Gönderen Konu: GEÇMİŞTEKİ KAVİMLER VE GÜNÜMÜZDEKİ İZLERİ  (Okunma sayısı 409 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mahmut Çiçekdaği

  • Şair - Yorumcu
  • *
  • İleti: 1048
  • Rep 32
  • Cinsiyet: Bay
  • İLİMDEN ÖNCE EDEBİ ÖGREN
    • Şair Mahmut Baki
    • Ekda
  • Burcum: OĞLAK
  • Takımınız: GALATASARAY
  • İlişki Durumunuz: EVLİ
GEÇMİŞTEKİ KAVİMLER VE GÜNÜMÜZDEKİ İZLERİ
« : Temmuz 14, 2019, 10:40:30 ÖÖ »
LÜFTEN OKUYUNUZ SADECE BEĞENME YAPMAYINIZ  ÇOK ÖNEMLİ





GEÇMİŞTEKİ KAVİMLER VE GÜNÜMÜZDEKİ İZLERİ   
Geçmiş kavimleri şçyle hatırlıyalım bir kere daha  neler olmuş nasıl neden helak olmuşlar diye  alttaki kısa kısa olarak yazdım bildiğim kadarıyla  ve şu günkü yaşadığımız toplumda hangiler var diye bir bakalım  eşcinsellik  kibir büyüklük  yalancılık  zina  puta ateşe tapma  yalan fetvalar verme  azgınlık  vs  her azgan sapıtan  kavim helak olmuştur  günümüzzde o kadar kavmin izi olmasına ragmen neden helak olmuyor   peygamberimiz şöyle buyurmuştur  son ümmet helak omayacak olursa kıyamet kopacak  peki bizler o kadar kavimleri helakını okuduk biliyoruz  en bilinende pompei haklı niye buna ragmen azgınlığa devam ediyoruz birbirimizi küçük görüyoruz     dünyalık işlerle ulaşılmaz gmrüyoruz en önenlisi eş cinsellik  cinsiyet değişimi vs konular niye önemli görüyoruz yapıyoruz    etrafımızda o kadar put vrki ona laf söylrtmiyoruz peygabermizi kıyaslıyoruz  kadın kadınla   erkwek erkekle çıkıyor birbirine özenti var   giyinimiz bile benziyor  islamı yalanluıyan gerici olarak görülüyor   yeni yeni dinler mezhepler  çıkarıyoruz  mesela daizm  denen din caferilik diye bir meshep   ayetleri hadisleri yalanlıyoruz  sadece kelime-i şahadet ve kelime-i tevdit söylemekle müslüman olunur sanıyoruz    gün geçtükçe yaşantının her alanında kavmin sapıklıklığın izleri çoğalıyor  yeni nesilleride onlara göre yetiştiriyoruz   dinimizi sadece önemli günlerde gecelerde bayramlarda yapıyoruz  diyer günler  sapıklılığa devam ediyoruz   eğer müslümansak kuranda hadislerde  vaciplerde farz sümnnet müstehap konuları tam yapmamız gerekiyor sadece kuran bana yeter demekle de müslümasn olunmaz  bir taraf herzaman eksik olur  dinimizi  öğrenmek için kıyas ve icmayı öğrenmemiz gerekir
 Dinimize iyi sarılmamız gerekiyor öüm var ceza var cehennem var    bu kadar vaarı biliyorken niye kuyuya düşmeyi istiyoruz
Tübba’  Kavmi:
Tübba kavmiyle ilgili âyet ise maksadın onların kuvveti, şiddeti, övünmesi ve azgınlıkları olduğuna işaret eder. Kureyş’in duman belasına uğraması ve peygamberimiz tübba kavmine ve kralına küfür etmeyiniz buyurmuştur onlar müslümanlardır diye
Sebe’ Kavmi
Kur’ân-ı Kerîm’de iki sûrede Sebe’den söz edilir. Neml sûresinde (27/20-44) danışma meclisi bulunan bir kadın hükümdarın yönettiği Sebe’nin zengin ve güçlü bir ülke olduğu, halkının güneşe taptığı, Hz. Süleyman’ın bu melikeye elçi göndererek onu ve halkını müslüman olmaya çağırdığı, meseleyi barış yoluyla halletmeye çalışan melikenin Kudüs’e gidip Süleyman’la bizzat görüştüğü ve bu görüşme sırasında onun cismanî ve ruhanî gücü karşısında gerçek bir peygamber olduğunu anlayıp kendisine iman ettiği ve hâkimiyetini tanıdığı anlatılır. Tarih ve tefsir kaynaklarında Hz. Süleyman’ın onunla evlendiği veya Hemdân melikiyle evlendirip görevinde bıraktığına dair rivayetler yer alır (bk. BELKIS). Adını bu toplumdan alan Sebe’ sûresinde ise (34/15-21) maddî refaha sahip güçlü Sebe toplumunun bunca nimete rağmen şeytana uyup Allah’a kulluktan yüz çevirdiği ve bu sebeple büyük bir sel felâketiyle (Arim seli) cezalandırıldığı, verimli arazilerinin çorak topraklara, türlü nimetlerin mahrumiyetlere dönüştüğü belirtilmektedir. Tarihçiler, seddin yıkıldığı zaman hususunda milâttan önce IV. yüzyıl ile milâdî VI. yüzyıl arasında değişen tarihler vermektedir. Bu farklılık felâketin muhtelif zamanlarda tekrarlanmış olmasıyla da açıklanabilir (b





LUT KAVMİ
Lut peygamber, İbrahim peygamberle aynı dönemde yaşamıştır. Hz. Lut, Hz. İbrahim’e komşu kavimlerden birine elçi olarak gönderilmişti. Bu kavim, Kuran’da belirtildiğine göre, o güne kadar dünya üzerinde görülmemiş bir sapıklığı, eşcinselliği uyguluyordu. Hz. Lut, onlara bu sapıklıktan vazgeçmelerini söylediğinde ve onlara Allah’ın ilahi tebliğini getirdiğinde onu yalanladılar, peygamberliğini inkar ettiler ve sapıklıklarına devam ettiler. Bunun sonucunda da kavim, korkunç bir felaketle helak edildi.

SEMUD KAVMİ

Hz. Salih'in devesini öldüren Semud kavmi nasıl helak oldu?

Hz. Salih'in kavmi Semud, Allah'a inanmıyor, büyüklük taslıyor, Salih (a.s)'a inananları küçük görüyordu. Her peygamberin bir mucizesi vardır. Hz. Salih'in mucizesi de bir deve idi Bu mucize ile Semud kavminin bu hayvana nasıl davranacağı Allah tarafından sınanıyordu.Salih (a.s) kavmine devenin Allah'tan onlara bir işaret olduğunu, ona dokunmamalarını, serbest bir şekilde dolaşmasına karışmamalarını söylemiş, onlardan bir gün devenin bir gün ise kendilerinin olan su hakkına riayet etmelerini istemişti. (Şuara 26/141-159)
Deveye dokunmamaları uyarılarına rağmen inanmayanlar deveyi hunharca öldürdüler.Aslında deve bir imtihah aracı idi, maksat onların ilahi buyruklara itaat hususundaki niyet ve kararlılıklarını denemekti. Kur'an'da eski toplumların hak dini kabul etmemekte direnip büyüklük taslayan zorbalar hakkında kullanılan müstekbir tabiri, Semud kavmi için de kullanılmıştır Zorbalıkları Hz. Salih'e inananları küçük görmeleri, Salih (a.s.) ile beraberindekilere tuzak kurma planları, savunmasız bir devenin bile hakkını gasp edip onu öldürmeleri ile aşikar olmuşturSemud kavmi bir çıglık ile helak olmuştur. Şuara suresi 158. ayette şöyle ifade edilmiştir: "Çünkü kendilerini azap yakalayıverdi. Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır, ama çokları iman etmiş değillerdir.




AD KAVMİ
Allâh Teâlâ onlardan üç yıl yağmuru kesti. Onlar yağmur için Mekke’ye bir heyet gönderdiler. Çok geçmeden gökyüzünde bulutlar peydâ oldu.
Âd kavmi, semâyı baştanbaşa kaplamış bulunan bulutları görünce, birden sevindiler: “Yağmur geldi!” dediler.
Hâlbuki bunlar, azâb bulutları idi. Hazret-i Hûd, son kez: “–Îmâna gelin!” diyerek azâbdan kurtulmaları için kavmini îkâz etti.
Fakat onlar, yine büyük bir gaflet içinde: “–Yok! Bunlar, yağmurdan evvel gelen bulutlardır!” dediler.
Böylece son ilâhî îkâza da kör ve sağır davrandılar. Nihâyet vazîfeli melekler, gökte peydâh olan bulutlar ile bütün kavmi kuşattı. Çarşamba sabahı rüzgâr şiddetlendi. Gücü, ağaçları kökünden sökecek kuvvette idi. Gitgide fırtınanın şiddetli sesi ve soğuğu arttı. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
 “Biz de onlara dünyâ hayâtında rezillik azâbını tattırmak için o uğursuz günlerde üzerlerine dondurucu bir rüzgar gönderdik. Âhiret azâbı ise, daha da perişân edicidir. Onlara aslâ yardım edilmeyecektir.” (Fussilet, 16)
ŞİDDETLİ KASIRGA İLE SAVRULAN İNSANLAR
“Biz onların üstüne uğursuz mu uğursuz bir günde uğultulu bir kasırga saldık.” (el-Kamer, 19)
“Âd kavminde (ibretler vardır). Onlara, kasıp kavuran rüzgârı göndermiştik. Üzerinden geçtiği şeyi sağlam bırakmıyor, onu kül gibi ediyordu.” (ez-Zâriyât, 41-42)
Bu kasırganın tesiriyle insanlar, çekirgeler gibi havada uçuşmağa başladılar. Uçmamak için eteklerini birbirine bağlayıp halka oldular. Fakat bu da çâre olmadı. Bâzıları, develerin ve dev cüsseli insanların, havalarda uçmaya başladığını görünce, evlerine doğru koşuştular. Fakat aynı âkıbet, oralarda da kendilerini yakalıyor, onları bir saman çöpü gibi evlerinden dışarıya atıyordu. Kur’ân-ı Kerîm, bu durumu şöyle tasvîr eder:
 “İnsanları sanki köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi koparıp deviriyordu.” (el-Kamer, 20)
Allâh -celle celâlühû- rüzgâra emretti. Kum tepelerini onların üzerlerine yığdı. Bu, yedi gece, sekiz gün devâm etti. O azgın kavim, hazin bir âkıbete dûçar oldu. Âd kavminin helâk edilişi, âyet-i kerîmelerde şöyle bildirilmektedir:
 “Allâh onu (fırtınayı), ardarda yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın), o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş hâlde görürdün. Şimdi onlardan arda kalan bir şey görebiliyor musun?” (el-Hâkka, 7-8)
 “…Âyetlerimizi yalanlayıp da îmân etmeyenlerin ise kökünü kestik.” (el-A’râf, 72)
 “İşte Âd (kavmi)! Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler. O’nun peygamberine âsî oldular ve her inatçı zorbanın emrine uydular. Onlar, hem bu dünyâda, hem de kıyâmet gününde lânete tâbî tutuldular. Biliniz ki, Âd(kavmi) Rablerini inkâr ettiler. (Şunu da) bilin ki Hûd’un kavmi Âd, Allâh’ın rahmetinden uzak kılındı.” (Hûd, 59-60)
Bu fırtına geldiği zaman, Hûd -aleyhisselâm- ve tevhîd akîdesinde olanlar, Allâh’ın inâyet ve rahmetiyle bu ilâhî azâbdan kurtuldular. Azâb, âsî olanların üzerine indi. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
 “Emrimiz gelince, Hûd’u ve O’nunla berâber îmân edenleri, tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Onları, ağır bir azâbdan kurtuluşa erdirdik.” (Hûd, 58)
Tefsîr âlimleri, buradaki “tarafımızdan bir rahmetle kurtardık” ifâdesini şöyle açıklarlar:
Allâh -celle celâlühû- Hûd -aleyhisselâm-’ı ve ona tâbî olan mü’minleri, merhametinin muktezâsı olarak muhâfaza etmiş ve kurtarmıştır. Ayrıca buradan, kullara verilen nîmet ve lutufların, yapılan amellerin karşılığı değil de, rahmet ve merhamet-i ilâhiye sebebiyle ihsân edildiği anlaşılmaktadır.
KARA BULUTLAR VE ŞİDDETLİ RÜZGARLAR
Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın anlattığına göre Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, rüzgar estiğinde ve gökyüzünde siyah bir bulut gördüğü zaman korkusundan yüzünün rengi değişir, bâzen o buluta karşı durur bakar, bâzen geri döner, eve girer çıkardı. Yağmur yağdığında ise rahatlardı. Bunlar bir endişe alâmeti idi. Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- bunun sebebini öğrenmek isteyince Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“Ne bileyim, belki bu kara bulut Âd kavmine geldiği gibi bir azâb olur. Onlar gördükleri siyah bulutu yağmur yağdıracak bir bulut zannetmişlerdi; ama o elîm bir azâb getirdi.” (Buhârî, Tefsîr, 46/2; Müslim, İstiskâ, 14-16)
Yine Hazret-i Âişe vâlidemizden şöyle bir hadîs nakledilir:
Rüzgar şiddetli estiği zaman Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyururdu:
“Allâh’ım! Sen’den bu rüzgarın, bu rüzgarın içinde bulunan şeylerin ve Sen’in gönderdiğin şeylerin hayırlı olmasını istiyorum. Bu rüzgarın, içinde bulunan şeylerin ve Sen’in gönderdiğin şeylerin şerrinden de Sana sığınırım.” (Müslim, İstiskâ, 15)
Peygamber Efendimiz her an böyle bir teyakkuz hâlinde olmuş ve ümmetinin de bu hâlet-i rûhiyede olmasını murâd etmiştir.
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- vedâ haccında, Usfan vâdisine vardığı zaman, Hazret-i Ebû Bekr’e:
“–Yâ Ebâ Bekr! Bu hangi vâdidir?” diye sormuştu.
Hazret-i Ebû Bekir:
“–Usfan vâdisidir.” diye cevaplayınca Peygamber Efendimiz; Hûd -aleyhisselâm-’ın, beline aba bağlamış, belinden yukarısını alacalı bir kumaş ile bürümüş, genç ve kızıl, yuları hurma liflerinden örülmüş dişi bir deve üzerinde, hac için buradan telbiye ederek geçmiş olduğunu haber vermiştir. (Ahmed bin Hanbel, Müsned, I, 232)
Âd kavmi helâk olunca Hazret-i Hûd -aleyhisselâm- kendisine inananlar ile beraber Mekke’ye gelmiş ve vefât edinceye kadar orada kalmıştır.


NUH KAVMİ
Nuh kavminin helak olmasının sebepleri nelerdir? İşte cevabı…
Nûh kavminin helâk sebeplerinden başlıcaları şunlardır:
1) Küfür içindeydiler. Peygamberlerini, haşri ve neşri inkâr ediyorlardı.
2) Putlara tapıyor ve şirki teşvîk ediyorlardı.
3) Nûh’u (a.s.) küçümsüyor, âsî olup O’na eziyet ediyorlardı.
4) Kibirliydiler; fakîrlere “reziller” diye hitâb ediyorlardı. Hikmet sâhiplerini de küçük görüyorlardı. Hakîkaten, kibirleri yüzünden fakîrlerle oturmayı isteme¬mek de, helâk olan kavimlerin kötü hasletlerinin başlıcalarındandır.
5) Kadınlarında edeb, iffet ve hayâ yoktu.
6) Dünyâ lezzetlerine çok düşkündüler.
7) Şükretmiyorlardı. Hâlbuki Cenâb-ı Hak, verdiği nîmetlere şükredilmesini ve nankörlük edilmemesini emretmektedir.
Bir hadîs-i şerîfte şükür ve sabır ehli şöyle tavsîf edilmiştir:
“İki haslet vardır ki, bunlar her kimde bulunursa Allâh onu şükredici ve sabredici olarak yazar. Bu iki haslet kendisinde bulunmayan kimseyi ise şükredici ve sabredici olarak yazmaz:
Her kim dînî hususlarda kendinden üstün olana bakıp ona uyar ve dünyevî konularda ise kendinden aşağı olana bakıp, Allâh’ın verdiği nîmetlere hamdederse, işte böyle olan kimseyi Allâh, şükredici ve sabredici olarak yazar. Dînî hususlarda kendinden aşağıda olana bakan, dünyevî konularda ise kendinden üstün olana bakıp elde edemediklerine üzülen kimseyi de Allâh şükredici ve sabredici olarak yazmaz.” (Tirmizî, Kıyâmet, 58)
Nûh (a.s.) çok şükredici bir kuldu. Allâh Teâlâ onun bu husûsiyetini, bütün in¬sanlığı ilâhî nîmetler karşısında şükredici olmaya teşvîk için şöyle hatırlatır:
إِنَّهُ كَانَ عَبْدًا شَكُورًا
“Şunu bilin ki Nûh çok şükreden bir kul idi.” (el-İsrâ, 3)
Nitekim Nûh (a.s.) bir şey yiyip içmesinden elbise giymesine kadar, her hareketinde dâimâ Cenâb-ı Hakk’a hamd hâlindeydi. Giyinirken, yerken “besmele” çeker; yediğini bitirince veya giydiğini çıkarınca da “elhamdülillâh” derdi. Bunun için Cenâb-ı Hak ona “Abden şekûrâ: şükredici bir kul” ismini vermiştir. (İbn-i Hanbel, ez-Zühd, s. 50)
ŞÜKÜR NEDİR?
Şükür; kulun, ihsân edilen nîmetlere ve iyiliklere karşı sevinerek onları ihsân eden Rabbine çeşitli söz ve davranışlarla hâlisâne bir kullukta bulunmasıdır. Bu da gösteriyor ki şükür, nîmetin hakîkî sâhibini bilmenin ismidir.
Seriyyü’s-Sakatî -kuddise sirruh- buyurur:
“Bir kimse bir nîmete kavuşur, fakat şükrünü îfâ etmez ise, o nîmet elinden alınır!”
Nitekim Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede buyurur:
لَئِنْ شَكَرْتُمْ َلأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ
“…Eğer şükrederseniz, elbette size (nîmetimi) artırırım. Ve eğer nankörlük eder¬seniz, hiç şüphesiz azâbım çok şiddetlidir!” (İbrâhîm, 7)


İBRAHİM KAVMİ
brahim (as) için Allahü Teala, Nisa Sûresi’nin 125. âyetinde “Allah İbrahim’i dost edinmiştir” buyurur. Allahü Teala’nın dostu İbrahim aleyhisselam, bütün namazlarımızda peygamberimize salavatı şerif okurken İbrahim (as)’a da okuruz.
Allahü Teala, dostu İbrahim için Nahl Sûresi’nde (120-122’de) şöyle buyurur:
- İbrahim gerçekten Hakk’a yönelen, Allah’a itaat eden bir önderdi, Allah’a ortak koşanlardan değildi.
- Allah’ın nimetlerine şükrediciydi. Çünkü Allah onu seçmiş ve doğru yola iletmişti.
- Ona dünyada güzellik verdik. Muhakkak ki o, ahirette de salihlerdendir.
Allah’ın Salih kulu İbrahim (as) insanları hakka davete önce babasından başladı, daha sonra kavmine yöneldi, bu davet ve neticeyi görelim. Allahü Teala buyurur:
- (İbrahim) babasına dedi ki: Babacığım, duymayan görmeyen (kör ve sağır olan) ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin tapıyorsun?
- Babacığım, hakikaten sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Öyle ise bana uy ki seni düz yola çıkarayım.
- Babacığım şeytana kulluk etme. Çünkü şeytan, çok merhametli olan Allah’a asi oldu.
- (Babası) Ey İbrahim sen benim tanrılarımdan yüzünü çeviriyorsun, eğer vazgeçmezsen andolsun seni taşlarım! Uzun bir zaman benden uzak dur. (Meryem, 42-46).
- İbrahim babasına ve kavmine; şu karşısına geçip taptığınız heykeller ne oluyor (bu heykellerden ne istiyorsunuz size ne faydası var, size ne zararı var).
- Dediler ki: Biz babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk, (babalarımız bu heykellere tapıyordu, biz de tapıyoruz).
- (İbrahim) Doğrusu siz de babalarınız da sapıklık içindesiniz, (sapıksınız) dedi.
- Sonunda İbrahim onları (putları) paramparça etti.
- İbrahim Allah’ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar vermeyen bir şeye (putlara, heykellere) hâlâ tapacak mısınız?
- Size de, Allah’ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh olsun. Siz akıllanmaz mısınız dedi.
- (Kavmin bir kısmı diğer bir kısmına) Eğer bir iş yapacaksanız, yakın İbrahim’i de tanrılarımıza yardım edin, dediler. (İbrahim’in kavmi, bu teklifi kabul etti, büyük bir ateş yaktılar ve eli kolu bağlı olarak ateşe attılar.) İbrahim (as) “Bana Allah’ın sahip çıkması yeter, O ne güzel sahiptir” diyerek Allah’a sığındı. Allahü Teala da dostu İbrahim için;
- Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol dedik buyurdu. Ateş İbrahim’i yakmadı.
Allahım, dostun İbrahim hürmetine bize de sahip çık. Sen sahiplerin en güzelisin Allahım. Bize de merhamet et bize acı Allahım. (Enbiya, 52-69)


MEDYEN KAVMİ
Coğrafyacılara göre Medyen şehri, Tebük'ten altı günlük mesafede bir sahil şehridir. Medyen, Ayla'dan Medine'ye giden hacıların takip ettikleri yol üzerinde, ikinci konak yeriydi. Mekke'ye bağlı mevkiler arasında yer alıyordu. IX. asırda, Ya'kübi; Medyen'in, akar ve memba suları, bahçeleri ve hurmalıkları bol bir bölgede bulunduğunu ifade etmektedir. İstahri; Medyen'in, Tebük'ten daha büyük olduğunu söylemektedir. Şahsi hatıralarına dayanarak, Musa'nın, orada Şu'ayb'ın sürüsünü suladığını ifade etmektedir.
Aynı zamanda, o çağda bir evin altında gizli bulunan birkaynaktan bahsetmektedir. Daha sonra bu şehir, yavaş yavaş rağbetten düşmüştür. XII. asırda İdrisi bu şehirden, gelir kaynakları olmayan bir ticaret şehri olarak bahseder. Abu'l- Fida'ya göre de, XIV. asırda, harabe halinde bulunmaktaydı. Bu şehir, son devirlerde, Rüppell, Burton ve Musil tarafından, yeniden ziyaret edilmiştir.
Arapların mezar çukurlarına atfen Mağairi Şu'ayb dedikleri büyük harabeler vardır. Sahildeki Makna'dan tahminen 28 km mesafede, 28° 28´ kuzeyde, akarsuları ve hurmalıkları ile meşhur al-Bad Vadisi'nin güney kısmında bulunmaktadır. Burton'a göre, 29° 28´ ve 27° 40´ kuzey dereceleri arasında bulunan bütün ülkeye, Arz-ı Medyen denilmektedir.
Şuayb(a.s)'ın, Peygamber olarak Medyen'e gönderilmesi ve 'Medyenliler'i uyarması' şöyle bildirilir:
Medyen'e kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Dedi ki:
"Ey kavmim, Allah'a köle olun! Sizin için O'ndan başka ilah yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın. Muhakkak ben, size 'hayrı'(hakkı) gösterdim. Ve doğrusu sizi kuşatacak olan bir günün azabından korkuyorum."
"Ey kavmim, ölçüyü ve tartıyı adaletle tutun. İnsanların eşyasının(mallarının) değerini düşürmeyin. Ve yeryüzünde fesat çıkararak, bozgunculuk yapmayın."
"Şayet iman ediyorsanız, Allah'ın bakiyesi(helal kazanç), sizin için daha hayırlıdır. Ben, sizin üzerinizde bir muhafız da değilim."
[HUD (11)/ 84-86]
Görülüyor ki, Şuayb(a.s), onları, Allah'a köle olmaya, kendisine itaat etmeye ve her türlü bozgunculuktan uzak durmaya davet ediyordu. Fakat Medyen halkı, Şuayb(a.s)'ın uyarılarına kulak asmadılar ve sapkınlıklarında ileri gittiler.
Dediler ki :
"Ey Şuayb, senin söylediklerinin çoğunu biz anlamıyoruz. Muhakkak biz seni, aramızda zayıf olarak görüyoruz. Şayet senin aşiretin olmasaydı, elbette seni taşlardık. Sen bize karşı da bir üstünlük sahibi değilsin."
[HUD (11)/ 91]
Şuayb (a.s) ise onların bu taşkınlıklarına rağmen, uyarılarını sürdürüyor ve onları gelecek olan büyük bir azap ile korkutuyordu:
(Şuayb) dedi ki:
"Ey kavmim, benim aşiretim, Allah'tan daha mı azizdir ki, Allah'ı arkanıza atıyorsunuz. Muhakkak benim Rabb'im, yaptıklarınızı kuşatmıştır."
"Ey kavmim, bulunduğunuz hal üzere amel edin, muhakkak ben de amel ediciyim. Alçaltıcı azap kime gelecek ve yalancı olan kimdir, yakında bileceksiniz. Siz bekleyip-gözetleyin, ben de sizinle birlikte gözetleyenlerdenim."
[HUD (11)/ 92-93]
Her türlü tebliğ, uyarı ve korkutmalara rağmen, Allah'ın Elçisi'ni dinlemediler; zulüm, taşkınlık ve kötülükte ısrar ettiler. Böylece, Medyen halkı üzerine vadedilmiş olan azap hak oldu:
"Böylece onları bir 'sarsıntı' tuttu. Arkasından da yurtlarında, diz çökmüş olarak sabahladılar."
"O Şuayb'ı yalanlayanlar, sanki orada 'hiç yaşamamış' oldular. Şuayb'ı yalanlayanlar, hüsrana uğrayanlar onlardır."
[ARAF (7)/91-92]
Ayette geçen "recfe" kelimesi, sarsıntı anlamına gelmektedir. Elmalı tefsirinde denilir ki; "Semud'un çığlığı üstten, Medyen'in çığlığı alttan gelmiştir."
Ne zaman ki Emrimiz geldi, tarafımızdan bir rahmetle Şuayb'ı ve onunla birlikte iman edenleri kurtardık. O zalimleri, bir 'sayha'(ses) yakaladı. Onlar, yurtlarında diz çökmüş olarak sabahladılar."
"Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Dikkat edin! Semud kavminin uzaklığı gibi, Medyen kavmi de (Allah'ın rahmetinden) uzak oldu."
  [HUD(11)/ 94-95]
Medyen kavmi, kâfirlerin kaçınılmaz sonu olan helaka maruz kaldıktan sonra, Şuayb(a.s)'ın üzüntüsü, Kur'an'da şöyle bildirilir:
O da onlardan yüz çevirdi ve dedi ki:
"Ey kavmim, muhakkak size Rabb'imin mesajını, tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Şimdi ben, inkâra sapan bir topluluğa nasıl üzülebilirim?"
EYKE KAVMİ
Medyen dağlık, Eyke ise, ormanlık olan iki yerleşim yeriydi. Eyke ashabına, Eykeliler yahut Leykeliler de denir. Eyke, yumuşak ağaç bitiren bataklık demek olup, Medyen'e doğru, deniz sahilinde bir yerin adıdır. Burada yaşayan bir topluluk vardı. Şuayb (a.s), bunlara da elçi olarak gönderilmişti.
Ancak Şuayb, onların(Eykeliler'in) kavminden değildi. Medyen kavmindendi. Bu nedenledir ki Kur'an şöyle der:
Medyen'e kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Şuayb, dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a köle olun! Sizin için O'ndan başka ilah yoktur. Muhakkak size, Rabb'inizden apaçık bir delil gelmiştir. Ölçüyü ve tartıyı tam tutun, insanların eşyasını(mallarını) değerinden eksiltmeyin ve ıslah ettikten sonra, yeryüzünde fesat çıkarmayın. Şayet iman ediyorsanız, bu sizin için daha hayırlıdır."
[ARAF (7)/ 85]
"Eyke ashabı da, elçilerini yalanladı."
"O zaman onlara Şuayb dedi ki: 'Sakınmıyor musunuz?'"
"Muhakkak ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim."
"Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin!"
[ŞUARA(26)/ 176-179]
Bu ayetlerden, Şuayb'ın, Medyen kavminden olup; hem Medyen'e ve hem de Eyke halkına elçi olarak gönderildiği, açıkça anlaşılmaktadır.
"GÖLGE GÜNÜNÜN AZABI"
Şuayb, İbrahim'in torunlarından Mikail'in oğludur. Annesi ise Lut'un kızıdır. Yüce Allah'tan Şuayb'a kitap veya sahife gönderilmedi. O, Âdem, Şit, İdris, Nuh ve İbrahim'e indirilen sahifeleri okudu ve onlarla tebliğde bulundu. Şuayb, büyük bir hatipti. İnsanları hak söz ve uyarılarla aydınlatmaya çalıştı. Dolayısıyla ona, elçilerin hatibi denilmiştir. Medyen ve Eyke halkı, Şuayb'ı dinlemediler ve bunun sonucunda, ayetlerde ifade edildiği gibi helâk oldular.
Eykeliler, bununla da yetinmediler, azabı isteyecek kadar ileri gittiler. Eyke halkı, elçileri Şuayb'ı yalanlayarak, dediler ki:
"Şayet doğru sözlü isen, Gök'ten üstümüze bir kütle(göktaşı) düşür."
"(Şuayb) dedi ki: 'Rabb'im, yaptıklarınızı daha iyi bilir.'"
"Arkasından onu yalanladılar. Böylece, 'gölge gününün azabı' onları yakaladı. Muhakkak o, büyük bir günün azabıydı."

POMPEİ HALKI KAVMİ
Vezüv Yanardağı bir şehri tamamen haritadan sildi; kimine göre bu basit bir doğa olayıydı, kimi ise öyle düşünmüyordu
Roma İmparatorluğu'na ait bir yerleşim birimi olan Pompei, Napoli'ye oldukça yakın bir konumdaydı.

79 yılında ise Vezüv Yanardağı'nın yaklaşık iki günlük faaliyeti sonrası tüm şehrin üzerini kül ve lav kaplamıştı.

Yaşayan tüm canlılar taştan heykellere dönüşmüştü.

Bunu Tanrı'dan gelen bir ceza olarak algılayanların sayısı hala çok fazla. Peki neden Pompei bir cezayı hak etsin ki?

Herculaneum ve Pompei, Roma İmpatatorluğu'nun şehvet merkezleri olarak biliniyordu.

Eşcinsellik, küçük yaşta cinsel hayat şehrin alışılmış durumları haline gelmişti.

İmparator Caligula da bu iki şehrin yansıttığı o imajı sevenlerdendi.

Kendi kız kardeşine aşık olduğu söylenir.
Pompei aslında bir ticaret merkeziydi, yine de buraya gemilerle gelenlerin ilk aradığı şey kapılarında penis işareti olan genelevlerdi.

Herculaneum'da lavlardan dolayı insanlar heykel gibi olsa da Pompei'de küller daha etkili olduğundan kalıntıların çıkması daha zor olmuştur.

Şehre kül bulutları ve lavlar ulaştığında çoğu kişinin bu duruma şehvetli anlarda yakalandığı da söylenir.

Pompei'de bulunan vücutlar sertleştirilerek toprak üstüne çıkarılmıştır
Bu bir helak olma hikayesi midir yoksa basit bir doğa olayı mı bilinmez ama Şehir UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde ve İtalya'nın en çok turist çeken yerlerinden biri.


İSRAİL OĞULLARI KAVMİ
AKUPOĞULLARI: İSRAİLOĞULLARI
Peygamberliği ve Kitabı(Tevrat-Zebur-İncil) İbrahim'in soyunda kıldık diyen Yüce Allah, kavmini ve kavminin ilahlarını reddeden İbrahim'e lütuf olmak üzere, İshak ve Yakub'u bağışladığını ve onları nebi kıldığını bildiriyor.
Kur'an, "İshak Mileti"ne; yani Yakupoğullarına, "İsrailoğulları" olarak hitap eder. Kur'an, belli bir döneme kadar, İsrailoğulları ismini kullanırken; Hak'tan sapıp-ayrılığa düştükleri dönemlerdeki ve özellikle Peygamberimiz zamanındaki İsrailoğulları'na; "Yahudiler" diye hitap eder. Hz. Muhammed(s.a.v.) zamanındaki Yahudiler'in ve Hıristiyanlar'ın bir başka tanımlanması da; "Ehli Kitap"tır. Peygamberlerin arka arkaya gönderildiği zaman periyodunda; "İsrailoğulları",Hak'tan(İslam'dan) sapıp- parçalandıkları ve şirk toplumuna dönüşerek; zaman zaman pişmanlık yaşadıkları dönemlerde, "Yahudi" sıfatını kazanmışlardır.
Neden Yakupoğulları değil de İsrailoğulları? İsrail, Yakub'un diğer bir ismidir. Aslı "İsra-El"dir. El; Allah'dır. Tıpkı "Cebra-EL", "Mika-El"deki El gibi. "İsra" ise Arapça "esir-bağ" kökünden gelir. Anlamı, "Allah'ın Esiri" yahut "Allah'ın Kölesi"dir. O halde "İsrailoğulları"; "Allah'ın Kölesinin Oğulları"dır.
Ancak, Tevrat'taki anlatım şöyledir: Yakup, tanımadığı bir Adamla güreşir ve onu yener ve Adam şöyle der: "Artık sana Yakup değil, İsrail denecek, çünkü sen Tanrı'yla, insanlarla güreşip yendin."(Tevrat:Tekvin: Bap.32)
Bu anlatım, Tevrat'a da, Kur'an'a da; Yakub'un peygamberliğine de aykırı ve "şirki" bir yaklaşımdır. Böyle bir olay varsa; ancak şöyle olabilir: Allah'ın meleğiyle güreşen Yakup, muhtemelen yenilmiş ve esir olmuştur. Bu nedenle de; "Allah'ın Esiri(Kölesi)" sıfatı, isme dönüşmüştür. Yakub'un adı böylece İsra-El(İsrail) olmuştur.
İsrailoğulları, Filistin'de yaşayan Yakub'un 12 oğlunun soyundan ortaya çıkan bir kavimdir. Allah, teslimiyetin(köleliğin) zirvesi İbrahim'e; oğlu İshak'ı ve torunu Yakub'u, peygamber olarak bağışlamıştır.
O zaman ki (İbrahim), onlardan ve Allah'tan başka köle oldukları şeylerden ayrıldı. Biz, ona, İshak'ı veYakub'u verdik. Ve her birini 'nebi' kıldık.
[MERYEM (19)/49]
Ve Biz ona(İbrahim'e), İshak'ı ve Yakub'u verdik. Ve Biz, onun soyuna nübüvvet ve Kitap verdik. Ve Biz ona, dünyada ücretini verdik. Ve muhakkak o, ahirette de salihlerdendir.
İsrailoğulları'nın en büyük peygamberlerinden biri de, Davut peygamberin oğlu Süleyman peygamberdir. Yüce Allah, bu kral peygambere, yeryüzünde eşsiz bir güç lütfetmiştir. Kendisine, birçok mucizeler yanında; insanlar, cinler, şeytanlar, hayvanlarla konuşma ve hükmetme yetkisi verilmiştir.
Ancak, Süleyman'ın ölümünden sonra (M.Ö 920), "Hak"tan sapan, ayrılığa ve aykırılığa düşen İsrailoğulları; şirke-putperestliğe kucak açmışlardır. Yüce Allah'ın kendilerine verdiği İslam nimetini koruyamayan İsrail Milleti; Yusufpeygamberin ölümünden sonra Mısır'da olduğu gibi, başka milletlerin esareti altına girmişlerdir. Süleyman peygamberin ölümünden sonra ortaya çıkan "fetret dönemi"; Asur, Babil, Pers ve Roma esaretiyle devam etmiştir. Allah'ın kölesi olan İsrailoğulları, bu sıfatlarını kaybederek, "Yahudi"leşmişler ve başka milletlerin kölesi olmuşlardır.
İsrailoğulları, Allah'a kölelikte yarıştıkları, içlerinden çok sayıda Allah dostu ve nebiler çıkardıkları dönemlerde; Allah'ınsayısız lütuflarına mazhar olmuşlardır. Ancak Allah'a teslimiyeti bozup, Hak'tan saptıkları; Allah'a ortak koştukları "fetret dönemleri"nde ise, kendi peygamberlerini öldürmek dahil, en büyük suçları işlemişlerdir. Bu nedenle de Allah'ın gazabını üzerlerine çekerek; azaba uğramışlardır.
İşte, Yahudileşmiş İsrailoğulları'nın, "şirk toplumu"na nasıl dönüştüklerinin, işledikleri ağır suçların ve Allah'ın azabının, Kur'an diliyle ifadeleri:
Vay o kimselerin haline ki; Kitab'ı(Tevrat'ı), kendi elleriyle yazıyorlar, sonra da onunla az bir menfaat sağlamak için, "Bu Allah'ın indindendir" diyorlar. O elleriyle yazdıklarından dolayı, yazıklar olsun onlara; o kazandıkları sebebiyle vay onların haline!
İsrailoğulları, Hak'tan saparak Yahudileşmiş, Yüce Allah'a verdikleri ahdi bozmuş; kutsallığı ve yüceliği kendilerine atfederek; "kutsal kavim", "Allah'ın oğulları", "yeryüzünün efendileri" vb. şirki nitelendirmelerle tarihe geçmişlerdir. Nitekim Babil sürgününde kaybettikleri "Gerçek Tevrat" yerine, farklı zamanlarda farklı kişilerin yazdığı metinlerden oluşan "Toplama Tevrat"ı biraraya getiren Üzeyr'e(Azra'ya), Hıristiyanlar'ın İsa'ya dedikleri gibi "Allah'ın oğlu" demişlerdir. Bununla da yetinmeyip, kendilerini "Allah'ın oğulları" addedecek sapkınlığa ve kibir bataklığına yuvarlanmışlardır. İşte Kur'an'daki kanıtı:
Yahudi ve Hıristiyanlar dediler ki: "Bizler Allah'ın oğullarıyız ve O'nun sevgilileriyiz." De ki: "(O halde) niçin sizi, günahlarınızdan dolayı azablandırıyor? Bilakis sizler, O'nun yarattıklarından bir beşersiniz. O dilediğini bağışlar, dilediğine de azap eder. Göklerin, Arz'ın ve bunların arasındakilerin mülkü, Allah'a aittir. Dönüş de, O'nadır.









Her insan değerlidir değersiz insan yoktur değerini bilmeyen ve kaybeden insan vardır
mahmut çiçekdağı

Şair ve Şiir e önem veren Türkiyenin Şiir Radyosu Şiir Fm 10 Yaşında
Şiirlerinizin hayat bulduğu Türkiye'nin ilk sesli Şiir video sitesi ŞiirTube