Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» İslami Dini ve Türk Tarihi »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Dini Bilgiler ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Şubat 25, 2014, 04:26:31 ÖS

Başlık: Bir Ömer (ra) vardı, Ha(l)k için titreyen
Gönderen: Fatih - Şubat 25, 2014, 04:26:31 ÖS
(http://medya.todayszaman.com/yenibahar/2014/02/18/1_newsdetail.gif)

Efendimiz’in (sas) kayınpederi, Hz. Ali’nin damadıydı Hz. Ömer (ra). Âlem onun heybetinden titrerdi ama o, emir değil, köle olmayı layık görüyordu nefsine. Zerre kadar âmme hakkı yemeye kalkan, karşısında adalet timsali Ömer’i (ra) bulurdu.

Yeryüzünün halifesi, Emîrü’l Mü’minîn… Yaptığı fetihlerle İslam coğrafyasının sınırlarını alabildiğine genişleten Hz. Ömer… Hazineden eline bir dirhem fazla geçse ne yapacağını düşünen, kimsenin hakkını yememek için kılı kırk yaran halifeydi o. Tanımayan biri baktığında Hz. Ömer’in halife olduğunu anlayamazdı. Öyle ki, halife olduğu zaman çıktığı hutbesinde üzerindeki cübbenin 12 yerinde yaması vardı. Evet, dönemin büyük devletleri İran ve Bizans’ı bile dize getiren Hz. Ömer için yamalı elbise, eski sarık, yırtık ayakkabı olağan şeylerdi. Çünkü o, nefsinin kapısını dünya nimetlerine sımsıkı kapatmıştı.

Ömer’in (ra) İslam’a girişi, rivayetlerden bildiğimiz kadarıyla Efendiler Efendisi’nin (aleyhi’s-salatü vesselam) duasının kabulüydü. Resulullah, “Allah’ım! İslâm’ı Ömer bin el-Hattab veya Amr bin Hişam (Ebû Cehil) ile yücelt.” diye dua etmişti ve Allah (cc) Hz. Ömer’e tam da Habibini öldürmek niyetiyle evden çıktığı bir günde hidayet nasip etmişti. Müşriklerden biri Ömer’in (ra) önünü kesmiş, kız kardeşi ve eniştesinin Müslüman olduğunu söyleyivermişti. Hiddetle onların evine giden Hz. Ömer, eniştesini döverken arada burnu kanayan kız kardeşi de ne yaparsa yapsın dinlerinden dönmeyeceklerini söylemişti. Bunun üzerine, Ömer (ra) yumuşadı, onlar da gizledikleri Kur’an ayetlerini okudular. Bu kez soluğu Erkam’ın (ra) evinde aldı. O günlerde müşriklerin zulmünden çekinen Müslümanlar, dini öğrenebilmek ve yaşayabilmek için Erkam’ın evinde gizlice toplanıyorlardı. Efendimiz’in huzuruna çıkan Hz. Ömer, iman ettiğini açıkladı. Artık Müslümanlar daha güçlüydü. Ömer’in kimseden korkusu yoktu, cesurdu. İslamiyet Erkam’ın evinden dünyaya yayılmaya başlayacaktı bu korkusuzlukla birlikte. Ve bir gün o ‘bir avuç Müslüman’ Kabe’ye yürüdü. Şaşkınlıkla onları izleyen müşrikleri yerlerinden kalkarlarsa boyunlarını vurmakla tehdit etmişti Ömer (ra). İki Cihan Serveri, Kabe’yi tavaf etti ve namaz kıldı. Diğer sahabiler de açıktan namaz kıldılar. Bunun üzerine, Resulullah Hz. Ömer’e ‘hak ile batılı ayıran’ manasında ‘Faruk’ adını taktı.

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir gün Hz. Ömer’i işaret ederek şöyle buyurmuştu: “Bu aranızda yaşadığı sürece, sizinle fitne arasında kuvvetlice kapanmış bir kapı bulunacaktır.” Gerçekten de İslam dünyasında ilk fitneler, Ömer’in (ra) vefatından sonra zuhur etmişti. Belki de sert görünen, tavizsiz mizacıydı onun fitnelere kapı olmasına sebep. Nitekim yine Allah Resulü Hz. Ömer’e hitaben, “Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin olsun ki, şeytan sana bir yolda rastlamış olsa, mutlaka yolunu değiştirirdi.” diyerek şeytanın bile ondan korkacağını ima etmişti. Hz. Ebubekir, Ömer’i halef ilan etmek için bazı sahabilerle istişare ettiğinde, onlar Hz. Ömer’in bu sertliğinden kaygılanıp endişe etmişlerdi. Sonra da Allah onu Ömer’i halife tayin etmesinden dolayı hesaba çekerse ne yapacağını sormuşlardı. Ebu Bekir (ra) ise kendinden emin, “Derim ki. Allah’ım! Kullarının en iyisini onlara halife yaptım.” cevabını verip Hz. Osman’a Ömer’in halife olacağına dair bir kâğıt yazdırıp mühürletti. Hz. Osman da dışarı çıktığında bu kâğıttaki isme beyat edilmesini istedi ve Hz. Ömer halife ilan edildi. Hz. Ebubekir şüphesiz isabetli bir tercih yapmıştı. Çünkü Alemlerin Sultanı bir hadiste “Benden sonra bir peygamber gelseydi bu Ömer olurdu.” buyurmuştu. Sırf bu sebeple bile, O’nun (aleyhi’s-salatü vesselam) en yakın dostu, sıddıkından da başka türlü bir seçim beklenemezdi.

‘Mum’ kadar bile hak geçmesin!

Halifeliği döneminde üzerinde en küçük bir hak kalacak diye, Hz. Ömer’in ödü kopuyordu tabiri caizse. Kendini ümmetin emiri değil, kölesi gibi görüyordu. Bir gün Ahnef bin Kays ve Arapların bazı ileri gelenleri onu ziyarete gittiklerinde, Ömer’i (ra) elbisesinin eteklerini beline sıkıştırmış halde koşarken buldular. Ziyaretçilerin geldiğini gören halife, Ahnef’e durumu şöyle anlattı: “Gel de kovalamaya katıl. Devlete ait bir deve kaçtı. Bu malda kaç kişinin hakkı olduğunu biliyorsun.” Ziyaretçilerden biri halifenin bu haline çok şaşırıp deveyi yakalamak için neden bir köle görevlendirmediğini sorunca Hz. Ömer, “Benden daha iyi köle kimmiş!” cevabını verdi. Yine bir akşam ziyaretine gelen Abdurrahman bin Avf’ın selamını bile almamıştı. Mum ışığında yaptığı işine devam edip bitirince mumu söndürmüş, ancak cebinden başka bir mum çıkarıp yaktıktan sonra selama karşılık vermişti. Neden o mumu söndürüp işini bitirmeden selamını almadığını soran arkadaşına verdiği cevap ise, Hz. Ömer’in hak ve adalet anlayışını ortaya koyuyordu adeta: “Ya Abdurrahman, evvelki mum devletin hazinesinden alınmış mumdu. O yanarken şahsî işlerimle meşgul olsaydım Allah indinde mes’ul olurdum. Sizinle devlet işi konuşmayacağımız için kendi cebimden almış olduğum mumu yaktım, ondan sonra sizinle meşgul olmaya başladım.”

‘Bize bunu açıklamazsan seni dinlemeyiz’

Hz. Ömer devri herkesçe bilindiği üzere, adaletin tecelli ettiği bir devirdi. Dava edilen halife bile olsa, adaletin terazisi şaşmazdı. Ömer’in (ra) ashabdan Übey bin Ka’b ile aralarında bir anlaşmazlık vuku bulmuştu. Çözümü Medine Kadısı Zeyd bin Sâbit’e gitmekte buldular. Kadı, hemen Hz. Ömer’e saygısından ona özel bir yer ayırdı. Adalet timsalinin bu jeste tepkisi ise, “İşte bu davranışın şimdi vereceğin hükmünde yaptığın ilk adaletsizliktir.” oldu ve davacısıyla aynı yere oturdu. Übey’in iddiasını kabul etmediği için, zamanın adaleti gereğince ‘davalı’nın yemin etmesi gerekiyordu. Kadı Zeyd, Übey’e, “Gel halifeyi yemin ettirme, onu bundan muaf tut.” teklifinde bulundu. Fakat Hz. Ömer bu ayrıcalığı şiddetle reddederek yemin etti. Sonra da “Halife ile herhangi bir Müslüman hakkında eşit davranmasını öğrenmedikçe ona dava götürülmemelidir.” şeklinde kadının tavrı karşısındaki rahatsızlığını ifade etti. Demokrasinin zirvesi sayılabilecek bu örneklere Ömer’in (ra) hilafetinde sık rastlamak mümkündü. Öyle ki hutbe sırasında yaşlı bir kadın ayağa kalkıp Hz. Ömer’e itiraz edebiliyor, yanlışını yüzüne vurabiliyordu, halife ise sadece “Siz haklısınız.” demekle iktifa ediyordu. Yine başka bir hutbeye başlayacakken, cemaatten biri “Ey Ömer, seni dinlemiyoruz.” diye bağırmıştı. Halifeyi devlet malına tecavüz etmekle suçluyordu: “Herkese, ganimetten elbiselik eşit kumaş düştüğü ve bu eşit kumaşları eşit olarak sen dağıttığın halde, kendi vücudun daha geniş, benim vücudum daha zayıf olmasına rağmen, ben bu ganimet kumaşından kendime bir elbise çıkartıp diktiremedim. Sen ise iri vücutlu olduğun halde diktirmişsin. Görülüyor ki sen, kendine daha fazla kumaş almışsın.” Ömer’in (ra) en hassas damarıydı bu ‘hak’ mevzuu. Meseleyi açıklaması için oğlu Abdullah’a söz verdi. O da, babasına kendi hissesini verdiğini ve bu iki pay birleştirilerek halifenin kendine bir elbise diktirebildiğini cemaata açıkladı. İtiraz eden adam tatmin olmuştu: “Şimdi anlat Ey Ömer, artık seni dinleyebiliriz!”

Hak ve adalete adanmış bu ömrün sonunu, şehadetle taçlandırmıştı Allah Teâlâ. Ebu Lü’lü tarafından sabah namazını kıldıracağı sırada hançerlenip evine götürülen Hz. Ömer, o yaralı haliyle Hücre-i Saadet’te Resulullah’a komşu olmanın endişesindeydi ve Hz. Aişe’den izin istemek için birilerini yollamıştı. Hz. Aişe biricik eşi ve babasının yanındaki kendi odasından feragat edip Ömer’in (ra) oraya defnedilmesine müsaade etmişti. Hz. Ömer’in en büyük arzusu da gerçekleşmiş oldu. Böylece Efendiler Efendisi ile bu iki dostun yakınlığı kabirde de devam etti.
Hz. Ali’nin damadıydı

Efendimiz, Hz. Ömer’in kızı Hz. Hafsa ile evliydi. Dolayısıyla Hz. Ömer, O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) kayınpederi oluyordu. Bununla birlikte, neseben Kâinatın Efendisi’yle aynı soydan değildi ancak evlenerek neslini onun soyundan devam ettirmek ve bu yolla Ehl-i Beyt’le akrabalık ilişkisi kurmak istiyordu. Bu sebeple Hz. Ali’nin eşi Fatıma validemizden olan kızı Ümmü Gülsüm’ü ondan istedi. Hz. Ali de kızını Hz. Ömer’le evlendirmeye razı oldu. Burada, Hz. Ali ile Hz. Ömer gibi iki büyük insan arasındaki husumet iddialarının iftiradan ibaret olduğunu hatırlatmamız gerek. Zira böyle bir şey, onların akrabalık kurmasına müsaade etmezdi. Ayrıca Hz. Ali’nin, vefat eden Hz. Ömer’in başına gelip, “Ey Ömer, ben Allah’ın huzuruna senin istediğin bir amelle çıkmaktan çok hoşlanırım. Senden başka ameline imrendiğim kimseyi bulamadım.” şeklinde konuşması da ona duyduğu muhabbetin kanıtı.