Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» İslami Dini ve Türk Tarihi »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Dini Bilgiler ::.. => Hz.Muhammed S.a.v => Konuyu başlatan: мυαммєя αнмєт - Mayıs 10, 2011, 09:09:42 ÖÖ

Başlık: Nerdesin
Gönderen: мυαммєя αнмєт - Mayıs 10, 2011, 09:09:42 ÖÖ
Nerdesin



Nerdesin yıllarca hasretini çektiğimiz kahraman? Nerdesin hayallerimizin  güvercini, rüyalarımızın üveyki? Nerdesin “ba’sü ba’del mevt”imizin  müjdecisi? Izdırap dolu günlerimizde, uykusuz geçen gecelerimizde hep  yolunu bekleyip durduk Ufkumuzda beliren her karaltıya, “Bu O’dur”  deyip, “Seniyye-i Veda” türküleriyle yollara döküldük Gurublara kadar  beklediğimiz nice günler vardır ki, kolumuz-kanadımız kırık evlerimize  dönerken, zambaktan hülyalarımızla teselli olup durduk Her yeni gün,  bizim için tasa ve kederden esintilerle gelip ruhumuzu ezerken,  düşmanlarımız esirdikçe esiriyor ve ortalığı şamataya boğuyorlardı;  gelmeyecek Mesih soluklu, Heraklit pazulu diye
Nerdesin ve ne zaman geleceksin esatîrî yiğidim! Billâhi, şu ölgün  ruhların, pörsümüş gönüllerin hayat mumları sönmek üzeredir! Eğer  canlara can katan temiz soluklarınla imdada yetişmezsen, kuruyan  göllerimizde, suyu çekilen havuzlarımızda yaprağı dökülmedik tek nilüfer  kalmayacaktır Bağbân gideli, bağ bozulalı asırlar oldu Toprak, semaya  inat, sema, “gözlerin kuruması murat” dediği günden bu yana, zemin bir  baştan bir başa çöle döndü Bizler, uçsuz bucaksız bu beyâbanda  gördüğümüz her kervana, Yusuf’un gömleğini sorar gibi seni sorduk ve  sonra da bir “sabr-ı cemil” çekerek yeni doğuşlar beklemeye koyulduk  Sessizliğin ve kimsesizliğin içimizi yalnızlıkla doldurduğu bu insiz,  cinsiz âlemde, kaç defa sinekleri kartal, elsiz-ayaksız kötürümleri  İskender diye ağladık  Arkasından koşup durmadığımız kafile kalmadı Ama sen hiçbirinde yoktun!  Karşılaştığımız minare kametliler, parmak kadar düşünceye bir mum  tutuşturacak kadar iradeye sahip değillerdi Ruh dünyaları karbonlaşmış,  fikirleri harâbâtî, bakışları miyop ve beyanları alabildiğine dekolte  idi Onlarda, kahramanımızın çarpıcı nazarları, kahramanımızın ızdırap ve  acıları, kahramanımızın coşkunluk ve tebessümleri göze çarpmıyordu…
Zaman bizim için hep Muharrem, zemin Kerbelâ oldu Sinemiz, Hüseyin’in âh  u efganıyla inliyor Gözlerimiz, kararan ufuklarda hilâl arar gibi  yolunu gözlüyor; her yüzde seni hayal etmek, her çığlıkta senin muştunu  duymak istiyoruz Sana hasret, sana susuz ve sana tutkunuz!
Seni vefalı, seni hasbî, seni şuurlu ve seni hep becerikli tanıdık  Atmosferine sığınan, kemlik görmedi Sen sadakat ve samimiyetin bestesi  oldun Gönül verdiklerinin ağlamasıyla ağladın, gülmeleriyle de güldün  Onlar için inledin ve onlar için sevindin Yüce gönlüne ve yukarılarda  pervaz eden ruhuna, maddiyat ve dünyalar kement olamadı Pürvefaydın,  yürektendin!
Kafdağı’ndan ağır bir yükün altına girerken, ne yaptığının şuuru içinde  ve kararlı idin Onun için ne yolların sarplığı, ne de önüne çıkan  kan-revan deryalar, sende gevşeklik, sende yılgınlık ve sende vefasızlık  meydana getiremedi Bir karasevdalı gibi girdiğin bu yolda, “Girdik  reh-i sevdaya; bize onur, bize gurur lazım değil” demiştin!
Hani bir keresinde, dostunun ayağına saplanan bir dikenle, senin  hayatını bir terazide tartmak istemişlerdi de, sen çılgına dönmüştün Bin  ruhun olsa, O’nun zülfünün tek teline feda etmemeyi vefasızlık sayıyor  ve isyan ediyordun Nerdesin Hubeyb!
Ve yine bir defasında, senin kolunu-kanadını kırmış ve budanan bir ağaç  gibi yere sermişlerdi Kala kala omuzlarının üzerinde kan kırmızı bir  başın kalmıştı Sen, Cennet hurilerinin divan duracakları bu yüce başı  saklamak istiyordun Ve hatırlarsan şöyle diyordun: “Bu baş bu omuzlarda  olduğu müddetçe, O’na gelip çarpan şeyleri göğüslemezsem, vefasızlık  yapmış olurum” Nerdesin Mus’ab!
Hatırlarsan, bir başka zaman orduları arkana takmış ve çok uzaklara  açılmıştın Kabına sığmıyordun Ateştin Tufandın Bir baştan bir başa  yeryüzünü bir hamlede teslim almak ve yüce zimamdarına bağlamak  istiyordun Leventlerinle bir solukta ateşgedelerin ülkesine ulaştın ve  içlerine öyle bir vâveylâ saldın ki, ard arda Kisra’nın beldeleri  tarumar oluyor ve toprağa gömülüyordu Sonra tuttun, topuzunu Bizans’ın  başına indirdin Asırlarca sonra gelecek olan genç Türk serdarına öncülük  yaptın ve Konstantiniye’ye giden yolu açtın Hızır mıydın, İlyas mıydın?  Geçtiğin yerlerde güller bitiyor, ayağını attığın harabeler, yerlerini  umranlara terk ediyordu Dost-düşman kılıcının gökten indiğine inanıyor,  orduların, seni insanlığın tedibiyle vazifeli bir melek sanıyordu Tam  zaferlerinin böyle üst üste kaideleştiği ve senin bu müstesna kaide  üzerinde âbideleştiğin bir dönemde, iltifat beklediğin bir ağızdan,  vazifeden affedildiğini işittin Sarığın boynunda ve bir mücrim  hüviyetinde, o yüce ağızdan: “Halk, elde edilen zaferleri senin şahsında  buluyor, hâlbuki” sözlerini dinlerken, ona hak veriyor ve hakkında  kesilip biçilen kararlara inkıyadını belirtiyordun Sonra tuttun, elinin  altında bulunan birinin emrine girerek, yüce idealin uğrunda yoluna  devam ettin Söyle Allah aşkına! Bütün bunlara nasıl katlandın? Senin  izzet-i nefsin ve onurun yok muydu? Soluklarına susadığım, yiğidim,  Halid nerdesin!
Bir başka defasında da seni kardeşinle konuşmaktan menetmişlerdi Hani o  güne kadar bir lâhza kendisinden ayrılmadığın kardeşinle konuşmaktan  Savaş meydanlarında omuz omuza, yemek sofralarında diz dize oturduğun  kardeşinle konuşmayacaktın Emir, âlî bir divandan çıkmıştı ve sen buna  riayet etme kararında idin Dilbeste olduğun O Zât aşkına, söyle bana! Şu  benim bilebildiğim “Bilmiyorum” sözünden başka ona bir laf ettin mi!  Değilse, o ne sadakat, o ne vefa ve o ne irade! Nerdesin Ebû Katâde!
Bir defa da sen, hocanın önünde yürüyordun Itırla yıkanmış cübbene, onun  atının ayağından bir damla çamur sıçramıştı Sen o gün bir hükümdardın  Dünyayı iki hükümdara az gören bir hükümdar İranlı kapıkulun, Memlûkler  kölelerindi, “Şîrler pençe-i kahrından olurken lerzân”1, sen tuttun, o  çamurlu cübbenin tabutuna sarılmasını vasiyet ettin Sen nesin? Sofî  misin? Derviş misin? Yoksa yerde gezen bir melek misin? Ve ey Şîrpençe  nerdesin!
Gözlerim yollarını gözlerken, dilim davet türkülerini söylerken, kırık  mızrabımı gönlümün tellerine dokundurmak istedim Heyhât! Bu muammanın  bir küçük noktasına dahi tercüman olamadım “Ben o nağmeden müteheyyicim  ki, yoktur ihtimali terennümün”2
Nazarlarımız ilk geldiğin yolda takılıp kaldı Ve yıllar yıllı, bir daha  geleceğinin ümidini içimizde besleyip durduk ve hayallerinle avunduk Bu  ümit, bu azimle sonsuzlara kadar, her şafakta seni arayacak ve her  kervandan seni soracağız İnan, ne bizim yalnızlık ve inkisarımız, ne de  düşmanlarımızın ha bire kudurup durması, senin yolunun delileri olmadan  bizi vazgeçiremeyecektir!
Bu uğurda belki bin defa aldanacak, bin defa ateş böceklerine koşmalar  dizeceğiz ama bir Mevlâna anlayışı içinde, senin yolundaki yalanlara  dahi gönlümüzü çıkarıp armağan etmeden geri kalmayacağız
Ey tatlı rüyaların sevimli kahramanı! Riyanın, şöhretin, mansıbın aydın  ümitlerimize zift sürmek istediği şu kara günlerde, ağzının diriltici  iksirine muhtaç gönülleri daha fazla bekletme!


-alinti-
Başlık: Ynt: Nerdesin
Gönderen: вαşκαп - Mart 25, 2016, 02:22:30 ÖS
 cgp
Başlık: Ynt: Nerdesin
Gönderen: Özgür Kız - Mart 25, 2016, 04:27:57 ÖS
(http://siirfm.org/Smileys/default/cgp.gif)