Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» Web Ailem Dostuk Sevgi Forumları »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Paylaşmak İstediklerim ::.. => Hikayeler & Öyküler => Konuyu başlatan: Fatih - Kasım 29, 2013, 05:45:33 ÖS

Başlık: 18 Yıl Sonra Almata
Gönderen: Fatih - Kasım 29, 2013, 05:45:33 ÖS
(http://www.sizinti.com.tr/img/spotimg/419/5888.jpg)

18 yıl önce üniversite tahsili için eski bir Sovyet uçağıyla gelmiştim Almata'ya. Beş sene talebeliğimin geçtiği şehre, bu sefer 13 sene sonra bir işadamı olarak, işadamları grubuyla geldim. Kaldığımız Ankara Oteli'nin en üst katındaki restorandan Almata'ya baktım. Büyük caddeleri uzaktan tek tek ayırıyor ve isimleriyle hatırlıyordum.

İlk geldiğimde 19 yaşındaydım. Kazakça ve daha çok Rusça konuşuluyordu. Tabiî ki ikisini de anlamıyordum. Bizden bir yıl önce gelip hazırlık okuyan arkadaşlarımızın iki dili de kıvrak konuşmalarına şaşırıyor ve onlara imreniyordum. Bir sene sonra gelenler de bize imrenmişlerdi.

O kadar çok hatıram vardı ki bu şehirde, hepsi birden başıma üşüşüyordu. Kimine kendi kendime gülüyordum. Kimi de bir közün küllerini üfler gibi içimi ısıtıyor hattâ yakıyordu. Abdullah geldi gözümün önüne. Hizmetten ve dersten başka hiçbir şey dikkatini çekmeyen Abdullah. Akşamları, lisede yaşadığı hizmet hatıralarını anlatırdı. Üniversitedeki Kazak arkadaşlarımıza, tatlı Kazakçasıyla Tevhidi, Nübüvveti, Haşri anlatırdı. Her hafta yaptığımız ve okul arkadaşlarını davet ettiğimiz maklubenin de ustası oydu.

Biz okulu bitirince Türkiye'ye dönmüştük. O ise, yeni açılan Kazak-Türk Üniversitesi'nde rektörün kalem müdürü olmuştu. Nişanlanmıştı. Bir yıl oldu olmadı, bir trafik kazasında gurbette vuslata erdi. Abdullah'tan sonra aklıma ilk gelenler, üniversitede hocam olan Nesip Hanım ve eşi Asker Bey oldu. Bizlere hocadan öte abla-ağabey, anne-baba olmuşlardı. Defalarca evlerine yemeğe aldılar. Orada geçirdiğimiz ilk ramazan ayında, bizden oruca dâir bilgiler alıp yazmışlar, ilk oruçlarını tutmuşlardı.

Bir gün bizi iftara davet ettiler. Sofrada beş-altı çeşit salata, çerezler, bisküvi ve sütlü çay vardı. Bizler birbirimize bakıp, nasıl doyacağımızı düşünüp, kaş göz hareketleriyle masayı göstermiştik. Bir arkadaş, "Ekmekle yiyin, yoksa aç kalırsınız!", bir diğeri "Neden zayıflar şimdi anladım!" gibi lâflar etti. Gerçekten de salataları ekmekle, hocaların bakışları altında sünnetlemiştik.

Biz sünnetlerken mutfaktan, Kazakların millî yemeği "beşparmak" sinilerde nefis kokular saçarak geldi. Yumuşacık pişmiş yufka parçalarının üstü et doluydu. Tek tük havuç ve patates vardı. Bir daha birbirimize bakıp mahcup olmuştuk. Asker Bey, beş parmakla bir yufka tuttu ve içine et alıp, ağzına attı. "Bu böyle yendiği için adı beşparmaktır." deyip sonra kaşıkla devam etti. Hocalarla iki sene sonra unutulmaz bir Türkiye gezisi yapmıştık.

Hocaların evi bizim için bir akademi gibiydi. Kapıları bize hep açıktı. Okulun sosyal maksatlı, yemekli-çaylı toplantılarını devamlı hocalar alırdı. Tabiî bizler daimî üye gibi hep çağrılırdık. Hocalar toplantılarda bir vesile bulur, bizlere ya Kur'ân okutur veya imana-İslâm'a dâir bir konu açarlardı. Biz de sorulara cevap verirdik.

Türkiye'ye döndükten sonra bayramlarda, kandillerde veya arada bir telefonla görüşüp irtibatı sürdürmüştüm. Nişanımı, askerliğimi, evlenmemi, işimi, doğan çocuklarımı mutlaka bildirdiğim gibi onlar da bana çocuklarının evliliğini, torunlarını haber verirlerdi. Bu son üç yıla kadar böyle sürmüştü. Sonra telefonları cevap vermemeye başladı. Yüzlerce defa aramama rağmen, telefon çalıyor gözüküyor; ancak cevap veren olmuyordu. Netice olarak son üç yıl haberleşememiştik. Onları çok özlemiştim. Şimdi Almata'daydım, onları mutlaka bulmalıydım. Grupla geldiğimiz için ilk iki gün şehri, Kız ve Erkek Kazak-Türk Liselerini, Türk işadamlarının açtığı üniversiteyi, Zaman gazetesini ve yeni hizmet vermeye başlayan yedi duraklı metroyu gezdik.

Cuma günü Almata Merkez Camiî'ne gittik. Ezan vaktini tam bilemediğimiz için erken vardık. 18 sene önceki yeşil boyalı, çatılı küçük mescidin yerine iki minareli, dev kubbeli, geniş girişli, mavi çinili büyük bir cami yapılmış. Talebeliğimizde sadece dışarıdan gelmiş Türk, Arap, Pakistanlı talebe yahut işadamlarından oluşan cemaatin şimdi tamamına yakını Kazak'tı. Pek çoğu da gençti, hattâ üniversiteliydi. Cami çok geniş olmasına rağmen, kırk dakika önce gittiğimiz hâlde zor yer bulabildik.

Kazak bir hoca vaaza başladı. Âyetlerin okunuşuna ve mânâsına hâkim idi. İslâm kardeşliğini ve kardeşlik için yapılan fedakârlıkları anlatırken ensar ve muhacir kardeşliğinden misâller verdi. Hz. Talha'nın üç gündür aç olan Ebû Hureyre'yi evine misafir ettiğini, yemeğin çok az olduğunu, çocukların aç yatırılması ve devamı hâdiseyi anlattı. Sahabi misâllerini verdikçe, bu vaazın kırk yıl önce Kestane Pazarı Camiî'nde verilen ve kasetten dinlediğim vaaz olduğunu anladım. Kırk yıl önce o yanık sinenin anlattıklarının bugün Almata'daki cami cemaatini de aydınlattığını görünce gözyaşlarımı tutamadım. Camiden çıkarken çok geniş olan cami avlusunun da gençlerle dolu olduğunu görünce, "…Yüzlerinde secde izi vardır…" (Fetih, 48/29) mealindeki âyeti hatırladım.

Cuma namazından sonra hocalarımın evine gitmeye karar verdim. Gerçi her akşam otelden telefon etmiş, cevap alamamıştım; ama buraya kadar gelmişken hocaları bulmadan, onlarla görüşmeden gitmeye hiç niyetim yoktu. Arkadaşlarımdan izin alıp hocalarımın evinin yolunu tuttum. Adres dün gibi aklımdaydı.

Tıpkı talebeliğimdeki gibi cebimi bozuk parayla doldurup, otobüs durağında beklemeye başladım. Taksiyle de giderdim; ama eski günleri yâd etmek için otobüsle gidecektim. Talebeliğimdeki eski otobüslerin kalmadığını fark ettim. Gideceğim yerden geçen bir otobüse bindim. Okulumun önünden geçerken, imtihanlarda bunalıp terlediğim veya neşeyle çıktığım salonları hatırladım. Talebeliğimde kaldığım bazı adreslerden geçerken muavinin durak adlarını bağırması gözlerimi buğulandırdı. Memetova Caddesi'nden geçerken gözlerim ilk kaldığım evi aradı. Ama göremedim.

Turgut Özal Caddesi'ne gelince, muavinin caddenin adını söylemesi ile hem iftihar ettim hem Özal'ın hatıraları zihnimde canlandı. İneceğim cadde anons edildiğinde 50 tengemi hazırlayıp merdivende duran muavine vermek üzere kalktım. O günlerin heyecanını yaşıyordum. İlâveten hocalarımı evde bulup bulamayacağımı, nelerle karşılaşacağımı da çok merak ediyordum. Tölebi Caddesi'ne, büyük bir cami yapılmış. Onun dışında -artan yeni model arabalar ve sıkışık trafik hâriç- hiçbir değişiklik yoktu. Caddenin karşısına geçip apartmanı buldum. Hemen hocanın dairesinin penceresine baktım. Açık duruyordu. Demek evde birileri vardı. Ama onlar mıydı?

Apartman girişinde beni bir sürpriz bekliyordu. Daima açık olan ahşap kapının yerinde, şifreli güzel bir demir kapı vardı. Pes etmeye niyetim yoktu. Gerekirse bir-iki saat bekleyecektim. 10 dakika geçmeden bir hanımefendi çıktı ve ben Rusça merhaba deyip içeri girdim. Artık hocalarımın kapısının önündeydim. Zili çaldım. Acaba kim çıkacak derken, kapıyı tanıdık bir sima açtı: Hocalarımın kızı Asela. Yanında da iki küçük çocuk. Sevinçle "Asela, kalay!" (nasılsın) diye bağırdım. O da "Ahmed Beg!" diye karşılık verdi. "Asker Beg, Nesip Hanım kayda (nerde)" diye sordum. Asela sevinçli bir şekilde, "Kiriniz, kiriniz!" diyor, bir yandan da mutfağa sesleniyordu: "Ahmed Beg, Ahmet Beg!" Nesip Hanım, şaşkınlık ve sevinç karışımı gözlerle bana bakıyordu."Oo, Ahmed Beğ, khoş geldinizder." deyip beni içeri davet etti. Derin bir nefes aldım. Allah'a şükür bulabilmiştim. Nesip Hanım, hâl hatırdan sonra ne zaman geldiğimi sordu. Ben de heyecanla Asker Bey'i sordum.

Cep telefonu ile arayıp, telefonu elime verdiler. Hocanın sesini duyunca, vurgulamalarını Kazaklar gibi yaparak"Essalâmu aleyküm" dedim. Hemen tanımıştı. Kısa bir zaman sonra o da geldi. Hâl ve hatır sormalardan sonra koyu bir sohbet başladı.

Telefon sistemi değiştiği için numaraları değişmiş, o yüzdenmiş ulaşamamam. Ben tek tek eski hocaları, asistanları sordum; o da Türk talebeleri, tanıdığı Türk esnafları, aile fertlerini sordu. Abdullah ve Doktor Hüseyin Ağabey'i rahmetle andık. Fazla vaktimin olmadığını söylememe rağmen, kendimi beşparmak ziyafetine kalmak zorunda hissediyorum. Arkadaşlarımı arayıp merak etmemelerini bildiriyorum.

Yemek boyunca yılların hatıraları yağıyor soframıza. İlk iftara geldiğimizde yaşadıklarımızı anlatınca, hoca oldukça gülüyor. Eski dekanları, rektörü ve hocalardan vefat edenleri, profesör olan asistanları, onlarla olan hatıraları bazen neşe bazen hüzünle anlatıyoruz.

Cuma namazında cemaatin kalabalık olduğunu, çoğunun üniversiteli olduğunu söylüyorum. Hoca, ramazanda, teravilerin hatimle kılındığını, yeni birçok mescit (camiye mescit diyorlar) açıldığını, kendisinin ramazanda oruç tuttuğunu, namaz kıldığını anlatıyor. Türk okulları, üniversitesi, Türkçe Olimpiyatları ve Türkiye ile alâkalı bir haber olduğunda hemen kulak kabarttıklarını anlatıyorlar. Evlerindeki buzdolabının Türk markası olduğunu; pencerelerini, Türk firmalarının değiştirdiğini söylüyorlar. Bizlerin diploma aldığını, ama kendilerinin bizlerden çok şeyler öğrendiklerini belirtiyorlar. Nesip Hanım: "Bize Allah'ı, Muhammed Peygamberi (sallallahu aleyhi ve sellem) sevdirdiniz." diyor. Yemeğin sonunda hoca Kazakça yemek duası yaptı, bana da Kur'ân okuttu.

Geç vakitte, Almata'nın en büyük ve güzel otellerinden olan, Türk işadamlarının yaptığı otele giderken, tarif edilemez duygularla doluydum. Dilimden; "Allah'ım, bugünleri gösterdiğin, böyle dostlar nasip ettiğin için sana binlerce şükür!" sözleri dökülüyordu.
Başlık: Ynt: 18 Yıl Sonra Almata
Gönderen: Kuskün Çiçek - Şubat 25, 2017, 07:56:21 ÖS
 eys bravoo bravoo