Gönderen Konu: Güzel Nasihatlar...  (Okunma sayısı 5756 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Kamil

  • Ey Hayat !!! Söyle Nerde KaLmıştık..
  • Radyo Ailemiz
  • *
  • İleti: 283
  • Rep 25
Ynt: Güzel Nasihatlar...
« Yanıtla #10 : Ocak 28, 2014, 08:13:45 ÖÖ »

ÖFKENİN ZARARLARI

Abdül'azîz Dehlevî, bir gün "Öfke" bâbında,
Câmide, cemâate şöyle dedi vâzında:

Bir gün hükümdâr Me'mûn, odasına gelerek,
Sofraya oturdu ki, bir miktar yesin yemek.

Ve lâkin hizmetçisi, çorbayı getirirken,
Elinde olmaksızın, ayağı kaydı birden.

Döküldü sıcak çorba, Sultânın üzerine.
Hiddetlendi hükümdâr, derhâl hizmetçisine.

Hattâ dövecekti ki kalkıp onu bir yaman,
Akıllı hizmetçisi, vermedi buna meydan.

Dedi ki: (Ey efendim, acele etmeyiniz.
Dînin emri üzere, lütfen amel ediniz.

Bakın, buyuruyor ki Kur'ânda Hak teâlâ:
"Takvâ sâhibi kullar, öfkelenmezler aslâ")

Teskîn oldu hükümdâr, onun bu sözlerinden.
Dedi: (Ben de vazgeçtim, sana sinirlenmekten.)

Hizmetçisi dedi ki: (Âyetin devâmı var:
"Kusûru olanları, affeder hemen onlar.")

Onun bu sözü dahî, çok memnun etti onu.
Dedi: (Ben de affettim, senin bu kusûrunu.)

Hizmetçi, hükümdâra dedi ki en sonunda:
(Sultânım, iş bitmedi, devâmı var onun da.

Bakın buyuruyor ki bu âyette Rabbimiz:
"İhsân sâhibi olan kulları çok severiz.")

Bu söz de huzûr verdi hükümdârın içine.
Bir kese Altın alıp, verdi hizmetçisine.

Yine Behâeddîn-i Buhârî hazretleri,
Çok titiz davranarak, yer idi yemekleri.

Bir yemek pişmiş ise "Gadab" ve "Öfke" ile,
Anlayıp, yemez idi ondan bir lokma bile.

Bir gün, dâvet ettiler yemeğe kendisini.
Lâkin hiç o yemeğe uzatmadı elini.

Dediler ki: (Efendim, helâldi yemeğimiz.
Merak ettik, acabâ ne için yemediniz?)

Buyurdu ki: (Yemekler helâldi hepsi, fakat,
Kızgın ve öfkeliydi, yemeği pişiren zât.)

Talebeden biri de, suâl etti: (Efendim!
Hâllerim iyi değil, neye dikkat edeyim?)

Buyurdu ki: (Lokmana dikkat eyle her zaman.
Harâmdan, tek bir lokma geçmesin boğazından.

Hem ayrıca bir yemek, pişer ise "Gaflet"le,
Veyâ hazırlanırsa, "Gadab" ve "Kerâhet"le,

O yemekten, insana olmaz fayda, bereket.
Zîrâ şeytân ve nefis, karışır ona elbet.

Böyle pişen yemekten, yer ise biri eğer,
Ondan hep zuhûr eder çirkin, kötü fiiller.

Ve eğer "Huzûr" ile, "Besmele" söyliyerek,
"Neşe" ve "Sevgi" ile yapılırsa bir yemek,

Ondan her kim yer ise, kurtulur çok marazdan.
Lezzet alır yaptığı ibâdet ve namâzdan.)
 

Çevrimdışı Kamil

  • Ey Hayat !!! Söyle Nerde KaLmıştık..
  • Radyo Ailemiz
  • *
  • İleti: 283
  • Rep 25
Ynt: Güzel Nasihatlar...
« Yanıtla #11 : Ocak 28, 2014, 08:15:32 ÖÖ »

ATEŞ DEYİP GEÇMEYİN

"Abdülhamîd Şirvânî", âlim ve velî zâttı.
İşi, dîne hizmet ve gençlere nasîhattı.

Bir gün, talebesiyle sohbet ederken bu zât,
Dünyâdan bahsederek, şöyle etti nasîhat:

(Kardeşlerim, dünyânın bilcümle servetiyle,
Hiç bir değeri yoktur indallah zerre bile.

"Sinek kanadı" kadar kıymeti olsa idi,
Onlardan, kâfirlere, bir yudum su vermezdi.

Gerçi bâzı kâfirler, zengindir, malları çok.
Ama hiç o malların, indallah kıymeti yok.

Allah, "dünyâ malı"na kıymet vermediğinden,
Hiç sevmediklerine veriyor bu nîmetten.

Ama onlar, Cennet'ten tam mahrum olacaklar.
Cennetin, kokusunu bile duyamıyacaklar.

Kâfirlere verilen o mallar, âhirette,
Onların azâbını arttıracak elbette.

Müslümân olanlar da, malının "Zekâtını,
Vermezse, âhirette yüklenir azâbını.

Zekâtı verilmiyen o mallar, o paralar,
Mahşerde "Ateş" olup, sâhiplerini yakar.

"Ateş" deyip geçmeyin, ona hiç dayanılmaz.
Bir kibrit alevine elinizi tutun az.

Su biraz çok ısınsa, abdest alamıyorum.
(Yâ Rabbî, bu insanlar nasıl yanar?) diyorum.

Şimdi bâzı insanlar, bir parçacık menfaat,
Uğruna, Cehenneme sürükleniyor, heyhât!

Kalpten Dünyâ sevgisi çıkmadıkça velhâsıl,
Hakîkî seâdete, olamaz kimse vâsıl.

Bu, hele bu zamanda çok çetin ve müşkildir.
Bu, çok ibâdet ile olacak şey değildir.

Çok oruç tutmak ile ve kılmakla çok namâz,
Kalpten, "dünyâ sevgisi", yine çıkarılamaz.

Bunu elde etmenin, bir yolu var ki şu an,
O da, bu seâdete, bu nîmete kavuşan,

Bir "Allah adamı"nı sevip, Ona uymaktır.
Kendi aklını atıp, Ona tâbi olmaktır.

Çünkü o büyüklerin, doğrudur her işleri.
Onlara tâbi olmak, kurtarır kişileri.

Zîrâ bir vâsıtaya bindiğinde bir kimse,
Ona tâbi olmalı, sürücüsü kim ise.

Meselâ bir gemiye binerse biri şâyet,
Geminin kaptanına tâbi olur o elbet.

Tâbi olmıyacaksa, binmesin gelip buna.
Bindiyse, uymalıdır geminin kaptanına.

Eğer müdâhaleye kalkarsa, o, ahmaktır.
Dînimizin esâsı, çünkü tâbi olmaktır.

Hazreti Ebû Bekir, kâfirlere dedi ki:
(Mâdem ki O söyledi, doğrudur elbette ki.)

"Edeb"in bir târifi, "Îtirâz etmemek"tir.
Büyüklerin emrine, hemen "Peki" demektir.
 

Çevrimdışı Kamil

  • Ey Hayat !!! Söyle Nerde KaLmıştık..
  • Radyo Ailemiz
  • *
  • İleti: 283
  • Rep 25
Ynt: Güzel Nasihatlar...
« Yanıtla #12 : Ocak 28, 2014, 08:17:14 ÖÖ »

ADÂLET VE İHSÂN

"Abdülvehhâb-ı Mısrî", hâl ehli bir velî'ydi.
Nasîhati, herkese pek çok fâideliydi.

Derdi: (Kulun, aynıysa dışı gibi içi de,
Rabbimiz buyurur ki: "Gerçek kul budur işte".)

İnsanlara hizmeti, vazîfe biliyordu.
(Dünyâda en kârlı iş, işte budur) diyordu.

Kimseyi gıybet etmez, dinlemezdi de hattâ.
Derdi ki: (Bu, korkunç bir hastalıktır âdetâ.)

Son derece sabırlı, tevekkül ehliydi pek.
Her dert ve musîbete, katlanırdı severek.

Derdi kiİki türlü, kula gelir hidâyet.
Kimine "İhsân" olur, kimine de "Adâlet".

Bir kimse, duâ edip dese ki: (Yâ ilâhî!
Îmân ve hidâyete kavuştur beni dahî.)

Onun, hüsnü niyetle yaptığı bu duâyla,
O kulu, hidâyete erdirir Hak teâlâ.

İnsan, bütün ömrünce istese bunu bir an,
Ölmeden, o kimseye nasîb olur bu "îmân".

İşte, duâ edip de, hidâyete kavuşmak,
"Adâlet-i ilâhî" sâyesindedir ancak.

Bâzı kimseler dahî vardır ki bu dünyâda,
"Îmâna gelmek" için, bulunmaz bir duâda.

Haberi bile yoktur îmândan, hidâyetten.
Lâkin seçip kurtarır, Allah onu o dert'ten.

Yâni ona tanıtır Sevdiği bir kulunu.
Onun vâsıtasıyla, kendine çeker onu.

Bu da, hak teâlânın "İhsânı"dır ki elbet,
Dünyâda, olmaz artık bundan büyük bir nîmet.

Bir "Allah adamı"nı tanımadan bir kimse,
Yüz sene, hiç durmadan ibâdet, hizmet etse,

Yine de kayabilir ayağı o kişinin.
Çünkü tasarrufunda değildir bir mürşid'in.

Mürşidi olmıyanın îmânı, bu devirde,
Yüzen "Tahta parçası" gibidir bir nehirde.

Dalgalar tesiriyle bir batar, sonra çıkar.
Her an bir tehlikeye olabilir o dûçâr.

Rehberi olanların îmânına gelince,
"Kaya" gibi muhkem ve sağlam olur bir nice.

Yâni hakîkî rehber olmadan bir şey olmaz.
İnsanlar, âhirette azâbtan kurtulamaz.

Peygamber olmayınca, nasıl ki din olmazsa,
Onun vârisleri de öyledirler hülâsa.

Lâkin mürşid geçinen, sahte şeyhler dahî var.
Bu gibiler, din değil, "Dünyâ adamı"dırlar.

Onların olmaması, olmasından iyidir.
Çünkü onlar, Yol kesen eşkıyâlar gibidir.

Eşkıyâ, insanların, alır yalnız malını.
Bunlar ise çalarlar dînini, îmânını.
 

Çevrimdışı Kamil

  • Ey Hayat !!! Söyle Nerde KaLmıştık..
  • Radyo Ailemiz
  • *
  • İleti: 283
  • Rep 25
Ynt: Güzel Nasihatlar...
« Yanıtla #13 : Ocak 28, 2014, 08:19:55 ÖÖ »

PEKİ DİYEN, KAZANIR

"Seyyid Fehîm Arvâsî", hâl ehli bir kişiydi.
"İslâma hizmet" etmek, en mühim tek işiydi.

O, bir gün buyurdu ki: (Olmayın îtirâzcı.
Dâimâ "Peki" deyin, olsa da biraz acı.

Zîrâ "Peki" demekle Eshâb Resûlullah'a,
Çok yakın ve sevgili olmuşlardı Allah'a.

Hazreti Ebû Bekir, mîrâcı işitince,
Hiç îtirâz etmeyip, tasdîk etti hemence.

"Tamam!" dediği için o gün Resûlullah'a,
"Sıddîk" lakabı ile, yükseldi bir kat daha.

İmâm-ı Rabbânî de, "Hac" için, Hindistân'dan,
Bâzı talebesiyle, yola çıktı bir zaman.

Henüz "Bâkî Billâh"ı tanımıyordu, fakat,
Yok idi o devirde, Onun gibi âlim zât.

Zâhirî ilimlerin, vâkıf olup hepsine,
Ders verirdi yüzlerce ilim talebesine.

İşte o yolculukta, birisi talebenin,
Huzûruna gelerek İmâm-ı Rabbânî'nin,

Arz etti ki: (Efendim, benim bir hocam vardır.
Filân yerde oturur, adı Bâkî Billâh'tır.

Berâber gidelim mi, Onun ziyâretine?)
İmâm, "Peki" buyurdu onun bu teklîfine.

Tevâzû buyurarak, kırmadı o gün onu.
Onun hatırı için, değiştirdi yolunu.

İmâm-ı Rabbânîyi görünce Bâkî Billâh,
Dedi ki: (Aradığım, budur elhamdülillah.)

Zîrâ hep bekliyordu Serhend'den bir "Yiğid"i.
Beklediği o yiğit, "İmâm-ı Rabbânî"ydi.

Bâkî Billâh, İmâm'a etti ki şöyle niyâz:
(Bizim misâfirimiz olmaz mısınız biraz?)

İmâm, bu teklîfe de îtirâz etmiyerek,
Hemen kabûl eyledi yine "Peki" diyerek.

İki gün sohbet edip, buyurdu ki bu defâ:
(İsterseniz gidiniz siz artık Beytullaha.)

Lâkin hazreti İmâm, olmuştu Ona âşık.
Çünkü aradığını, bulmuştu Onda artık.

Dedi ki: (Biz Kâbeye gidecektik velâkin,
Burada, sâhibini buluverdik Kâbenin.)

O huzûrda İki ay kalarak, en nihâyet,
O mürşid-i kâmilden, aldı mutlak icâzet.

Yine o buyurdu ki: (Bu günden tezi yoktur,
İslâma bel bağlayıp, bulmalı râhat, huzûr.

Bu günden yapmalı ki çok ibâdet ve tâat,
Zîrâ hiç beli olmaz, bitebilir bu hayât.

Pişmân olmamak için âhirete gidince,
Öğrenmek lâzım gelir dînini ince ince.

İlim de, öğrenilir sırf "Amel etmek" için.
Bir de "İhlâs" gerektir, esâsı budur işin.

Yâni islâmiyette üç temel esas vardır.
Bunlar, İlim ve Amel, üçüncüsü İhlâstır.)
 

Çevrimdışı Kamil

  • Ey Hayat !!! Söyle Nerde KaLmıştık..
  • Radyo Ailemiz
  • *
  • İleti: 283
  • Rep 25
Ynt: Güzel Nasihatlar...
« Yanıtla #14 : Ocak 28, 2014, 08:20:59 ÖÖ »

CÖMERT OLUN!

"Abdülhakîm Arvâsî", büyük bir evliyâdır.
Kalplere tesir eden nasîhatleri vardır.

Onu gören kimseyi, kaplardı neşe, sevinç.
Yüzünden tebessümü, noksan olmaz idi hiç.

O, bir gün buyurdu ki: ("Dünyâ", küçük ve dardır.
Bunun için burada, sıkıntı, darlık vardır.

Her kim sıkılıyorsa, Dünyâ işleri için,
Demek kalbi, dünyâya dönüktür o kişinin.

Âhirete dönerse, bulur râhat ve huzûr.
Zîrâ ona giden yol, geniş, hattâ sonsuzdur.

Kavgalar, dar yerlerde gelirler hep meydana.
Zîrâ herkes, kendini çıkarır ön plâna.

Herkes, menfaatini kayırır, haset eder.
Herkes, (Dünyâ malına, ben sâhip olayım) der.

Az malı, çok kimseler edince böyle talep,
Dünyâ sıkıntısının menşei de budur hep.

"Alma"yı düşünenin, sıkıntısı çok olur.
Veren ise, dâimâ bulur râhat ve huzûr.

Hem "Vermek" üzerine kurulmuştur dînimiz.
Veren el, alan elden, hep üstündür ve azîz.)

Bir gün Ona sordular: (Efendim, neden acep,
Hakîkî müslümânlar, güleryüzlü olur hep?)

Buyurdu: (Güler yüzlü olur mü'min esâsen.
Zîrâ mü'min olmanın, şiârı budur zâten.

Zîrâ hâlis müslümân, "Ölümü unutmaz hiç.
Ölüm'ü çok anmak da, verir neş'e ve sevinç.

Çünkü Ölüm, başıdır sonsuz bir yolculuğun.
Hazırlanmak lâzımdır, bu sefere çok yoğun.

İnsan, dünyâda bile, çıksa bir kısa yola,
Bir kaç gün evvelinden, koyulur hazırlığa.

Ölüm seferininse, değildir günü belli.
Zîrâ hep âni gelir insanların eceli.

İşte bu yolculuğu, çok düşünen bir insan,
Yapar hazırlığını, gelmeden henüz o an.

Bu dünyâ "Hayâl" olup, gâyet kısa zamandır.
Sonsuz'a nisbet ile, ömür, sanki bir an" dır.

Bunun da çoğu gitti, azı kaldı geriye.
Kavuşmaya bakmalı, rızâ-i ilâhîye.

Ölüm uyandırmadan, uyanalım ki şu an,
Yoksa, mahşer gününde, oluruz gâyet pişmân.)

Bir gün de buyurdu ki: (Kardeşlerim, faraza,
Cemiyet bir "Beden"dir, fertler de birer "Âzâ".

Birinin ayağına, batsa ufak bir diken,
Onun acısı ile, sızlanır bütün beden.

Vücûdun neresinde olsa bir dert ve maraz,
Onun sıkıntısıyla, insan râhat olamaz.

İşte bir memleketin fertleri de böyledir.
Birisi hasta olsa, hepsi üzüntüdedir.

Bunun için herkese, davranın güzel, iyi.
Herkesle hoş geçinip, üzmeyin hiç kimseyi.)
 

Çevrimdışı Kamil

  • Ey Hayat !!! Söyle Nerde KaLmıştık..
  • Radyo Ailemiz
  • *
  • İleti: 283
  • Rep 25
Ynt: Güzel Nasihatlar...
« Yanıtla #15 : Ocak 28, 2014, 08:22:59 ÖÖ »

EN BÜYÜK RÜTBE

"Selâhaddîn Konevî", büyük âlim ve velî.
Sohbeti, herkes için olurdu fâideli.

O bir gün buyurdu ki: (Biz çok seviniyoruz.
İslâm âlimlerini zîrâ çok seviyoruz.

Eğer bu büyükleri tanımasa idik biz,
Dünyâ ve âhirette, harâb idi hâlimiz.

"Büyükleri tanımak", en büyük bir rütbedir.
Bu rütbe, her makâm ve mevkîin üstündedir.

Bu rütbenin önüne, eğer mesleğinizi,
Alacak olursanız, bu, zelîl eder sizi.

Eğer sen "Tabip" isen, tek tabip sen değilsin.
Onbinlerce tabipten, ancak bir tânesisin.

Ama sen, bundan evvel, ehli sünnet üzere,
Doğru îmân sâhibi "Müslümân"sın bir kere.

Sonra da bir Velîyi, bir "Allah dostu"nu, sen,
Tanıyıp seviyorsun, şeref budur esâsen.

Bu şerefin yanında, diğer makâm ve mevkî,
Gibi şeyler, kıymetten mahrumdur elbetteki.

Vardı sahâbeden de, meslek ehli kişiler.
Lâkin bahis konusu olmazdı öyle işler.

Onlarda, tek ve ortak bir husûsiyet vardı.
O da, "Resûlullah'ın sahâbesi" olmaktı.

Zîrâ hazreti Ömer, buyurur ki bu bâbta:
(Bizler bulduk şerefi, asıl eshâb olmakta.

Eğer eshâb olmanın üstünde, başka şeref,
Ararsanız, çok zelîl olursunuz mâlesef.)

Çünkü eshâbtan olmak, zirvede bir noktadır.
Daha çıkmak isteyen, aşağı yuvarlanır.

Bizler, Resûlullah'ı görmedikse de, fakat,
Onun vârislerini tanıdık, bu hakîkat.

O gün, Resûlullah'ın kalbinden çıkan nûrlar,
Her an, bu Büyüklerin kalbinden yayılırlar.

Hem de hiç azalmadan, bir değişme olmadan,
Dünyânın her yerine yayılıyor durmadan.

Böyle büyük Velîler, her devirde bulunmaz.
Uzun seneler sonra bulunurlar gâyet az.

Böyle büyük zâtları, sevmek ve tâbi olmak,
Kolay ele geçmiyen bir nîmettir muhakkak.

Yapılacak bir tek iş, Ona teslîm olmaktır.
Yâni kendine değil, o büyüğe uymaktır.

Bir "Allah adamı"nı seviyorsa bir insan,
Ona bahşedilmiştir, büyük nîmet ve ihsân.

Dünyâda, bundan büyük bir nîmet yoktur daha.
Bu nîmete kavuşan, şükreylesin Allah'a.

"Şükür", yalnız dil ile getirilmez yerine.
Uymakla îfâ olur Allah'ın her emrine.

Yâni islâmiyete sarılırsa bir insan,
Nîmetlerin şükrünü, yapmış olur o zaman.

Her iyilik ve hayır, islâmın içindedir.
Ona uyan, şükrünü edâ etmiş demektir.
 

Çevrimdışı Kamil

  • Ey Hayat !!! Söyle Nerde KaLmıştık..
  • Radyo Ailemiz
  • *
  • İleti: 283
  • Rep 25
Ynt: Güzel Nasihatlar...
« Yanıtla #16 : Ocak 28, 2014, 08:23:56 ÖÖ »

DUÂ ALMAYA BAKIN!

"Şemseddîn-i İznîkî", hâl ehli bir velî'ydi.
"Büyük insan" olduğu, her hâlinden belliydi.

O, bir gün buyurdu ki: (Bakın duâ almaya.
İnsan, duâ alarak yakın olur Allah'a.

Evliyâ-yı kirâmdan, Ubeydullah-ı Ahrâr,
Çok duâ istemeyi, etmişti âdet, şiâr.

Buğday satın almıştı, bir gün de bir kimseden.
Ayrılıp gitti sonra, hiç duâ istemeden.

Üç günlük bir mesâfe gitmişti ki O fakat,
Duâ almadığını hâtırladı o sâat.

Dedi: (Eyvâh, ben ondan duâ talep etmedim.
Onun duâsındaydı belki de seâdetim.)

Üç günlük mesâfeden, geriye döndü yine.
Geldi buğday aldığı o köylünün evine.

Köylü onu görünce, suâl etti pür-telâş:
(Yoksa bozuk mu çıktı buğdaylar ey arkadaş?)

Dedi ki: (Hayır hayır, iyi çıktı buğdaylar.
Ve lâkin istemeyi unuttuğum bir şey var.)

(Nedir?) diye sorunca, dedi ki: (Birâderim!
Ben, gördüğüm herkesten, duâ talep ederim.

Lâkin senin duânı, unuttum istemeyi.
Yolda hâtırladım da, bu yüzden döndüm geri.)

Köylü, hayret içinde dedi: (Yâni şimdi sen,
Yalnız bunun için mi geldin hiç üşenmeden?)

(Evet, sırf bunun için geldim) dedi o Hazret.
Köylünün şaşkınlığı, fazlalaştı begâyet.

Ellerini kaldırıp, dedi ki: (Yâ ilâhî!
Aç bunun kalp gözünü, velî olsun bu dahî.)

Ânında kabûl oldu, onun bu hâlis sözü.
Hâce Ubeydullahın açıldı gönül gözü.

Yine bir defâsında buyurdu: (Hayâ, edeb,
Hayâtın her ânında, lâzımdır insana hep.

Herhangi bir mü'mini görürseniz siz eğer,
Mütevâzı davranıp, verin kıymet ve değer.

Zîrâ hiç belli olmaz, o gördüğün, kim bilir,
Allah'ın çok sevdiği bir Velî olabilir.

Vaktiyle bir talebe, yürürken yolda bir gün,
Öteden geldiğini farketti bir büyüğün.

Durdu ve edebinden, yol verdi ihtiyâra.
O öne geçsin diye, çekildi az kenara.

Lâkin o Yaşlı zât da durdu ve dedi: (Ey genç!
Ne için yürümezsin, yol senin, önce sen geç.)

Çocuk çok edebliydi, dedi ki: (Ey efendim!
Ben sizin önünüze nasıl geçebilirim?

Siz yaşlı amcasınız, ben ise bir talebe.
Önünüzden yürümek yakışır mı edebe?)

Evliyâdan bir zâtmış meğerse o ihtiyâr.
Dönüp, o talebeye eyledi tek bir nazar.

O nazarla, çocuğa bir hâl oldu o anda.
Kalp gözü açılarak, evliyâ oldu o da.)
 

Çevrimdışı Kamil

  • Ey Hayat !!! Söyle Nerde KaLmıştık..
  • Radyo Ailemiz
  • *
  • İleti: 283
  • Rep 25
Ynt: Güzel Nasihatlar...
« Yanıtla #17 : Ocak 28, 2014, 08:26:14 ÖÖ »

EYVÂH DENECEK, AMA

"Seyyid Muhammed Sâlih", büyük âlim, evliyâ.
Çok fâideli oldu, ilmiyle insanlara.

Güzel ahlâk sâhibi, merhametli idi pek.
Geçirmişti ömrünü, dîne hizmet ederek.

Her ne zaman nasîhat etse idi O halka,
Ölüm ve "Sonrası"ndan bahsederdi mutlaka.

Bir gün, sevdiklerine buyurdu ki: (Bu hayat,
Hayâlden ibârettir, değil gerçek, hakîkat.

Şimdiden kendinizi, "Ölüm ve sonrası"na,
Hazırlayın ki zîrâ, bu, çabuk erer sona.

Âhiret hayâtının ebedî olduğunu,
Kıyâmette, işlerden hesap sorulduğunu,

İnsan iyi anlasa, mesele kalmaz, fakat,
Anlamadan ölürse, pişmân olur o heyhât!

Ölüp kabre girince, der: (Eyvâh, ben ne yaptım?
Niçin bu hakîkati, dünyâda anlamadım?)

Bilmeden bu iş olmaz, bu din, "Bilmek" dînidir.
Dîni öğrenmek ise, "Amel etmek" içindir.

Amel de, "Allah için" yapılır ihlâs ile.
Kullar beğensin diye yapılırsa, nâfile.

Evlenmek, bir iş kurmak, yiyip içmek ve namâz,
Allah için olmazsa, hiç bir işe yaramaz.)

Biri suâl etti ki: (Efendim, yiyip içmek,
Allah için olmalı dediniz, bu ne demek?)

Cevâben buyurdu ki: (İnsan, yemek yiyince,
Vücûduna enerji, kuvvet gelir hemence.

İki yerde kullanır bu kuvveti insan da.
Ya Tâatte kullanır, veyâhut da İsyânda.

İbâdette harcarsa iş bu enerjisini,
Âhirette, azâbtan kurtarır kendisini.

Yok eğer kuvvetini, hep nefsinin peşinde,
Harcarsa, azâb çeker Cehennem ateşinde.

Meselâ Oruç tutmak, çok büyük bir ibâdet.
Allah için olursa, kazanır değer, kıymet.

Ve lâkin zayıflamak ve rejim yapmak için,
Olursa, hiç sevap ve ecri olmaz o işin.

Ve yine bunun gibi, Hacca giden bir kişi,
Sâdece Allah içinyapmalıdır bu işi.

"Filân kes, yirmi defâ Hacca gitti" desinler,
Niyetiyle giderse, verilmez hiç bir değer.

Bir nâfile hac için, bir namâz kaçar ise,
O Hac'dan, sevap değil, günâh alır o kimse.

Zîrâ nâfile için, faz namâzı terk etmek,
Aklı olan kimseye, yakışır iş değil pek.

Mahşer günü, Mîzân'da, tartılınca ameller,
Hâlis ibâdetlerden, ayrılır ötekiler.

Allah, kendine âit olanı ayıracak.
Bize âit olanı, kendimize kalacak.

Diyecek ki: (Ey kulum, sen şu şu işlerini,
Kim için yaptın ise, ondan iste ecrini.)
 

Çevrimdışı Kamil

  • Ey Hayat !!! Söyle Nerde KaLmıştık..
  • Radyo Ailemiz
  • *
  • İleti: 283
  • Rep 25
Ynt: Güzel Nasihatlar...
« Yanıtla #18 : Ocak 28, 2014, 08:28:11 ÖÖ »

HEDEFSİZ İNSAN OLMAZ

"Yûsüf Ziyâ Bosnavî", âlim ve velî bir zât.
Ediyordu herkese çok öğüt ve nasîhat.

Bir gün de buyurdu ki: (İnsanda gâye, hedef,
Ne ise, ona göre bulur kıymet ve şeref.

Yalnız Âhiret ise eğer gâye ve maksat,
Kazanılır elbette, sonsuz huzûr ve râhat.

Gücünüz yettiğince, iyi iş yapın ki siz,
Daha ziyâdesini istemiyor Rabbimiz.

Ateşte yakmak için, Nemrut "Halîlullah"ı,
Dağ kadar odun yığıp, ateşledi onları.

Bir Karınca, ağzına su doldurup o zaman,
Ateşin yakıldığı mahale oldu revân.

Dediler ki: (Nereye gidersin ey karınca?)
Dedi: (Söndüreceğim o ateşi, varınca.)

Dediler: (O ateşe, dayanmaz dağlar bile.
Hiç o ateş söner mi ağzındaki su ile?)

Dedi ki: (Bu kadardır benim gücüm, kuvvetim.
Elimden bu geliyor ve hâlistir niyetim.)

O ara baktılar ki, öte yanda bir Yılan,
Yanaşmış, o ateşe üflüyor hiç durmadan.

Türlü cibilliyette yaratıldı insan da.
Kimisi hayırdadır, kimi ise isyânda.)

Sık sık buyururdu ki: (Zaman, âhir zamandır.
Îmânını, fesattan korumak zamânıdır.)

İşte bu Velî zâtın, en son ölüm ânında,
İki sevdiği kimse bulunurdu yanında.

Görmeye gitmişlerdi bu büyük velî zâtı.
Nihâyet biraz sonra, yakınlaştı vefâtı.

Bir tânesi, o zâta sordu ki: (Sizinle biz,
Cennetin neresinde buluşabileceğiz?)

Buyurdu ki: (Evlâdım, bu gün îmânla ölmek,
Herkese nasîb olan bir nîmet değildir pek.

Bu gün, çok az kişiye nasîb olur bu ancak.
Îmân ile gidince, kolay olur buluşmak.)

Bir gün de buyurdu ki: (Kardeşlerim, bu zaman,
Mâzallah "Küfre düşmek", gâyet kolay ve âsân.

Îmânı muhafaza etmek için, en evvel,
Dînini tam olarak öğrenmeli mükemmel.

Ve lâkin islâmiyyet, âlimden öğrenilir.
İlmiyle âmil olan kimseye Âlim denir.

Kendi islâmiyyete uymıyan bir kişinin,
Yazdığı din kitâbı, Zehirdir bunun için.

Yâni kim, din kitâbı okur ise rastgele,
Îmânı bozulur da, haberi olmaz bile.

İmâm-ı Gazâlî ve İmâm-ı Rabbânînin,
Ve yine onlar gibi, hakîkî bir âlimin,

Allah rızâsı için, hâlisâne olarak,
Yazdıkları kitaplar okunur bu gün ancak.

Çünkü yazdıklarından ihlâsla, Allah için,
Tesir eder kalbine, okuyan her kişinin.)
 

Çevrimdışı Kamil

  • Ey Hayat !!! Söyle Nerde KaLmıştık..
  • Radyo Ailemiz
  • *
  • İleti: 283
  • Rep 25
Ynt: Güzel Nasihatlar...
« Yanıtla #19 : Ocak 28, 2014, 08:30:34 ÖÖ »

BEŞ BÜYÜK NÎMET

"Şemseddîn-i Sivâsî", çok korkardı Allah'tan.
Şiddetle kaçınırdı her günâh ve harâmdan.

Bir gün, sevdiklerine buyurdu: (Kardeşlerim!
Size, İlim hakkında bilgi vermek isterim.

Bir kadın, kocasından müsâde almadıysa,
Uzun yola gidemez, bu sefer Hac da olsa.

Ve lâkin gidebilir, İlim öğrenmek için.
Zîrâ vazîfesidir bu, her mü'min kişinin.

Hem sonra, dünyâdaki canlı, cansız varlıklar,
İlim öğrenenlere, duâda bulunurlar.

Melekler, kanadını serip onun önüne,
Derler ki: (Bassın o kul, kanadım üzerine.)

İlmin ehemmiyeti hakkında bu büyük zât,
Bunları söyliyerek, şöyle etti nasîhat:

(İlim öğrenmek için giden bir müslümânın,
Îtibârı, bu kadar yüksektir işte bakın.

Ya İlim öğretmeye giderse biri eğer,
Birinciden, daha çok kazanır kıymet, değer.

Yâni her ne sûretle, "islâma hizmet" için,
Hâlisen bir kaç adım yürüyen bir kişinin,

Kazanacağı ecir, olur ki öyle fazla,
Onu, Allah'tan gayri bilemez kimse aslâ.

Bu yolda çekeceği sıkıntılar dahî hep,
Eski günâhlarının, affına olur sebep.)

Yine cemâatine buyurdu ki bir zaman:
(Beş şeyin kıymetini, bilmeli her müslümân.

Bunlardan birincisi şudur ki, o insanın,
"Doğru îmân" sâhibi olmasıdır bihakkın.

Çünkü îmân olmadan, girilemez Cennete.
İnsanı, bu götürür ebedî seâdete.

İkincisi odur ki, bu îmân ve îtikâd,
"Ehli sünnet" üzere olmalıdır, bu da şart.

Yetmişüç fırka var ki, bunlardan biri hak'tır.
Diğer yetmişikisi, azâba müstehaktır.

Üçüncü büyük nîmet, bir "Allah adamı"nı,
Tanıyıp, dinlemektir Onun nasîhatını.

Böyle bir "Evliyâ"yı tanıyıp, Onu sevmek,
İnsanı, kötü yoldan hidâyete eder sevk.

Onların bir nazarı, bulunmaz hazînedir.
Bir sohbeti, ciltlerle kitaplara bedeldir.

Kıymeti bilinecek, dördüncü büyük nîmet,
Müyesser olmasıdır insana, "Dîne hizmet".

Kime nasîb olursa, sevinip şükreylesin.
Bunu, kurtuluşuna vâsıta, sebep bilsin.

Beşinci büyük nîmet, "Sâliha bir zevce"dir.
Zîrâ uygun bir hanım, dünyânın Cennetidir.

Gerçek "Cennet nîmeti", bir tektir bu dünyâda.
"Güzel huylu, sâliha hanım"dır işte o da.)

Bu evliyâ kişinin hürmetine ilâhî!
Bu büyük nîmetleri, ihsân et bize dahî.
 

 

Related Topics

  Konu / Başlatan Yanıt Son İleti
0 Yanıt
1966 Gösterim
Son İleti Temmuz 31, 2011, 07:39:37 ÖS
Gönderen: мυαммєя αнмєт
2 Yanıt
1721 Gösterim
Son İleti Eylül 21, 2018, 02:09:56 ÖS
Gönderen: Özgür Kız
0 Yanıt
1066 Gösterim
Son İleti Ocak 28, 2014, 08:11:06 ÖÖ
Gönderen: Kamil