Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» İslami Dini ve Türk Tarihi »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Türk ve İslam Tarihi ve İz Bırakanlar ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Şubat 25, 2014, 03:24:43 ÖS

Başlık: Akıncı Millet
Gönderen: Fatih - Şubat 25, 2014, 03:24:43 ÖS
Büyük bir mütefekkirimizin “Bizler, yeryüzünde pek çok medeniyetler kurmuş, şanlı ve muhteşem geçmişi olan bir milletiz. Ancak, ne yüksek zevklerimizi, ne medeniyet felsefemizi, dünyaya tesirimiz ölçüsünde katiyyen anlatamamışızdır. Anlatmak şöyle dursun, lâyıkıyla araştırıp öğrenip hâfızamıza nakşettiğimiz söylenemez.

Daha hazini de, dünyanın dört bir yanında sahip olduğumuz toprakları, dinî ve millî değerlerimizi koruma uğrunda gösterdiğimiz kahramanlıkları, mukaddeslerimizi muhafaza yolunda elde ettiğimiz şehitlik ve gazilikleri, ebedî kalacak şekilde ifade edememiş, destanlaştıramamış ve üstadca şiirlerin, nesirlerin ölümsüzleşen iklimine emanet edememişizdir.” dediği gibi hakikaten bizler, kan ve terleriyle yoğurup bize bir vatan emanet eden ecdadımıza karşı çok mahcubuz.

Bu yazımızda, ecdadımızın cihan hâkimiyeti mefkûresini gerçekleştirmede kullandığı dinamiklerden birini, okyanusta katre misali anlatmaya çalışacağız.

AKINCILAR
İnsanlık, askerle medeniyet ve umrana tırmanır. Fetihler ve sonra kültür akımları, onun sancağı ile her tarafa ulaşır ve bu sayede yeni medeniyetler doğar, yeni yeni iklimler aydınlığa kavuşur. İşte Osmanlı’nın. küçük bir beylikten, cihan devletine sıçramasında, şairin “Biz kasırga oğulları, biz kanatlı süvariler”, dediği akıncıların rolü büyük olmuştur.

Akıncı öncüdür. Bir savaşta ordudan dört-beş gün önde giderek keşif hizmeti görür. Düşman topraklarındaki araziyi hallac ederek orduya yol açar ve bu suretle düşmanın pusu kurmasına mani olur. Düşmanı maddî ve manevî şekilde yıpratır, güç kaynaklarını, ekonomisini hırpalar. Düşman ordusunu uğraştırıp, halka korku vererek paniğe düşürür ve mukavemet gücünü kırar, Esirler alıp gerekli mahrem bilgileri toplar. Nehirlerin geçitlerini tayin edip, köprü kurarak ordunun fasılasız akışını temin eder.

Bu esâtirî kahramanlar Osman Gazi’nin yoldaşları maruf kumandanların çocuklarıdır. Yani devlet kurucularının neslindendir. Genellikle babadan oğula geçen bir meslek şeklinde devam eder. Akıncı Ocağına alınacak kişilere Akıncı Beyi karar verir. Divan bu işe karışmaz. Akıncı Ocağı Beyleri, fevkalâde selahiyetlerle yüklü, doğrudan Padişah'dan emir alan kimselerdir. Rütbeleri de Sancak Beyi derecesindedir.

Akıncı ocakları serhad boylarının belirli yerlerinde bulunur. Bunların akın yapacakları yerler de kendi aralarında taksim edilmiştir. Her birinin karargâhı belirli bir şehirdedir; ya Estergon’da, ya Silistre’de ya da benzeri bir yerde... Her ocağın başında irsî şekilde bir bey bulunur. Bu beyler ya Malkoçoğlu, ya Mihaloğlu, ya Turhanoğlu, ya Evranosoğlu veya buna benzer devletin Söğüt'de kuruculuğunu yapmış ilk Osmanlılardan inmiş beylerdir.

Bütün akıncıların isimlerini, eşkâlini ve tımarlı olanların da dirliklerini gösteren muntazam defterleri vardır. Bunların bir nüshası devlet merkezinde ve defterhane hazinesinde, öbürü şer'i mahkemelerde saklanırdı. Ölenlerin veya sakat kalanların yahut da akına gidemeyecek kadar kocayanların yerine oğulları geçer, bu olmazsa gönüllü olan yakın akrabalar tercih olunurdu. Yine ihtiyaç hasıl olursa Aydın, Saruhan, Menteşe yörelerinden gözü-pek, iyi binici ve silahşor Anadolu çocukları-itibarlı kefil gösterilmek şartıyla- ocağa alınırlardı.

Akıncıların ekserisi Avrupa ve Balkan dillerini bilir, birçoğu bir veya birkaç dili anadili gibi konuşurdu: Macarca, Almanca, Sırpça, Yunanca, Latince, İtalyanca ve daha başkaları... Bundan dolayı Divan-ı Hûmayun'un gizli haberalma teşkilatını, ekseriye akıncılar ve leventler meydana getirirdi.

Tarihçi Babinger akıncıların haberalma gücü ile ilgili olarak şu bilgileri vermektedir: "Akıncılar dünyaca korkulan bir teşekküldü. Hayrete şayan derecede iyi düzenlenmiş bir gizli hizmet şebekesinin kolları. Osmanlı İmparatorluğu 'nun dışında dahi dalbudak salmıştı. Bilhassa Sultan Fatih'in İtalya'da malik olduğu haberalma teşkilâtı çeşitli İtalyan devletlerinin en yüksek çevresine kadar nüfuz etme imkânını bulmuştu.''

Akıncılar, sefer zamanlarında onarlı teşkilat halinde bulunurlardı. On kişiye "Onbaşı, yüz kişiye "Subaşı", bin kişiye "Binbaşı" kumanda ederdi. Hepsi birden ise Akıncı Bey'ine bağlı idiler. Düşman topraklarında belirli yerlere geldiklerinde küçük birliklere bölünerek yollarına devam ederlerdi. Her birliğin kolaçan edeceği şehir ve kasabalar önceden kararlaştırılır, dönüşte birlikler, yine belirli yerlerde fakat evvelce ayrıldıkları mevkilerde olmamak üzere birleşirler ve birkaç birleşmeden sonra Akıncı beyinin nezaretinde Osmanlı topraklarına dönerlerdi. Bu durum, düşman ülkesini dehşet içinde bırakır, nerede ve ne zaman bulundukları ve bulunacakları hakkında yüzlerce şayia çıkardı.

Evliya Çelebi, kendine has tatlı üslubuyla akıncıları şöyle anlatır: "Gaazîleri daima kılıcı belinde, tüfengi elinde adamlar olup, şeb-ü rûz (gece gündüz) silahları ile yatarlar. Hatta gusl eder (yıkanır) iken ve namaz kılar iken bile â'lât-ı silahları yanlarında amade dururlar... Kuşakları ekseriya "zünnâr" tâ'bir eyledikleri kınbend kuşakdır...Bir esir bulunca, onunla bağlarlar: bir kuyudan su çekseler kuşağı ile çekerler. Nice gaazî-ler, esir oldukdan sonra, kuşağını kemend edip düşman kal'alarından firar etmişlerdir.... Yoldaşlarını esaretten kurtarmak için her fedakarlığı yaparlar. Bir Alman zabiti: "Hây gidi Türkler hây. kendi adamlarını nice kurtarmıya gelirler, amma biz olsak, bizi kimse kurtarmayıp kürekde ölürüz'' der".

Akıncıların silahları pala, mızrak, kılıç, kalkan ve atların eğerine takılan başı topuzlu bozdoğandır. Bazıları hafif zırh giyer, başlarına da kızıl börk takarlardı. Peçevî'nin anlattığına göre; ''börklerinin üstüne kendilerine görkemli bir görünüş kazandıran kurt başı vardı". Ayrıca akıncılar kartal kanadı da takınır. Subaylar leopar ve kaplan postu giyerlerdi.

Bunların yiyecek işleri de kendileri gibi hafifti: atlarının eğerlerine asılı birer küçük kuşhane ile işlerini görürlerdi. Çok zaman bu tencerede pirinç, kavurma veya koyun pastırması kavurarak yerlerdi.

Akın sırasında bir ata binerler, yedeklerinde dört-beş at daha getirirlerdi. Bu atları da, Avrupa içlerine kelle koltukta kanatlandıklarında sıra ile binmek ve dönüşte ganimet malını taşımak için kullanırlardı.

Akıncı beyi, seferden önce Padişah'dan veya Serdar'dan geri dönmeme emri de alabilirdi. Yahya Kemâl'in:

"Dünyaya veda etdik atıldık doludizgin

En son koşumuzdur bu asırlarca bilinsin

Lakin kalacak doğduğumuz toprağa bizden

Şimşek gibi bir hâtıra nal seslerimizden" dediği gibi akıncılık teslimiyeti ve hayatı istihkârı gerektiren canını fedaya and içmişlerin mesleğiydi.

Fatih Sultan Mehmed, son yıllarında 25 kadar devletle birden tek başına savaşa girdiğinde akıncılardan çok faydalanmıştır. Venedik, Macaristan. Polonya ve Almanya gibi Osmanlı ile savaş durumunda bulunan Avrupa devletleri, akıncılarla yıldırıldı. Bu akınların ehemmiyeti hakkında bir fikir edinebilmek için, büyük akıncı beylerinden Mihaloğlu Gazi Alaaddin Ali Paşanın hayatı boyunca Tuna'yı kuzeye doğru tam 330 defa geçtiğini hatırlamak kâfidir. Ali Paşa, bu akınlardan birinde Macar kralının kızını esir almıştı. Mehtap hanım adını alan bu prenses, Ali Paşa ile evlendi ve Gazi Hasan Bey, Gazi Ahmed Bey, Gazi Mehmed Bey, Gazi Hızır Bey, Gazi Kara Mustafa Bey adlarındaki beş ünlü akıncı beyi, bu izdivaçtan doğdu. Bu beş kardeş de, Kanunî'nin ilk yıllarındaki çeşitli akınlarda şehit olmuşlar ve hiç biri yatağında ölmemiştir.

Ali Paşanın yaptığı bu akınların çapını değerlendirmek için sadece 1473 Macaristan akınının sonuçlarını görmek yeterlidir; Varadin şehrinin zaptedildiği bu akında 18.000 akıncı, 60.000 esir ve 900.000 baş hayvanla geri döndü. Bu rakamlar, düşmanın iktisadî gücünün, sonuç bakımından da savaş kabiliyetinin ne derece kemirildiğini açıkça gösterir".

Yılmaz Öztuna' da akıncıların Avrupa'daki tesirleriyle alâkalı enteresan bilgiler verir: "Akıncının Orta Avrupa vicdan ve muhayyilesinde bıraktığı tesir, müthiş ve efsanevidir. Akıncılardan korunmak için Avrupalılar hususî dualar okurlar. Bu "akıncı duaları" Avrupa şiirinde ayrı bir tür teşkil eder. 1930 yılında bile Avusturya'da ağlayan çocukları "sus, Türkler geliyor!" cümlesiyle korkutmak adeti devam ediyordu.

Viyana'daki St.Stephan katedralinin çan kulesinde 1534'de ihdas edilmiş. Osmanlı akmalarının yaklaştığını görüp çan çalarak Viyanalı'lara haber vermekle görevli bir memuriyet, ancak 1956'da Viyana Belediye meclisince ''artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığından ve bu görevin lüzumu olmadığı için "ilga olunmuştur."

DELİLER
Hudud ve hududa yakın yerlerde bulunup serhad kulu denilen kuvvetler arasında, iri yarı, şecaat ve cesaretleriyle eşsiz ve akıncılara benzeyen bir hafif atlı sınıfı daha vardı ki, harikulade cesaretlerinden dolayı bunlara "Deli" adı verilmiştir. Bazı tarihlerde bunlara "delil”den galat olarak deli denildiği yazılmış ise de ekser tarihçilere göre pervasızca hasma saldırmaları, gözlerini budaktan esirgemeyerek hayatı istihkâr etmeleri kendilerine bu lakabın verilmesine sebep olmuştur.

Bu Delibaşı sınıfı; "Kalpaklarımız Emir el Mü'minin Hazreti Ömer (ra)'in çizmesinin koncuğudur, ocağımız da O'na mensubdur” diyerek ocaklarının pirini Hz. Ömer kabul ederlerdi. Deliler, fevkalâde cesaret ve atılganlıkları ve korkunç kıyafetleriyle hasımlarına tufan kesilip daima galip gelirlerdi. Bunlarda esas âkide ve iman, başa yazılanın mutlaka zuhura geleceği kanaati olduğu için hiçbir tehlikeden kaçınmazlardı.

Deli askeri sınıfı 1689'da ihdas edilen müslüman olmuş gençlerden teşekkül etmiş olup ve tamamıyla Rumeli halkındandı. Akıncıların silahları bunlarda da vardı. Başlarında benekli kurt derisinden yapılmış ve üzerine kartal kanatları takılmış bir başlık bulunurdu. Şalvarları, kurt veya ayı derisinden olup tüyleri dışarıda idi. Ayaklarında, burunları sivri, arkasında uzun serhadlik denilen mahmuzları olan çizmeler giyerlerdi. Atları da çok hızlı ve dayanıklıydı. Hizmet ettikleri sınır beyinden veya Beylerbeyinden aylık alırlardı. Delilerin elli-altmış kişisi bir bayrak sayılır, böyle birkaç bayraktan oluşan birliğe delibaşı komuta ederdi. Eğitimini bitiren adaylar, yeminli bir merasimle deli başlığı giyip, ağa çırağı olur. yeminini tutmayıp, kanunlara ve törelere uymayanların başlığı alınıp, ocaktan atılırlardı.

Sir Adolphas Slade, 1828-29 Osmanlı-Rus savaşı'nda görmüş olduğu delileri şöyle anlatır: "Kelefçe meydan muharebesinde Türk süvarisini gördüm. Deli denilen Türk akıncı süvarileri "Allah Allah" diye bağırarak atlarını Ruslar'ın üzerine sürdüler. Kale düzeni halini almış Rus birlikleri, bu taaruza tahammül edemeyip dağıldı.İki saat süren bu taaruzda Türk süvarisi, âdeta spor yapıyor gibiydi. Rus piyade birliklerinin acziyle eğleniyor, Türk piyadeleri ise muharebeye karışmayıp âdeta seyrediyordu..

Deliler atlarına çok hakimdirler. Günlerinin çoğu at üstünde geçerdi. Eğitimleri sert ve çok disiplinlidir. Atlarını daima muharebe sahasının şartlarına göre terbiye ederler. Eğitimde atını alevlere bürünmüş fıçılara, silah ateşine, domuz ayaklarına doğru sürer ve düz duvardan aşınrlar. Onun için bunların atlan muharebe meydanına girince ürkmez. Deliler, atlarını sürmedeki maharetleri kadar dört nala giderken nişan almalan ve vurmaları ile de meşhurdurlar. Çok keskin nişancıdırlar ve cirit atmada üzerlerine yoktur. Hiçbir süvari bunlarla teke tek döğüşemez, mağlup olur.

Deli birlikleri 100 yarda (91 metre ) gibi kısa bir mesafede baskın tarzında taarruz eden nadir dünya süvarilerinden biridir. Bu kabiliyetin engebeli arazide ne kadar ehemmiyet taşıdığı aşikârdır. Nitekim Kelefçe muharebesinden sonra Rus süvari subaylarıyla konuştum; Türk süvarileri karşısında niçin aciz kaldıklarını sordum. Arazinin Rusya'da bile alışmadıkları derecede engebeli olduğunu, atların böyle arazide hareket edemediklerini, meşhur Kazak süvarilerinin bile bunlara yetişemediğini söylediler. Gördüğüm Türk süvarileri muharebe meydanında ellerindeki mızrakları havaya atıp tekrar tutarak atlarını dört nala sürüyorlar ve yörük atları üzerinde, uçan kuş sürüleri gibi ovaya akıyorlardı. Dolu dizgin at süren bu gözüpek insanların bazen kalpakları başlarından uçuyor, cepkenlerinin yenleri yaprak gibi açılıyor, yağız atlarının kuyrukları rüzgarda dalgalanıyor ve ölüme göz kırpmadan ilerliyorlardı. Derken Rus süvarileri ile mızraklaşma başlıyor, ölüyor veya öldürüyorlardı. Bu akın birden bir hengame halini alıyor, dalgalanıyor, karışıyor, naralar yeri göğü inletiyordu. Süratle dönüyorlardı. Fakat ricat taktikleri çok şaşırtıcıydı; öylesine ki, kendilerine tevcih edilmiş Rus toplarını hayal kırıklığına uğratıyorlardı.

Açıkta Türk süvarisini karşılayamayacağını anlayan Ruslar, bu defa müstahkem tabyaların arkasına sinerek Türk süvarisini beklemeye ve onları müstahkem siperlerin önünde kırmaya karar verdiler. Türk süvarisi bu defa da taaruza geçmekten çekinmedi. Ölümden zerrece korkuları olmadıkları aşikârdı. Rus siperlerine doğru yaklaştılar. Siperlere az kala atlarını dizginleyip bir an siperlerin ardındaki Rus Kazak süvarilerine hakaretler savurup, onları kızdırarak siperlerinden çıkartmak istiyorlardı. Siperlerin önünde bir an kalıp çekiliyorlardı. Çekilirken de kafalarını atlarının altına soktukları için isabet almıyorlardı. Âdeta şehir meydanında cirit oynuyorlardı. Bu yaptıkları artık süvariliğe bile sığar şey değildi, tam manâsıyla at cambazlığı idi."

SONUÇ
Şairin:

"Zaferler sizin diye vermiş Yaradan,

Süleyman Şah soyundan Âli Osman geliyor." diye müjdelediği bu anadan doğma asker milletin, kanı deli kahramanlarının cihana diriliş tarrakalarını duyurmalarının sırrı, sanırım önce "en büyük cihad" unvanıyla iç’in fatihi olabilmelerindedir. Zaten kendi içinde fatih olabilmiş böyle bir babayiğit, maddenin ve kuvvetin bütün oyunlarını bir anda yutup, yok edeceği muhakkaktır. Ve böyle de olmuştur. Bu serdengeçtiler duyup doyduğu yüce hakikatları başkalarına duyurmanın delisi olarak şimşekler çakan kılıçlanyla zulüm ve zulümatı dağıtarak, "başlarda gezen" zalim ayaklan "yere indirip" Balkanlardan Avrupa içlerine kadar ışık ve ümit götürmüşlerdir.

Günümüzün; nabızları inanca ayarlı, dilleri duaya karasevdalı gençlerinin de aziz cedlerinin ruhlarını şâd edebileceklerini A. Nihat Asya'nın mısralarından müjdeliyelim:

Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden

Senin de destanını okuyalım ezberden..

Haberin yok gibidir taşıdığın değerden. ..

KAYNAKLAR:
l.Nuri Paşa. Mustafa; Netayic ül-Vukuat III-IV cild Türk Tarihi Kurumu Yay. Ankara/1988.
2.Öztuna. Yılmaz; Büyük Türkiye Tarihi IX cild Ötüken Yay. İstanbul/1983.
3.Purgstall, Baron Joseph Von Hammer; Osmanlı Tarihi I. cild İkra-Okusan Yay. İstanbul/1989.
4.Sertoğlu. Mithat; Osmanlı Tarih Lügati Enderun Kitabevi İstanbul-1986.
5.And. Metin; "XVI.yy'da Eyalet Askerleri ve Deliler" Hayat Tarih Mecmuası. Mayıs 1970, sayı: 4.
6.Öztuna, Yılmaz; "Türk Akıncıları ve Akıncı Ocağının Sönmesi" Hayal Tarih Mecmuası. Haziran 1978. sayı;5.
7.Yakıtal, Emin; -Yakın Çağda "Deli" veya "Deli"ler Türk Dünyası Tarih Dergisi. Temmuz 87. sayı: 7.
8.Yeşim. Ragıp Şevki; "Akıncılar" Hayat Tarih Mecmuası, Mayıs 1968, sayı: 4
9. "Tarihî Dinamikler" Sızıntı Dergisi. Ağustos 1989 sayı: 127.
Başlık: Ynt: Akıncı Millet
Gönderen: вαşκαп - Ekim 15, 2017, 03:44:19 ÖS
Emeğine Yüreğine Sağlık
Başlık: Ynt: Akıncı Millet
Gönderen: Özgür Kız - Haziran 01, 2018, 10:16:59 ÖÖ
(http://i.hizliresim.com/ZZNddG.gif)