Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» Web Ailem Dostuk Sevgi Forumları »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Paylaşmak İstediklerim ::.. => Hikayeler & Öyküler => Konuyu başlatan: Fatih - Nisan 02, 2014, 06:31:45 ÖS

Başlık: Bir Yanardağ Hikâyesi
Gönderen: Fatih - Nisan 02, 2014, 06:31:45 ÖS
(http://www.sizinti.com.tr/img/spotimg/423/5939.jpg)

Babamın işi sebebiyle yurtdışında bulunuyorduk. İkamet ettiğimiz köy, ara sıra faaliyete geçen bir yanardağın eteklerinde idi. Dağın tepe kısmında belli aralıklarla küçük volkan patlamaları olduğuna bütün köylüler şahit olmaktaydı. Geçen gece çok şiddetli bir patlama sesi duyuldu. Şiddetli bir yanardağ patlaması olmuştu. Lavların dağın zirvesinden akışı gece uzaktan görülebiliyordu. Çocukluğumdan beri çok sayıda yanardağ patlamasına ve lavların gökyüzüne fışkırmasına şahit olmuştum. Mahallemizde birlikte büyüdüğümüz ve okula gittiğimiz bir arkadaşım vardı. Dağın iyice soğuduğu bir bahar gününde onunla dağın eteklerine tırmanmaya, soğuyan lavlara bakmaya ve merakımızı gidermeye karar verdik.

Epeyce tırmandıktan sonra, yeşillikler arasında yanardağdan fırlayıp düşen siyah, kömüre benzeyen tipik lav kayacıklarıyla karşılaştık. Tam bu esnada, dışı sarı-kırmızı renklerle kaplı bir tükenmez kalemin yerde öylece durduğunu görüverdik. Kalem yeşilliklerin arasında bulunuyordu. Ben hemen aklımdan geçeni söyleyiverdim: "Demek ki bizden önce bazı insanlar burayı ziyaret etmişler, kalem onlardan düşmüş." Arkadaşım ise: "Hayır bu mümkün değil, bizden önce buraya hiç insan gelmedi. Bu kalem buradaki şartların bir araya gelmesiyle tabiatın bize bir hediyesi olarak meydana gelmiştir." iddiasında bulundu.

Arkadaşıma göre bu kalemin burada bulunmasının başka bir izahı olamazdı. Bana varsayımlarla dolu bir hikâye anlattı:

"Bu tükenmez kalemi oluşturan madenler bu dağın içinde zaten taş, kaya veya magma olarak vardı. Önce kalemin içinde bulunan kırmızı mürekkep magmanın eritici sıcaklığı ile oradaki madenlerin erimesi neticesinde ortaya çıkmış olabilir. Mürekkep bir boşlukta toplanmıştır. Hatta imkân olsa mürekkeple dolu gölü de bulabiliriz."

Ben aklımdan saf kırmızı mürekkep nasıl oluşmuş, diğer renklerle nasıl karışmamış acaba diye geçirerek pek inandırıcı bulmadım.

Arkadaşım anlatmaya devam etti: "Tamamen bu dağın içindeki şartlarla dışarıdan bir müdahale olmasına gerek kalmadan ince bir plâstik boru da oluşabilir. Dışı ve içi pürüzsüz olan bu mürekkep dolu borucuğun oluşması için gerekli bütün sebeplerin hepsi bu patlayan yanardağın içinde mevcuttur. Dağın içinde o borucuğu oluşturacak madenler, elementler zaten var. Önce sıcak lavların tesiriyle madenler erimiş ve yaklaşık leblebi büyüklüğünde bir sıvı plâstik damlası oluşmuştur. İnce bir rüzgâr sıvı plâstik damlasının ortasından bir cam ustasının nefesi gibi geçmiş olabilir. Olmaz diye bir şeyi kabul etmiyorum. Sonra da ortaya çıkan içi ve dışı pürüzsüz bu borucuk tam da tükenmez kalemin boyunda bir keskin kaya parçasının darbesiyle kesilmiş olabilir."

Buraya kadar plâstikten oluşan ince borucuk ve onun içine girecek mürekkep var. Ancak nasıl olacak da mürekkep borunun dışını kirletmeden içine girecek? Arkadaşım hezeyanlarını iyice artırmıştı: "Bunun için de ince bir rüzgâr esmiştir. Rüzgâr sıvı mürekkebi üfleyerek etrafı da kirletmeden borucuğun içine yerleştirmiş olabilir."

Beynim derin düşünceler arasında zonklamaya başladı.

Arkadaşım hikâye anlatmaya devam ediyordu: "Bana göre tükenmez kalemin diğer parçaları da bu fırtınalar, rüzgârlar, sıcaklıklar, soğukluklar arasında üretilmiştir. Öncelikle içi mürekkeple dolu borucuğun ucuna boru ile aynı kalınlıkta veya borucuğun içine yerleşebilecek kalınlıkta ortası delik bir metal yerleştirilmesi, bunun için de önce dağdaki madenlerin eritilmesi gerekiyor. Eritmekte problem yok da nasıl şekil verilecek? Çünkü bu içinde minik kanal bulunan metalin bir şekli var. İşte burada kayaların arasında tesadüfen oluşmuş bir kalıp içine erimiş demir madenlerinin girmesi ve orada soğuması ile ortaya çıkmış olabilir. Kanalın oluşması için de ya rüzgâr daha soğumadan kalıp içindeki metalin içinden geçmiş veya bir ucu sivri kaya parçası rüzgârın döndürmesiyle küçük metalin içinden geçmiş ve minik kanal açılmış olabilir."

Arkadaşımdan şüphe etmeye başladım. "Peki" dedim, "Ya bu metalin ucunda bulunması gereken küçük bilyecik nasıl meydana gelecek?"

Kendisi cevap vermeye başlamıştı zâten: "Bu minik bilyenin önce erime ve soğuma işlemleriyle üretilmesi gerekir. Ardından da içi kanallı metalin ucuna muhtemelen bir rüzgâr vasıtasıyla yerleştirilmesi gerekir. Bu da sanki olabilir gibi. Gerçi hep de sebep olarak rüzgârı kullandık ama neylersin ki başka da sebebimiz yok gibi. Akıl başka yol bulamıyor."

Kendisine: "İyice daraldım. Yeter! Anlattıklarında zerre kadar mantık yok!" dedim. "Kalemin daha bir sürü parçası var. Bunların büyüklükleri, birbirlerine tutunma yerlerindeki yivleri hep uyumlu olması lazım. Bu mümkün değil. Hattâ sonsuz defa aynı hâdiseler vuku bulsa bu mümkün olamaz."

Arkadaşım, "Mantıksız gelse de, bunu kabul etmekten başka çare yok." diye devam etti. "Tükenmez kalemin yayı da erimiş metallerin yer hareketleri esnasında sündürülmesi ve önce bir tel, sonrasında da düzenli olarak bu hareketler esnasında kendi etrafında döndürülmesiyle ortaya çıkmış olabilir."

Arkadaşım, aynı şekilde lavların içinde aşırı sıcaklıkla madenlerin erimesiyle, rüzgârın etkisiyle, kaya parçalarının hareketiyle tükenmez kalemin diğer aksamının oluşabileceğini anlatmaya devam etti. Nasıl olmuş da, düzenli bir kalıptan çıkmış olması gereken kalemin dış boruları ve yivleri tam da istenilen şekilde, birbiriyle uyumlu olarak kendi kendine ve tesadüflerin oyuncağı olan sebeplerin tesiriyle ortaya çıkmıştı. Ben hiç mantıklı bulmadım ve bu safsataya hiç inanmadım.

Arkadaşım da sıkılmaya başlamıştı. Özellikle parçaların birbirine büyüklük açısından uyumu nasıl tesadüfen olacaktı? Parçaların birbirine tutturulmasında gerekli erkek ve dişi yivlerin kendiliğinden uyumlu olması imkânsız idi.

Artık tekliyordu. Nihayet "Bu fikrimden vazgeçtim." dedi, ve derin bir "Ohhh!" çekti.

Ben de kendisine, "Bu hikâyeyi kime anlatsan inanmaz." dedim. "Tek tek minik parçaların oluşması zâten imkânsız. Hadi oluştu, birbirlerine nasıl uyumlu olacak? Hadi o da oldu, hepsi bir araya nasıl mükemmelen gelecek? Bir sebep onları birbirine nasıl monte edecek? Hiçbiri mümkün değil. Parçaların farklı zamanlarda ortaya çıktığını farz etsek bile, o zaman lavlara veya diğer tabiat şartlarına nasıl dayanıp da diğer parçaların oluşmasını bekledi? Bir de diğer tükenmez kalemleri düşünmemiz lazım. Hadi bir tanesi tesadüfen oldu, diğerleri ondan nasıl üretilecek? Tesadüfen oluşan ilk tükenmez kalemin içine bir mekanizma da tesadüfen yerleşmesi gerekir ki, bu imkânsız.

Aynı şekilde, canlının temel taşı olan hücreyi ele alalım. Bir hücrenin sulu bir ortamda, meselâ bir denizde suların hareketleriyle, denizin dalgalarıyla ortaya çıkması mümkün olabilir mi? Hücrenin bir organeli olan endoplazmik retikulum tesadüfen oluştu diyelim, ki böyle bir varsayımı dillendirmek bile akıllı işi değil, diğer organellerin, meselâ çekirdek, çekirdek içindeki çekirdekçik, DNA ve diğer proteinler, hücrenin ve diğer organellerin dış zarları tesadüfen aynı anda nasıl oluşacak? Farklı zamanlarda farklı yerlerde oluşsalar fayda etmez. Sırf hücrenin dış zarını ele alsak, yine imkânsız. Zarla birlikte diğer organeller de aynı anda oluşup birbirlerinin içine girip paketlenecek. Bu mümkün değil! Hücre zarı çok çok hassastır, mikronlarla ifade edilecek derecede incedir ve kolay yırtılabilir. Tabiattaki kontrol dışı ve çoğu defa olumsuz ortam şartlarına nasıl dayanıklı olacaktır? Bunu akıl kabul etmez!"

Köye döndüğümüzde, yanardağ hikâyesini kime anlattıysak kimse kabul etmedi. Bir Allah'ın kulu çıkıp da "Olabilir!" demedi. Çünkü bu hikâyenin gerçek olabilmesi için tabiattaki her bir nesne, sebep ve hâdisenin birer "tanrı" olması gerekiyor, ki bu mümkün değildi! Sebepler ve tabiat hâdiseleri akıllı şuurlu değiller ki! O zaman, tükenmez kalem tesadüfen değil, iyi bir mühendis, usta ve işçi grubu ile çok donanımlı bir fabrikada ancak üretilebilir, aynen öyle de bu canlılar da sonsuz ilim, hikmet ve kudret sahibi bir Yaratıcı tarafından ancak var edilebilir.

Bir öğretmen arkadaşımın oğlu, hücre hakkında bilgi verirken; "Bir bilgisayar mı, yoksa hücre mi daha mükemmel yapılmıştır?" diye sordu. Hiç düşünmeye gerek yok ki, elbette hücre çok daha mükemmel… Onu bilgisayarla kıyas bile edemeyiz.

Herkes, cansız tükenmez kalem veya bilgisayarın tesadüfen asla ve kat'a kendi kendine olamayacağına inanıyor da, bazıları nasıl canlıların kendi başlarına var olabileceğini kabul ediyor, bunu anlamak mümkün değil.
Başlık: Ynt: Bir Yanardağ Hikâyesi
Gönderen: Rüya. - Temmuz 10, 2014, 11:41:15 ÖÖ
Emeğine Sağlık, Paylaşım İçin Teşekkürler gull
Başlık: Ynt: Bir Yanardağ Hikâyesi
Gönderen: Kuskün Çiçek - Şubat 26, 2017, 11:09:33 ÖÖ
 eys bravoo bravoo