»»-(¯`v´¯)-» İslami Dini ve Türk Tarihi »»-(¯`v´¯)-» > Allah Dostları
Süleyman Hilmi Tunahan hz Hayatı
(1/1)
Özgür Kız:
Herşey Kuran içindi yılmadı ve öğretti
Müthiş bir dönemdir yaşanan devir. Allah demenin bile neredeyse yasak edildiği, insanların dinlerini gizliden gizliye öğrenip yaşadıkları, Kuranın adeta bütün bir nesle unutturularak yüreklerden izlerinin silinmeye çalışıldığı bir devir.
Ümitler tükenmekte, İlahi kelam giderek sahipsiz kalmaktadır. Ancak çok sürmeyecektir. Onu biz indirdik, yine biz koruyacağız hükmü gereğince Asıl Sahibi (cc) kitabını kendisini koruyacak, onun hayat bahş eden nefesini köy köy dolaşarak müminlerin sinelerine üfleyecek mübarek talebelerini de bu işle yine O görevlendirecektir.
Bu kutsal görevle vazifelendirilen ve görevini son ana kadar en mükemmel şekilde yerine getiren zat son devrin büyük din âlimi Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan Hocaefendidir.
Babası zamanın müderrislerinden Hâfız Osman Efendidir. Soyu Fâtih Sultan Mehmed Hanın Tuna Hanı olarak tâyin ettiği ve kendi kız kardeşi ile evlendirdiği İdris Beye dayanmaktadır. İlim ehli ve fazîlet sâhibi bir âileden dünyâya gelen Süleyman Hilmi Tunahan, ilk öğrenimini Silistre Rüştiyesinde ve Silistre Satırlı Medresesinde yaptı. Bilâhare tahsîlini tamamlamak için İstanbula gelerek Sahn-ı Semân (Fâtih) Medresesine kaydoldu. Zamanın usûlüne göre aklî ve naklî ilimleri tahsîl ettikten sonra 1916 senesinde Ahmed Hamdi Efendiden birincilikle diploma aldı. Bir taraftan dersiâm, diğer taraftan da kadılık rütbelerine ulaşarak devrinin zâhirî ilimlerini tamamladı. Mezûniyetini müteâkip İstanbulda dersiâm olarak vazîfeye başlayan hocaefendi, cumhuriyetten sonra medreselerin kapatılması üzerine vâizliğe tâyin edildi. Uzun müddet İstanbulun Sultanahmet, Süleymâniye, Yeni Câmi, Şehzâdebaşı ve Piyâle Paşa gibi büyük câmilerinde vâaz ederek insanlara İslâmı anlattı.
Tasavvuf yolunda Selâhüddîn ibni Mevlânâ Sirâcüddîn Efendinin sohbetlerine devâm ederek yetişti.
Ebul-Fârûk Süleyman Hilmi Tunahan (ks) Hazretleri, yakın tarihimizde, zamanının İslâmî ilimlerini tahsil ederek, ilimde en ileri noktaya varmış; müderris, dersiâm, hukukçu, hadîs ve tefsîrde mütehassis bir İslâm âlimi, tasavvufta Nakşibendî silsilesinin 32. halkası Buhâralı Selâhüddîn ibn-i Mevlânâ Sirâcüddîn Hazretlerinin en büyük halîfesi, vekîli, bu silsilenin 33. ve son halkasıdır.
1924 yılında kabul edilen Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu ile medreseler ve diğer dînî eğitim müesseselerinin kapatılmasına karar verilmişti. Süleyman Efendi bunun üzerine büyük bir azim ve gayretle aynı eğitimi devam ettirmek için çareler aramaya başlamıştı. Bir araya getirdiği arkadaşlarına konunun ehemmiyetini anlattığında, arkadaşları korktukları için ona yardım etmez. Ama o yılmaz ve ilk talebeleri olarak da iki kızını seçer.
Evladım kaç paraya çalışırsın?
Bir liraya
Gel ben sana üç lira vereyim. Sen Allahın dinini, kitabını öğren
İlk olarak 1930-36 yılları arasında, Çatalcanın Kabakça köyünde kiraladığı çiftlikte, o gün bulabildiği birkaç talebeye dînî dersler vermeye başladı. Bir taraftan talebeleri işçi gibi göstererek okuturken, diğer yandan İstanbula amele pazarlarına geliyor, kabiliyetli, yetenekli gördüğü gençlere; Evladım kaç paraya çalışırsın? Bir liraya Gel ben sana üç lira vereyim. Sen Allahın dinini, kitabını öğren. Bu ilimler ortadan kalkmasın. diyerek talebe topluyor, bulduğu işçileri, maaş veya yevmiyelerini vererek okutuyordu. Böylece mücâdelede malıyla, canıyla en güzel bir hizmet örneği veriyordu.
Hizmet ve gayreti göz kamaştırıyordu
Süleyman Efendi Hazretlerinin Kuran hizmetlerini ve o hizmetlerin millî ve mânevî alanda doldurduğu boşluğu anlamak için, o devirdeki şartları, ihtiyaçları mutlaka bilmek gerekiyor. Bütün bunlar bilinmeden Süleyman Efendinin bir neslin imanının kurtulması için ortaya koyduğu gayretteki tesir ve hizmetler tam anlamıyla idrak edilemez.
Öyle zamanlar oldu ki, talebeyle bir yerde toplanıp okutmak imkânı kalmadı. Süleyman Efendi o zaman da taksilere ya da trenlere oturttuğu talebeleriyle gezerek onlara İslami ilimleri okutarak bu konuda büyük bir ceht ve gayret ortaya koydu.
Kuran hizmetleri devam ettikçe aleyhinde çok şeyler uyduruldu, insafsız ithamlara maruz kaldı. Amansız polis takibatları, idarî ve adlî tahkikatlar birbirini kovaladı. Aleyhinde muhtelif davalar açıldı, tevkif edildi. Evinden alınarak 1. Şubenin tabutluğunda 3 gün polis nezaretinde kaldı. 1939da İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesinde muhakeme ve 1944te İstanbul Sulh Ceza Mahkemesince tevkif ve muhakeme edildi. Fakat her defasında berâat etti. Bunca takibata, muhakeme ve tevkif edilmesine rağmen hayatında bir tek günlük mahkûmiyet almadı.
Nezaket ve asaletini hiç terketmedi
Devrin sıkıntılarına, sabır ve hilmiyle mukâbelede bulundu. Evini aramaya gelen polis memûrlarına Buyurun, hoş geldiniz, hem de bir kahvemizi içersiniz. derdi. Hanımı Hâfiza Sultan, Efendi! Efendi! Size bu zulmü revâ görenlere bir de kahve mi ikram edeceksiniz? dediklerinde, Onlar memûrdurlar, vazifelerini yapıyorlar hanım, yorulmuşlardır. diyerek kahve ikram etme nezaket ve asaletini terk etmedi.
Ümmet-i Muhammedi ayağınıza beklemeyin, siz onların ayağına gidin
Evlatlarım, sizin bu âlemdeki vazifeniz; bataklığa düşen insanları, düştüğü bataklıktan çıkarmaktır. Öyle ise ümmet-i Muhammedi ayağınıza beklemeyecek, siz onların ayaklarına gideceksiniz. En ücrâ yerlere bile bu hizmeti sizler götüreceksiniz.
Yaşına bakmadan ders vermek için uzun yol katederdi
1950lerde, ilerlemiş yaşına ve şeker hastası olmasına rağmen, kış günlerinde bile Kısıklıdaki evinden çıkar, iki tramvay, bir vapur ve aralarda sürekli yürüyerek Şehzadebaşı Taşteknelerdeki derslerine giderdi. Talebelerinin; Efendi Hazretleri, rahatsızlığınız var, her halde bir miktar istirahat edersiniz. dediklerinde, gülümseyerek: Yolculukta bazen şoförün lastiği patlar, bizim de lastiğimizi patlattılar, şimdi yapıştırdık. Okutamadığımız zamanları da telâfi için daha çok okutacağız, hizmetimize hız vereceğiz. diyordu.
Kötülemelere aldırmazdı
Süleyman Efendi Hazretleri, hiç kimsenin dedikodularına ve kötülemelerine aldırış etmeden hak bildiği yolda ilerledi. Bir gün Ona; Efendim, falancalar sizin aleyhinizde konuşuyorlar. dendi. Elhamdülillah! Münafık olmaktan kurtulduk. Allah Resûlü başta olmak üzere, İslam büyüklerinin hepsinin aleyhinde konuşulmuştu. Eğer bizim aleyhimizde konuşulmazsa kendimizden şüphe ederdik. diye cevap verdi.
Az-çok demez bulduğu herkese Kuranı öğretirdi
Az-çok demez, bulabildiği talebe veya cemaate bıkmadan, usanmadan ders verirdi. Adede itibar etmezdi. Bir gün Kurân öğretmek için gönderdiği bir talebesi, gittiği yerde okutacak kimse bulamamaktan şikayet etti: Efendim, sadece iki kişi vardı, onları da bırakıp geldim. deyince çok üzüldü. Ve biraz da celallenerek Evladım, nice peygamberler bu âlemden bir tek ümmet elde edemeden gittiler. Sen iki talebe bulmuşsun daha ne istersin! diyerek, tekrar geldiği yere gönderdi.
Gençlere Kuranı anlatabilmek en büyük gayesiydi
Din eğitiminin yasaklandığı, başıboş bırakıldığı, devletin bu konuda hiçbir sorumluluk üstlenmediği günlerde kendi ifadeleriyle, Milletin manevi susuzluk ve gıdasızlıktan boğulmak üzere olduğu, köylerin ezansız, camilerin imamsız kaldığı bir dönemde, önce evlerde, sonra mahallelerde, sonra da nihayet böyle bir eğilimin lüzumunu anlayan devletin izni ile açılan Kuran kurslarında, Kuran ve İslamiyetin ana hükümlerini gençlere öğretmek. en büyük gayesiydi. Süleyman Efendi Allahın dinini öğretme işinin kendisine yüklendiğini ve bu işin mesuliyetinin ne demek olduğunu biliyordu. Çünkü kendisi ilim tahsil etmişti ve bildiği şeyleri başkalarına öğretmesi gerekiyordu.
Dışımız halk ile içimiz Hakk ile beraber olmalı
Öğretmez ise Allah indinde mesul olacağını da biliyordu. Kendisine Kendini niçin bu kadar yıpratıyorsun? diyenlere şu cevabı veriyordu: Yarın hesap günü var. Allahu Teala Süleyman! Verdiğim ilimle ne hizmet ettin, onu sana bu kara topraklara getir de göm diye mi verdim? derse ne cevap veririm.
Süleyman Hilmi Tunahanın fiilen irşada başladığı tarih olarak bilinen 1936dan beri kırk sene geçtiği halde ve bu müddet zarfında da pek çok muarızların ve düşmanlarının türlü tertip, iftira, isnat ve ihbarlarına rağmen devlete ve kanunlara karşı hiçbir hareketi tespit edilememiş, adlî makamlardan hiçbir mahkumiyet kararı çıkmamıştır.
Süleyman Efendi kendisi keramet izharından istiğna ettiği gibi talebelerine de aynı yolu tavsiye ederek En büyük keramet ümmet-i Muhammede Hakk yolu telkin etmektir. buyurmuştur.
Süleyman Efendi, Said Nursi, Abdülhakim Arvasi ve Adanalı Sami Efendi de dahil olmak üzere pek çok önemli zatlarla haberleşmiş, cemiyetten uzak yaşamak yerine cemiyetin içinde Müslümanlığı yaşatmayı tercih etmiş ve dışımız halk ile içimiz Hakk ile sözüne uygun yaşamıştır.
Süleyman Efendi fazlaca kitap telif etmemiştir. Kendisine Neden kitap yazmıyorsun? diyenlere ise şu cevabı vermiştir: Selefin mum ışığında yazdığı baha biçilmez hazine misali eserlerin toprağa gömülerek çürüdüğünü, bakkallara satılarak çöplüklerde çiğnendiğini, bir kısmının da kütüphane raflarında tozlanmış ve çürümeye terk edilmiş olduğunu gördüm. Medreseleri kapanmış, yazısı değiştirilmiş, din ilimleri yok olmaya yüz tutmuş olan bir zamanda, kitap yazmaktansa, yazılan ilmî eserleri anlayarak anlatacak ve ilmi satırdan sadra intikal ettirip yaşatacak talebe yani canlı kitap yetiştirmeyi daha lüzumlu buldum.
İbadet hayatında özen ve ihlas vardı
Bütün İslam alimlerinin ibadetleri konusunda gösterdikleri hassasiyete Süleyman Efendinin hayatında da rastlıyoruz. Zira o en hasta ve rahatsız olduğu zamanlarda bile farz ibadetlerini en ince teferruatına dahi riayet ederek yerine getirmeye çalışırdı. Teheccüd, duha ve evvabin namazlarına büyük ehemmiyet verir, seher vakitlerini gözyaşlarıyla, murakabeyle ve ümmet-i Muhammede dua etmekle geçirirdi.
Süleyman Efendi duha namazını ders arasında eda eder, talebelerine de kılmaları hususunda tavsiyede bulunurdu. Süleyman Efendinin talebeleri Efendimizin (sas) Hz. Selmana Ömründe hiç olmazsa bir kere dahi olsa mutlaka kıl diye tavsiye ettiği tesbih namazına büyük ehemmiyet verirler, özellikle pazartesi ve perşembe akşamları bu namazı umumiyetle eda ederdi. Münferiden kılmak daha efdal olmasına rağmen kandil gecelerinde gelen davetlilere de kıldırmak onları da bereketinden nasipdar etmek için tesbih namazı cemaatle kılınırdı.
Yine Süleyman Efendi ve talebeleri Ramazanın son on günü geldiğinde şartları uyduğu takdirde Efendimizin sünneti olan, itikafa girer ve on gün boyunca ibadet ve evrad u ezkârla meşgul olurlardı.
Mübarek üç aylar yaklaşınca talebelerini Ramazanda vaz u nasihat etmek üzere Trakya ve Anadolunun çeşitli yerlerine gönderirdi. Ramazan sonrası dönüşlerinde teker teker yaptıkları hizmetler hakkında bilgi alır ve güzel hizmet haberleri beklerdi.
Yapılan hizmetleri hiçbir zaman şahsına mal etmez ve edenden de hoşlanmazdı. Bir talebesinin kaldığı köydeki hizmetlerinden memnun olup, teşekkür için kendilerine gelip, Efendim, sizin sayenizde cenazemiz kokmaktan kurtuldu, çocuklarımız Kurân-ı Kerim öğrendi. diye iltifat ettikleri zaman mahviyet ve tevazuundan adeta küçülen mübârek zât; Süleyman da kim oluyor ki, bu hizmetler onun sayesinde olsun!, Bu mahzâ kerâmetün-Nebidir, Peygamberin mûcizesidir buyurmak suretiyle kendisine hiç pay çıkarmaz ve bütün muvaffakıyyetin Allah ve Resûlüne ait olduğunu ifade ederdi.
Bu dünyanın en bahtiyar insanlarısınız
Sizi tebrik ederim çocuklar. Akranlarınız nefis ve heva peşinde başıboş dolaşırken, sizler Hazret-i Mevlânın zatının nuru ile alakadar ve sıfatının eseri olan ilm-i Kuran ile meşgul oluyorsunuz. Burada öğrendiklerinizle ümmet-i Muhammedin evladını bataklıktan kurtarmağa hazırlanıyorsunuz. Bu ne yüce bir vazifedir... Yemin ederim çocuklar, sizler bu dünyanın en bahtiyar insanları ve hatemis-saade bahçesinin fidanlarısınız. Hepiniz ümmet-i Muhammede yadigâr olsun.
Karacaahmet mezarlığına defnedildi
Süleyman Efendi Hazretlerinin (kaddesallahü sırrahû) bir ömür boyu devam eden çileli ve yorucu mücâdelesinin nihayetine doğru öteden beri rahatsız oldukları şeker hastalığı ağırlaştı ve kanlarında yükselen şeker, bütün gayretlere rağmen düşürülemedi. Ve 16 Eylül 1959 Çarşamba günü, İstanbul Kısıklıdaki hâne-i seâdetlerinde Rahmet-i Rahmâna kavuştu.
O büyük zâtın dirisine tahammül edemeyenler, ölüsüne de tahammül edememiş, cenazesinin daha önce resmi müsâade alındığı halde, Fâtih Câmii avlusuna defnine mâni olmuşlardı. Karacaahmet Mezarlığında kazılacak bir kabre defnedeceksiniz denilerek en tabii hakkı olan Fâtih Câmii hazîresine defni, kanuni dışı olarak engellenmiş ve cenazenin Üsküdardan Avrupa yakasına geçmesine mâni olunmuştu. Naaşı Altunizade Câmiinin musalla taşında saatlerce bekletilmiş, Fatihe defnedilmesi için yapılan teşebbüsler fayda vermemiş, cenaze namazı orada kılınarak, Karacaahmet Mezarlığına defnedilmiştir.
Büyük bir gayret, çile, ilim, irfan, feyz ve bereketlerle dolu 72 yıllık dünya hayatına veda ederken, geride; yüce İslâm ve imân davasına pazarlıksız, sarsılmaz bir imân ve idealle bağlı yetişkin bir kadro bırakıyordu.
İlimsiz ibadet olmaz
Oğlum, ilimsiz ibâdetin tadı olmaz. Tek kanatlı kuş uçmaz. İnsanların dünyaya dalıp, istikbâl sevdasına düştükleri şu günde, Mevlânın ilmini okuyacağız. O, insana iki cihanda izzet ve şeref veren âlî bir iştir. İhlâs ve samimiyetle Allah ve Resûlüne yönelen kimse, gölge gibi dönen dünyayı ve her hayrı kendine tabi kılar. Âhirete çalışan, dünyayı elde eder. Dünyaya çalışan ise âhireti kazanamaz. Zira âhiret hakikat, dünya haleftir. Ağacı kökünden götürürsen, gölge de beraber gider. Âhirette ne varsa, dünyada onun misâli vardır. Eğer olmasa âhiret yalan olur. Dünyada ne varsa, âhirette onun misâli vardır. Eğer olmasa dünya yalan olur. Teyemmüm abdestin halefidir, dünya da ahiretin.
Tefrika
Vasiyetim olsun: Tefrikaya düşmeyiniz. Kavmiyet davası gütmeyiniz. Ehl-i Sünnetin gayri olan yanlış yollara sapmayınız.
Müslüman cesurdur
Evvelâ îmânın 6 şartına bağlanmak, sâniyen cesur olmak lâzımdır. Korkaklar, Resûlullaha tam bağlı olamazlar. Vârislerine, üstadlara da bağları gevşek olur. Müslüman cesur olmalı.
Talebelerine veda konuşması ve vasiyyeti
Süleyman Efendi vefatına yakın bir zaman kala İstanbul Topçulardaki Kuran kursunda en son yaptığı veda sohbetinde talebelerine şunları söylemiştir:
... Evlatlarım! Bizim bu alemde biricik gayemiz var, o da; Ümmet-i Muhammedin evlatlarının kalblerine füyüzat-ı Muhammediyeyi aşılamaktır. İşte vazifeniz bu: Okuyup okutmak, Ümmet-i Muhammedin irşadına çalışmak, batağa düşmüş, çukura yuvarlanmış ümmet-i Muhammedin evlatlarını kurtarmaktır. Evlatlarım bu hizmetlere devam ederseniz sizlere duacıyım. Bizden aldığınız ilmi, başkalarına okutmaz, öğretmez, aşılamaz iseniz biliniz ki, kıyamet gününde on parmağım yakanızda olacaktır. Gaye rıza-i İlahidir.
Bediüzzamanla dostluğu
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri kendisiyle aynı dönemde yaşamış olan Süleyman Efendiden Biraderim diyerek bahsederek şöyle demiştir:
Bizim bugün başlıca vazifemiz; imanı muhâfazaya çalışmaktır. Bunu yapıyoruz. Biz tedris yapmıyoruz. İslamın esâsı, maddî ve mânevî kurtuluşun kaynağı olan Kurân-ı Kerimin okutulup, öğretilmesi ve yalnız Türkiyeye değil, bu yolla bütün dünyaya yayılması işini, biraderim Süleyman Efendi ve onun tesis eylediği Kurân kursları yapıyor. Hem de çok kısa zamanda yapıyorlar. Eskiden 10-15 senede öğrenilen İslamî ilimleri, şimdi Kurân kursları 1-2 sene içinde öğretiyor. Âlim yetiştiriyorlar, fakîh yetiştiriyorlar, müfessir yetiştiriyorlar. Bu hal bir mucize-i Kurâniyyedir.
Fethullah Gülen Hocaefendi onu anlatıyor
Fethullah Gülen Hocaefendi 1 Ekim 1994 tarihli Yeni Ümit dergisinde yayınlanan Düşünce ve Aksiyon isimli makalesinde Süleyman Hilmi Efendiyi şöyle ifade ediyor:
Silistrede soylu bir ailenin çocuğu. Hoca oğlu hoca. Rûhî zenginliğini İstanbul âfâkının irfanıyla kıvamına getirince ciddî bir vefa hissiyle maskat-i resi olan beldeyi müderrislikle kucaklar. Onunla alâkalı derin bir beklenti içinde bulunan aile fertleri, etrafını saran talebe, dost ve kardeşlerinin sadâkat ve vefâsında onun misyonunu ve yarınlarını görür, tâlilerine tebessümler yağdırırlar.
Süleyman Efendi, aksiyonu önde, eşine ender rastlanır yorulma bilmeyen bir mücâhede insanıdır. Hayatı boyunca, ehl-i sünnet vel-cemaat düşüncesinin sadık ve kararlı bir müdâfii olarak yaşamış. Dinî duygu ve dinî düşüncenin üst üste sarsıntılar yaşadığı bir dönemde sath-ı mücadele demiş; dinî düşünce ve tarih şuurunu bir kaneviçe gibi kullanarak, ruhumuzun dantelâsını örmüş. Bir baştan bir başa ülkenin her yanında açtığı kurslar, yurtlar ve pansiyonlarla gönüllerimize varlığımızın esaslarını duyurmaya çalışmış. Ruhların ve ruhânilerin tayerân ettiği âleme yürüyeceği âna kadar da bu misyonunu edadan geri durmamıştır.
Özgür Kız:
sen nasıl buyuk bı zatsın ınşallah sana yorum yaparken yanlıs seyler yazmalarr uuu uuu uuu
вαşκαп:
cgp
Navigasyon
[0] Mesajlar
Tam sürüme git