Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» Web Ailem Dostuk Sevgi Forumları »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Paylaşmak İstediklerim ::.. => Hikayeler & Öyküler => Konuyu başlatan: Fatih - Kasım 29, 2013, 11:12:48 ÖS

Başlık: Beddua
Gönderen: Fatih - Kasım 29, 2013, 11:12:48 ÖS
Hüseyin Efendi, Mundafa köyünde ikamet eden, ehl-i kalp mütevazı bir adamdı. Mundafa, Burunsuz’la komşuydu. Bu iki köyü sadece bir nehir böler ve bu nehir yüzünden aralarında çeşitli kavgalar çıkardı. Çoğunu da Burunsuzlular zorbalıklarıyla kazanırlardı.

Hüseyin Efendi, yumuşak tabiatlı, temiz simalı biriydi. Kendisini bir defa gören, onun ne kadar iyi bir insan olduğunu takdir ederdi. Köylüler onu sayar ve severlerdi. O hürmete layık birisiydi. Buna rağmen, kendini onlardan farklı bilmez; mütevazı davranırdı. Çifte çubuğa gider, çalışmayı çok sever ve öğütlerdi. Köyün çocukların bile kendini sevdirmişti. Onların başını okşar ve cebindeki şekerlerden verirdi. Bazılarının hastalarına dua eder, onu nefesi keskin bir adam bilirlerdi. Dilinden duayı eksik etmezdi. Daha doğrusu köyün mânevî doktoru, herkesin muhibbi idi.

Köy kahvesine teşehhüt miktarı uğradığında, onlara hak ve hakikati anlatırdı. Onun kahveye geldiğini gören herkes, başına toplanır, anlattıklarını dikkatle dinlerdi. Hâsılı, Hüseyin Efendi, ümmî fakat arif ve kâmil bir zattı.

Nehir kenarında verimli bir tarlası vardı. Tarlanın kıyısına küçük bir kulübe yapmıştı. Bu kulübesinde yaz- kış kalır, durmadan çalışır, çalışmanın ibadet olduğunu söylerdi. “İbadetlerini yerine getirmeden kuru kuru çalışmak, kula fayda sağlamaz” derdi. Tarlasındaki meyve ve sebzelerden onun ibadeti okunuyor gibi gelirdi insana. O, onları bereket dualarıyla diker, tesbihlerle büyütür, hamd ve şükürle yer ve başkalarına yedirirdi. Tarlası göz kamaştırıcı bir güzelliğe sahipti. Karşı köyden bazıları “Bu adamın başka bir usûlü olmalı ki tarlası bv kadar verimli” diye ona biraz şüphe, biraz da kıskançlıkla bakarlardı. Bu yüzden Hüseyin Efendi’ye zarar vermeyi düşünüyorlardı. Hâlbuki Hüseyin Efendi hayatında kimseye zararı dokunmayan, hatta düşmanına bile iyilik ve af ile muamelede bulunabilecek kadar olgun ve iyi niyetli bir insandı.

Bir kere, gözlerini kan bürümüştü. Kötü plânlarını kurmuşlardı. Hasetle kavruluyorlardı. Allah’ın hazinesinden ona verdiğine tahammülleri yoktu.

Hüseyin Efendi, onların bu düşüncelerini bilmeden durmadan çalışıyordu. Sebzelerini meyvelerini gözüyle okşuyor, onlara baktıkça gözü gönlü açılıyor: “Hey mübarekler!” deyip neşeleniyordu. Boynundaki mendille de zaman zaman başındaki ve alnındaki terleri siliyordu. Bahçe kenarındaki nehir, neşesine dem tutuyordu. Bazen dünyada olduğunu unutup, cennet bahçesinde bulunduğunu hayal edebiliyordu. Bu bahçe ona cenneti hatırlatıyor, oranın bağ ve bahçelerini özlettiriyordu.

Gün, öğleyi geçmişti. O kadar dalmıştı ki, ancak terini kurulamak için başını kaldırdığında görebildi çam yarması gibi o üç adamı. Nereden peydahlandıkları belli olmamıştı. Bunları uzaktan tanırdı. Karşı köyün en belalı adamlarıydı. Yine de kötülüğü iyilikle saymak istiyordu.

-“Buyurun efendiler, ne istiyordunuz?” diyebildi.

Onlardan biri:

-“Ne istediğimizi anlat” dedi ötekine.

O, anında Hüseyin Efendi’nin masum, çalışmaktan kızarmış yüzüne kuvvetli bir yumruk indirdi. Hiç beklemediği anda yüzüne yapıştırılan bu yumruk onu şaşırtmıştı. Bir diğeri onu sakalından yakalayıp itmeye başladı. Bir silkinişte sakalını caninin elinden kurtardı. Bunlarla tek başına başa çıkamayacağını, kötülere uymaması gerektiğini anlayan Hüseyin Efendi, nehre doğru koşmaya başladı. Hiç düşünmeden kendini nehrin kollarına bıraktı. Karşıya geçmesi uzun sürmedi. Nehir, bu iyi insanı bir an önce onların elinden kurtarmıştı âdeta. Adamlar, elindeki avını kaçırmış canavarın şaşkınlığını yaşıyorlardı. Hüseyin Efendi’nin tarlasını baştan sona târ u mâr ettiler. Ellerine geçen her şeyi kopardılar. Daha sonra da Mundafa köyüne dalıp, bir şey olmamış gibi davrandılar. Herkes işinde gücünde olduğundan, bir iki ihtiyardan başka ortalıkta kimse yoktu.

Hüseyin Efendi, nehrin öbür tarafına geçer geçmez, ıslak elbiseleri ve ıslak alnını sabahtan beri pişen toprağa koydu. Öğle namazını biraz önce kıldığından abdestliydi. Kulun Allah’a en yakın olduğu secde anındaydı. Canilerin yaptığına çok içerlemişti. Şimdi hem ağlıyor hem de onları Sahibine şikâyet ediyordu.

Gözyaşlarının kızgın toprağı öpmesinden sonra, hava birden değişti. Sanki onunla birlikte ağlayacaktı. Yüzünü buruşturdu. Bir bora, bir fırtına... Şimşek patladı kulakları sağır eden. Gökte donanma, harbe hazırlandı. Tüyler ürperiyordu gök gürültüsünden. Herkes evine çekildi korkudan. Patlamalar art arda geldi. Peş peşe yıldırımlar çakıyordu. Gök, memnuniyetsizliğini bildiriyordu. Hak dostuna yapılan bed muameleden. Önce bir yağmur başladı bardaktan boşalırcasına. Ardından ceviz büyüklüğünde dolu... Bütün yaprakları deldi kurşun gibi dolu taneleri. Sonra hava pusardı, bulanık bir ırmak rengini aldı. Herkes hayret içindeydi. Hüseyin Efendi de böyle olsun istemiyordu. Allah affetmemişti.

Nehrin bu yakasına bir damla bile yağmur düşmemişti. Afet, bıçakla kesilmiş gibi nehrin öbür tarafından bu yana geçmemişti. Mundafalılar, sadece öbür köyün üzerinin karardığını görmüşlerdi. Onların oradaki kopan fırtınadan haberi yoktu. Bunu daha sonra öğreneceklerdi.

Üç cani, Mundafa’dan ayrılıp kendi köylerine gelince, masum bir adama saldırmanın neye mâl olduğunu anlayacaklardı. Köyü görünce gözlerine inanamadılar. Bütün her yer çamurdu. Afet sonrası sessizliği vardı. Köy, sanki ikinci bir tufan yaşamıştı. Hüseyin Efendi’ye yaptıklarını hatırladılar. Bu sadece kendilerinin suçu değildi. Köydeki ileri gelenlerle kararlaştırmışlardı bunu. Suç, bütün köylünündü, ondan dolayı ceza umumi gelmişti.

Bu tufandan sonra köy verimsizleşti. Bir daha da, ne köy ne de köylüler iflah oldular. Burunsuzluların burnu öyle bir sürtülmüştü ki, herkese ibret olmuştu. Şimdi bile iki köyü beraber görenler, aradaki farka hayret ederler.
Başlık: Ynt: Beddua
Gönderen: Kuskün Çiçek - Şubat 25, 2017, 08:45:14 ÖS
 eys bravoo bravoo