Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» Web Ailem Dostuk Sevgi Forumları »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Paylaşmak İstediklerim ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Ocak 28, 2014, 11:04:14 ÖÖ

Başlık: Anadolu ve Onun Güzel İnsanları
Gönderen: Fatih - Ocak 28, 2014, 11:04:14 ÖÖ
(http://www.sizinti.com.tr/img/spotimg/420/5896.jpg)

Hey Anadolu! Senin asırlardır çevrendeki yardıma muhtaç olanlara bigâne kaldığını gören oldu mu acaba? Sen, yakınında olsun uzağında olsun, ihtiyaç sahibi kimselerin derdine çare olabilmek için var gücünle çalışmayı şiar edinmiştin. Zîrâ senin arzun, Allah'ın yarattığı bütün varlıkların hayatlarını, fıtratlarına uygun sürdürmelerine yardımcı olmaktı. Bunun için sana vahyin aydınlığında öğretilen her yolu kullandın. Bu yollardan biri de sadakalarla insanların ihtiyaçlarının bir nebze de olsa giderilmesiydi. Sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar için Allah'ın büyük bir mükâfat hazırladığı (Ahzab 35); bu kişilerin Allah'a güzel bir borç verdikleri (Hadid 18) belirtilmişti İslâm'ın kudsî kitabında.

İsrafın ve lüks harcamaların her geçen gün fakir sayısını artırdığı, dünyanın bir kısmının birbirine düştüğü ve bir kısım hemcinslerini ölüme terk ettiği günümüzdeki hastalıkların tedavisi için lazım olan ebedî reçeteyi, asırlar öncesinden almıştın Allah'ın Elçisi'nden (sallallahu aleyhi ve sellem). Sadakanın her hastalığı tedavi ettiğini, belâları önleyip def ettiğini, insanı kabir azabından koruduğunu, sahibini himayesi altına aldığını, suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları giderip insanı kötü ölümden koruduğunu öğrenmiştin Yüce Peygamber'inden (sallallahu aleyhi ve sellem). Mallardaki günah kirlerini temizlediğine, yetmiş kötülük kapısını kapattığına, rızıkları artırıp duaların makbul olmasına vesile olduğuna can u gönülden inanıyordun. Ayrıca yardımlarının süreklilik arz etmesine de büyük bir ehemmiyet atfediyordun. Bu yüzden, vakıflar kurmuştun, öldükten sonra da hayır hasenatının devam etmesi için. Amel defterini sevaplar adına açık tutan ne güzel müesseselerdi bunlar!

Yardım ettiğin insanları rencide etmemeye çalışman da senin takdire şayan bir tavrındı. Çoğu zaman gizlice yapıyordun iyiliklerini. Çünkü alan el olmak, insanın komşusu, akrabası veya herhangi bir tanıdığı karşısında küçük düşmesine ve utanıp sıkılmasına yol açabilirdi. Diğer yandan veren el olmak da, tam tersine gururlanmaya, kendini büyük görmeye, hislerinin tesirinde kalarak buyurgan bir tavırla hareket edilmesine yol açabilirdi. Yardımına en ufak bir gösterişin karışma ihtimali bile, uykularını kaçırırdı senin. Nasıl kaçırmasın ki, sadakaların başa kakılması, gönüllerin kırılması durumu, "üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın" (Bakara 264) durumuna benzetilerek, bu kişilerin kazandıklarından hiçbir şey elde edemeyecekleri belirtilmişti. Dünyanın neresinde olursa olsun, muhtaçlara onları rencide etmeden yardım edecektin; ama nasıl? Bunun bir yolu hattâ yolları olmalıydı. Bu öyle bir yol olmalıydı ki, alanı rahatsız etmemeli, verenin de nefsini şımartmamalıydı. "Ben yaptım, ben ettim, benim sayemde oldu." dedirtmemeliydi. Öyle bir yol bulmalıydın ki, oturup kalmalıydı nefsin kendi köşesinde, hiçbir hayrına burnunu sokamamalıydı. İncitmeden yardım etmenin usulünü bulacaktın eninde sonunda. Arayan bulurdu. Emir, yürektendi çünkü. Yürek ara dedi mi, akıl bir yolunu bulurdu mutlaka. Buldu da… Hem ne yollar buldu ne yollar… Dünyada emsali görülmemiş, nev-i şahsına münhasır… Bulduğun yollar, alan eli hicaba mahkûm etmediği gibi, veren eli de gururun pençesine düşmekten alıkoyuyordu. "Zimen defterlerini kapatmak"tı bu yollardan biri. Zimen defteri de ne ki dediğinizi duyar gibiyim.

Hey Anadolu, senin, destanı yazılacak uygulamalarından biriydi zimen defterlerini kapatmak. Başkalarına ait çıkarcı ve hazcı olmaktan öteye geçemeyen değer kırıntılarının allanıp pullanıp gözlere sokulurcasına anlatıldığı günümüzde senin, birçoğumuzun adını ilk defa duyduğu bu defterler vasıtasıyla yazdığın destanlar da, dünya âleme anlatılmalı değil mi? Günümüzde veresiye defteri denilen defterlerdi bunlar. Hayır hasenat sahibi olanlarınız, hususiyetle Ramazan aylarında tebdili kıyafetle (kıyafet değiştirerek), hiç tanınmadığı, bilinmediği mahallelere gidiyordu. Bakkala, kasaba, manava mahalle esnafına zimen defteri olup olmadığını soruyor ve belli sayfalardaki borçların toplanıp silinmesini istiyor, iç yangınına tutulmuş bir eda ve ses tonuyla "Allah'ım kabul buyur..." diyerek geldiğiniz gibi sessizce, kimselere görünmeden, yerlere yapışırcasına ayrılıyordunuz oradan. Borçlu, hesabını ödemeye geldiğinde hoş bir sürprizle, borcunun ödendiği cevabıyla karşılaşınca ne dualar ediyordu kim bilir? Ne ödeyen kimin borcunu ödediğini bilirdi, ne de borçlu, kendisinin borcunu ödeyeni tanırdı. Allah için alan, Allah için veren bir cemiyetin fertlerinden de böylesi beklenirdi zaten. Bir de sadaka taşları icat etmiştiniz ki, bunlar âdeta cemiyeti ayakta tutan mermer sütunlardı.

Hey Anadolu, sen değil miydin şehrin, camilerin, meydanların belli yerlerine sadaka taşı diken? Hani bu taşların ortasını bir tabak biçiminde oyuyordun. Bu oyuklara bir kese içinde paralar bırakıyordun. İhtiyacı olan, ihtiyacı kadarını alırdı. İhtiyaç sahibi, sadaka taşlarının yanına ortalık karardıktan sonra gelir, fark edilmeden yardımını alırdı. Merak etmezdin "Bıraktığım para nereye gidiyor?" diye. Mühim olan bir ihtiyaç sahibinin ihtiyacının giderilmesiydi senin için. Bilmezdi insanlar, sadaka taşlarından kimin yardım aldığını. O ne güzel bir usuldü. Yardım eden de, alan da, nerede bulacağını biliyordu onu. Semtlerin birleştikleri yerlerde, yardıma muhtaç kimselerin barındırıldığı yerlerde, tekke, türbe, mezarlık civarlarında, camilerin yakınlarında imdada yetişiyordu sadaka taşları. Bütün bunlar, masal gibi geliyor insana değil mi? Maalesef günümüze çok azı ulaşabilmiş, cemiyeti ayakta tutan direklerden biri olarak asırlarca hizmet îfa eden hayır taşlarının.

Hey Anadolu, döner dolapları icat eden de sendin. Fakire fukaraya yemek yardımı etmek için konakların bir köşesine yerleştirivermiştin döner dolapları. Yemek bulamayanlar, utanıp isteyemeyenler elinde kâsesiyle gelir, dolabın sokakta kalan kısmına kâsesini, yemek tabağını koyar ve çevirirdi dolabı. Dolaptaki kâse, mutfağa gelince anlardın dışarıda bir gariban, bir yardıma muhtaç olduğunu. Merak etmezdin kim olduğunu gelenin. Hele bir pencereden bakayım, demeden doldururdun yemek tabaklarını, çorba kâselerini. Rüya gibi değil mi?

Hey Anadolu, sen değil miydin dağ başlarında insanların, kurdun kuşun susuz kalabileceğini düşünüp onlar için çeşmeler yapan? Anadolu'nun birçok köyünde yol kenarlarında, suyu olmayan yerlerde bir kulübecik inşa edip, içine de bir küp veya testi konduruvermiştin. Kendi tarlana her gidip gelişinde o küpü suyla dolduruyordun. Belli zamanlarda küpün suyunu değiştiriyordun insanlar taze su içebilsin diye. O yolu kullananlar bilirdi nerede suya kavuşabileceğini. Bilirdi insanlar bir Ali Çavuş'un, bir Hasan Emmi'nin çıkıp hayrat yapabileceğini.

Hey Anadolu, sen değil miydin her yıl bağ ve bahçelerinde yer alan belli ağaçlara işaretler koyarak, herkese o ağaçların vakıf olduğunu söyleyip gelen geçenlere meyve ikram eden? Sendin insanlara yardım etmede bile nezaketi elden bırakmayan… Dünyanın başka yerlerinde, yol kenarlarındaki ağaçlara senden başka raflar koyan var mıdır? Bahçesinden topladığı meyvelerin bir kısmını o raflara bırakıp insanların istifadesine sunan, başka millet var mı acaba? Evet, günümüzde fırınlardaki "askıda ekmek" veya "ekmek sepeti" uygulamalarına ilham olan da senin yol kenarlarındaki raflarındı.

Hey Anadolu, sen değil miydin köy odaları ihdas eden? Her köyün odası vardı bir zamanlar, o odayla alâkadar insanlar vardı. Bir misafir geldiğinde, hemen alakalı aileye duyurulur, yemekler hazırlanırdı köy odasındaki yolcu, garip, misafir için. Kimi zaman hayırdan herkesin faydalanması için sıraya koyduğun da olurdu yemek hazırlamayı.

Hey Anadolu, bulduğun yardım yollarını zamanın, çağın gereklerine uydurmakta da pek mâhirsin. Ekmek sepeti, askıda ekmek, Ramazan paketleri, iftar çadırlarınla zamanına, çevrene nasıl da uyum sağlayabilen bir cemiyet olduğunu ne güzel gösteriyorsun. Açlığın; birçok kötülüğe, kanun dışılığa bahane olduğunu biliyorsun. O hâlde insanların öncelikle karınları doyurulmalı düşüncesiyle ekmek alacak dahi parası olmayanlara verilmek üzere, evine ekmek alırken "bir ekmek de sepete, askıya" demen karınca kararınca olsa da ne büyük civanmertliktir.

Hey Anadolu, zamanın, çağın gereklerine uymakta pek mâhirsin dedim ya… Günümüzde dünyanın başka yerlerindeki ihtiyaç sahiplerine tek başına ulaşmanın zorluğunu çabuk fark ettin. Deprem, sel, tsunami, kuraklık, açlık mağdurlarına yardım ulaştırabilmek için hemen organize oldun. Çeşitli yardım kuruluşları vasıtasıyla, "Kimse yok mu?" çığlıklarına "Ben varım!" dedin ve koştun bütün samimiyetinle. Bu organizasyonlar olmasa, Endonezya'nın, Haiti'nin, Japonya'nın depremzedelerine, selzedelerine Somali'nin açlık çeken insanlarına yardımlarını nasıl ulaştırabilirdin ki? Ulaşımın, iletişimin kolaylaşması sayesinde bugün artık dünyanın neresinde olursa olsun, kendi ülkendeki yardıma muhtaç insanlara yaptığın bütün yardımları ırk, dil, din, renk ayrımı yapmadan herkese ulaştıran da sensin.

Senin doktorların, senelik izinlerinin bir kısmını, çeşitli kuruluşların organizasyonlarıyla gittikleri Afrika çöllerinde ameliyatlar yaparak geçiriyor. Senin işadamların, bayramlarını ailesinden uzakta ama yardıma muhtaç insanların olduğu topraklarda geçiriyor. Bu civanmertler, kendi ülkelerinde olduğu gibi, kapı kapı dolaşıp ihtiyaç sahiplerine yardım ulaştırıyor.

Hey Anadolu! Kardeşlik sırrı, gaye birliği, vazife şuuru ile omuz omuza vererek, ihlâsla yaptığın yardımlarla, mânevî kuvvetini bir defa daha dünyaya ilân ediyorsun. Aslında sen bir kere daha, yeniden tarih yazıyorsun.
Başlık: Ynt: Anadolu ve Onun Güzel İnsanları
Gönderen: Kamil - Şubat 25, 2014, 12:53:56 ÖS
Paylaşım İçin Teşekkürler :)
Başlık: Ynt: Anadolu ve Onun Güzel İnsanları
Gönderen: Kuskün Çiçek - Şubat 24, 2017, 07:38:14 ÖS
 eys bravoo bravoo