ün akıbetine uğramasını önlemiştir.

Orta Asya'da:
16. asrın ikinci yarısından itibaren Ruslar Orta Asya Türk illerini ele geçirmeye başladılar. Kazan Hanlığı'nda, İdil boyunda, bütün Orta Asya'da Osmanlı padişahı “Halıfe-i ruy-i zemin” olması hasebiyle adı ve sanı çok büyüktür. Halifenin adı bura ahalisi nazarında efsaneleşmiş ve yücelmiştir. Fakat mesafenin çok uzak olması, İstanbul ile münâsebeti imkânsız kılmakta idi. Rusların, Türkistan'dan gelen ve Hacca gitmek isteyen müslümanlara birçok müşkülât çıkarmaları ve hac yolunu kapamaları üzerine Orta Asya müslümanları “Rum Sultanı”na yani Osmanlı padişahına mektup ve elçiler göndererek “Moskof keferesi”nin zulümlerine nihayet vermesini istiyorlardı. Osmanlı devleti önce diplomatik yolla olayın üzerine gitmiş ve hac yolunun açılmasını istemiştir. Çar IV. Ivan gönderdiği cevabi mektupta, Osmanlı Devletine “sadakat ve istikâmetle ubudiyet ve dostluk üzere” olmak istediklerini. Buhara ve Semerkant'dan gelen müslümanlar için de tedbir aldıklarını söylemektedir (20).

Azamet ve izzet devrimizde değil ordu göndermek, İstanbul'un gönderdiği bir mektup bile bu kadar etkili oluyor, Ruslar müslümanlar için gerekli tedbirleri aldıktan başka, ubudiyet (kulluk, hizmetkârlık) ve dostluk üzere olmak istediklerini belirtiyorlardı.

Sonuç olarak Osmanlı Devleti bilinen dünyanın hemen her köşesinde faal ve etkili bir siyaset takip etmekledir. Bütün bir islâm dünyasının korunması, müdafaa edilmesi devletin asıl vazifesidir. Ve bu vazifeyi asırlarca bihakkın yerine getireceklerdir.

Bugün: Filistin'den, Batı Trakya'ya, Keşmir'den Filipinler'e, Eritre'den Azerbeycan'a, Türkistan' a ve topyekûn Orta Asya'ya kadar ağlayan, ah u efgân eden, ayaklar altında ezilen hep bizim insanlarımız... Biz şu anki perişanlık ve çaresizliğimiz içerisinde "Devlet-i Âl-i Osman"ın büyüklüğünü bir kez daha anladık ve yokluğunu hissettik. Devletlerini kaybeden İslâm dünyası darmadağın, perişan, öksüz ve yetim kaldı.

Kosova ovasında temsil ettiği dâva ve insanlar için ölen Murad-ı Hüdâvendigâr'ın Kosova'daki türbesini ziyarete gelen Priştineli yaşlı bir ananın şu sözleri ne kadar manidar, ne kadar iç yakıcıdır:
“Biz burada O'nun yetimleriyiz” (21).

1989 Haccında, Fas Yüksek Devlet Konseyi Üyesi Prof. Dr. Ahmed Ma'ul Ayneyn ise şunları söylemiştir: “Şu anda bütün âlem-i İslâm aynı ızdırap içinde..Ne zaman âlem-i İslâm'a sahip çıkıp bizide sevindireceksiniz?”(22).

Çok geniş bir coğrafyada mazlum ve mağdur insanların feryadı lisân-ı halleriyle hep aynı şeyi söylüyor: “Ne zaman sahip çıkacaksınız?”.

Kaynaklar:
1) Femand Grenard. Asyanın Yükselişi ve Düşüşü, İst. 1970, s. 112.
2) İnalcık; Prof. Dr. Halil. Türk Dünyası el kitabı, Ank. 1976, s. 981.
3) Kafesoğlu, Prof. Dr. İbrahim. Türk Fütuhat Felsefesi, ist. 1971, s. 8.
4) H. İnalcık, a.g.e.. s. 981.
5) Danişmend. İ. Hami. İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 2. İst. 1948. s.203.
6) Öztuna. Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, c. 3. İst. 1983. s. 455.
7) Turan, Prof. Dr. Osman, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi Tarihi. İst. 1980, s. 419.
8) Asrar, Dr. Nisâr Ahmed, Kanuni Sultan Süleyman Devrinde Osmanlı Devletinin Dini Siyâseti”, ist. 1971. s. 83.
9) Uzunçarsılı, Prof. Dr. İ. Hakkı. Osmanlı Tarihi, c. 2. Ank. 1983. s. 400. .
10) Danişmend.c. 3. s. 9.
11) Grenard. a.g.e.. s. 98,
12) Ilter, Aziz Samih, Şimali Afrikada Türkler, ist. 1937, s. 11.
14) İlter. s. 3.
15) Hitti, Prof. Dr. Philip K. Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, c. 2, İst. 1979. s. 1146.
!6) orhonlu. Cengiz, Osmanlı-Bomu Münasebetlerine Aid Belgeler, İst. 1970. s. 123,
17) Mughul, Dr. M. Yakup. Osmanlıların Hint okyanusu Politikası. İst. 1975, s. 10.
18) Mughul ,Yakup.Portekiz. Tehlikesi Karşısında Osmanlı Müslümanl Hind Münasebetleri, İst. 1975, s. 38.
19) Uzunçarşılı.s.503.
20) Kura, Prof. Dr. A. Nimet, Türkiye ve İdil Boyu. Ank. 1966. s. 76–78.
21) Bakiler. Y. Bülent. Usküpten Kosovaya. İst. 1970. s. 124.
22) Akgündüz, Doç. Dr. Ahmed. Belgeler Gerçekleri Konuşuyor 2, İzmir. 90. s.
Başlık: Ynt: Azamet Devrinde Osmanlı Devleti'nin Dünya Siyaseti
Gönderen: вαşκαп - Ekim 15, 2017, 03:43:58 ÖS
Emeğine Yüreğine Sağlık
Başlık: Ynt: Azamet Devrinde Osmanlı Devleti'nin Dünya Siyaseti
Gönderen: Özgür Kız - Ekim 01, 2018, 11:19:07 ÖÖ
 eys