Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler
»»-(¯`v´¯)-» Web Ailem Dostuk Sevgi Forumları »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Paylaşmak İstediklerim ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Kasım 21, 2013, 12:10:31 ÖÖ
-
(http://www.sizinti.com.tr/images/konular/201/420.jpg)
Hedefsiz ve gayesiz insan, meyvesiz ağaç gibidir. Mü’min hedefsiz ve gayesiz olaÂmaz. Onun gayesi rıza-ı İlâhî, hedefi inÂsanlığa hizmet ve semavî soluklarla ölü kalplerin dirilmesine yardımcı olmaktır. Bunun tahakkuku için îman, ilim, iz’an, şuur, muÂhakeme ve muhasebe gerekir. Kişi muÂhasebesinin derinliği nisbetinde yaratılışını idrak eder, Yaratanı ile mukavelesine sadık kalır. Unutmamak gerekir ki, üzerinde hayat hakkı elde ettiğimiz gezegen bir tayyare gibi emir daÂiresinde hareket etmektedir. Biz ise onun yolÂcularıyız. Bu yolculuk doğumla başlıyor. Biz bu tayyareye binerken gariptik, fakir ve zayıf idik, hiçbir şeyimiz yoktu. Tayyarenin sahibi bize merhamet edip bütün ihtiyaçlarımızı ücretsiz karşıladı. Yolculuk bitince uhdemize tevdî edilen bütün emanetler geri alınacaktır.
İşte kendisine sımsıkı yapıştığımız dünya hayatı, böylesine kısa bir yolculuktan ibarettir. Binaenaleyh, duvarlarımıza astığımız takvim ve onun yaprakları gibi, ömür takvimimizin yapÂrakları durumunda olan günlerimiz de paketlenip süratle Hâkimler Hâkimi’ne sevk edilmektedir.
Aldığın her nefes, attığın her adım seni heÂsapların görüleceği, mizanların kurulacağı, sırÂların neşredileceği büyük güne götürüyor.
Çocukluk gitti, gençlik bitti, ihtiyarlık kaÂpımızda misafir, kabir ise ağzını açmış bekliyor. “Ey inananlar, Allah’tan korkun; herkes yarın için ne (yapıp) gönderdiğine baksın. Allah’tan korkun; çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Haşir, 59/18)
Sınıf geçmek için imtihana hazırlandığın, maliyeye hesap vermek için kıvrandığın, muÂsibet karşısında sarsıldığın kadar, Allah’a (cc) veÂreceğin hesap için de en az bu kadar dertlenmek gerekiyor. Bunun için sessiz bir şehre uğradım. Sakin mi sakin, sakinlerinin hiç ses ve solukları çıkmıyor. Hâlbuki bir zamanlar atlas ve ipek giysiler içinde dünyalarını saray ve kâşanelerde geçiren bu insanlar, bir gün kabrin kendilerini bir lokma gibi yutacağını hiç düÂşünmüşler miydi acaba?
Şehrin işaret levhaları olan mezar taşları, maziye ait (menfî ve müsbet) hatıralar üflerken, ölümsüz ve ebedî âleme davetiye görüntüsü sergilemektedirler.
Kuruduktan sonra yeşermeleriyle, “ba’sû ba’de’l-mevti” hatırlatan otlar, ağaçlar bir gün toprak altında sessiz yatanların da uykudan uyaÂnır gibi kalkıp sesli hale geleceklerinin bir müjÂdesi, bir işareti sayılmaktadır.
Toprağın bağrına düşen çekirdek de sesÂsizdir. Ama mevsimi gelince binler dil olur, dal budak, yaprak-çiçek ve meyveler halinde dirilir ve hâldiliyle konuşmaya başlar. O sessiz şehirde, mazinin derin derelerine doğru öyle levÂhalar görünüyor ki, semavî davete baş kaldırmış olanların (vahşilerin kokmuş bir nesne başında boğuştukları gibi) şu dünya üzerinde boÂğuşurken, davetiyeleri gelmiş ve istemeyerek de olsa o şehre zorla göç etmişlerdi.
Arkada bıraktıkları nesiller içinde küfür ve dalâleti tercih edenler, vahşileri utandıracak kadar korkunç vahşet sergilemekte ve hayatı ceÂhenneme çevirmektedirler. Ve yine o sessiz şeÂhirde ve mazi derinliklerinde öyle kamet-i bâlâlar, küheylanlar gördüm ki, mal ve canlarını Malikü’l-Mülk’e arz ederek asırlarca çiçeği solÂmayan bir bahar hazırlamışlar. Varislerine huzur, emniyet ve adalet dolu bir dünya bırakmışlar. Geride bıraktıkları vefa ve sadakat örÂneği varisleri ise, seleflerine yakışır bir şekilde, muvâzene unsuru, emniyet temsilcileri olarak, Muhammedi ruhla dünyayı cennet-nümun bir hale getirmek için çırpınıyorlar.
Nöbetini ikmal edip terhis teskeresini alan nice kutlular var ki, oraya girişleriyle sesleri kesik gibi görünüyor, fakat sinelere attıkları toÂhumlar yeşerdikçe susturulması mümkün olÂmayan, gürül gürül bir ses ve soluk haline geÂliyor, bir ölüp bin dinliyorlar. Bu diriliş, ebedî âlemdeki dostlarla buluşma dirilişidir.
Söz Sultanının (sav) ifadeleriyle “cennet bahçelerinden bir bahçe” olan berzah âleminin sakinleri, dünyada kalp kulağı açık olanlara öyle şeyler haykırıyorlar ki, ruhlarımızda ebedî dostÂlarımıza vuslat heyecanı uyandırıyorlar. Süratle kabre doğru gitmekte olan bizlere Kur’ân diyor ki: “Her nefis ölümü tadıcıdır.”Evet, ölüm haktır, bu hayat ve beden şu hakir dünyaya direk olaÂcak kabiliyetle değildir. Zira demir ve taştan deÂğildir. Bu gerçeği bizden evvel tadanlar hâl diÂliyle, “siz de bizi takip edip, bize iltihak edeÂceksiniz. Ömür az, sefer uzun, yol tedariki yok, öyle ise ‘deve kuşu gibi’ davranıp aldanmakta fayda yok” ihtarında bulunuyorlar.
Manevî ve gönül mimarlarımızdan bir kutlu, bir yerde insana seslenirken şöyle der: “(Hz. İbrahim (as)’in Ebu Kubeys tepesinden inÂsanları hacca davet ettiği gibi) Hakk’a davet edip diyor ki, Ey İnsan! Senin elinde bulunan nefis ve malın senin mülkün değil, belki sana emanettir. O emanetin Maliki her şeye kadir, her şeyi bilir bir Rahim ü Kerîm’dir. O senin yaÂnındaki mülkünü senden satın almak istiyor. Ta senin için muhafaza etsin, zayi olmasın. İleride mühim bir fiyat verecek. Sen muvazzaf ve memur bir askersin, O’nun namıyla çalış ve heÂsabıyla amel et. O’dur ki, muhtaç olduğun şeyÂleri sana rızık olarak gönderiyor ve senin takatin yetmeyecek şeylerden seni muhafaza eder.” (....) “Kabir âlemi âhirete açılmış bir kapıdır. Arka ciheti rahmettir, ön ciheti ise azaptır. Bütün dost ve sevgililer o kapının arka cihetinde duÂruyorlar. Senin de onlara iltihak zamanın gelÂmedi mi ve onlara gidip onları ziyaret etmeye işÂtiyakın yok mudur.? Evet vakit yaklaştı, dünya kazuratından temizlenmek üzere bir gusül lâzımdır. Yoksa onlar istikzar ile ikrah edeÂceklerdir.” {....)
“Aklı başında olan insan, ne dünya umuÂrundan kazandığına mesrur ve ne kaybettiği şeye mahzun olur. Zira dünya durmuyor gidiyor, insan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak, ihtiyarlık şafağı kulaklarının üstünde tulü etÂmiştir. Başının yansından fazlası beyaz kefene sarılmış, vücudunda tavattun etmeye niyet eden hastalıklar ölümün keşif kollarıdır... Senin o Ömr-ü Bakiden hiç haberin yok, ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan..!”
Ve bu sesin sahibi, “Âhirette seni kurÂtaracak bir eserin olmadığı takdirde fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme” gibi kalp ve ruhumuzu itmi’nâna kavuşturan nasihatlarla dünyayı kesben değil, kalben terk etmemizi, kabrimizi cenÂnet bahçelerinden bir bahçe haline getirmeÂmizi temin için davet ediyor, yanıp yakılıyor.
Öldü zannettiğimiz nice Hakk dostu ile seÂneler sonra rüyada veÂya yakaza halinde görüşüp konuşuyor ve sohbet ediyoruz. GörüÂlüyor ki, oraya gidenler çürüyüp yok olmuyorlar. Hayatın hesabını verÂmek üzere Hâkimler Hâkimi’nin huzuruna çağÂrılıyorlar.
Bu semavî kayÂnaklı davetler, uyarıcı irÂşatlar karşısında kalpler ne kadar donuk, vicdanlar ne kadar hissiz; Et ve kemikten ibaret olan gözün açılıp kaÂpanması, kulağa seslerin çarpması bir şey ifade etmiyor. Sanki onlar yaşayan ölüler. Çünkü ruhÂları ölmüş. Bu ruhen ölmüş insanların hayata kaÂzandırılması, ölümün mahiyet ve gerçeğinin anÂlatılması ile mümkün olacaktır.
Büyük bir yarına (amel sandığı olan kabre, hesaba) hazır mıyız? Evet, Yüce Yaratan’dan ne ölçüde korkuyoruz, korkumuzun alâmeti nedir, gitmemiz ve girmemiz mukadder olan kabrimize ne hazırladık, sermaye var mı, varÂlığımızın hikmet ve gayesi nedir? Bütün bunların tatminkâr cevabı hayatı yaratanın tanınması, O’ndan gelen mesajın kavranması ile mümkün olacaktır.
Ölüm düşüncesi, insanı ölümsüzlüğe ve gerçek dirilişe uyandırmaktadır. Her gün kabre benzeyen yatağa girip, kısmî ölüme maruz kalan insanın, sabah dirilir gibi uyanması, dinç ve enerjik olarak hayata katılması, ölümsüz ve ebedî hayatı bize ihtar etmekte ve hazırlığa davet etmektedir.
Bu davete kulak verenler;
—Her gece ve gündüz ahirete davet vuku bulacakmış gibi hareket ederler.
—Dönüşü olmayan, ölümsüz ve ebedî âleme hazırlık yaparlar.
—Hergünü RamaÂzan, her geceyi Leyle-i Kadir bilirler.
—Şahsî kusurlarını savcı gibi araştıÂrıp, ehl-i imana karşı müsamaha ve af yoÂlunu ihtiyar ederler.
—Peygamberlerle temsil edilen bir davaÂnın sorumluluğunu vicÂdanlarında duyarak hareket ederler.
—Müslümanların başına gelen musibetler karşısında irkilip, cürümü kendilerine alır ve “Ya Rab, onları içinde bulundukları felâketten kurtar, bizi de onların durumuna düşürme” diye dua ederler.
—Helâket ve felâket asrında neslimizin ve insanlığın dalâlet ve küfür yangınından kurtarılÂması için itfaiye memuru sorumluluğu ve heyeÂcanı ile hareket ederler.
Gönül ne kadar arzu ediyor ki; her şehrin girişinde bize selâm veren, altı üstünden zengin şehrin sakinleri ile, daha yakından tanışabilsek ve her an o âleme davet edilecek misafirler olÂduğumuzu unutmasak.
-
eys bravoo bravoo
-
eys