Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» Web Ailem Dostuk Sevgi Forumları »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Paylaşmak İstediklerim ::.. => Hikayeler & Öyküler => Konuyu başlatan: Fatih - Şubat 21, 2014, 02:02:08 ÖS

Başlık: Bir 'Küçük İstanbul' Hatırası
Gönderen: Fatih - Şubat 21, 2014, 02:02:08 ÖS
(http://www.sizinti.com.tr/images/konular/378/13.jpg)

Vazife için geldiği yer; Kazakistan'ın o dönem başşehri olan Almatı'nın doğusunda -Aladağların eteklerinde- kurulmuş küçük ve şirin bir ilçe olan Issık'tı. Heyecanlıydı. Üstelik bu heyecan kolay kolay geçecek gibi görünmüyordu.

Almatı'dan yarım saat süren bir yolculuk sonrasında ulaşılan bu şehri ilk ândan itibaren sevmişti. Şehrin düzenli, çoğu mavi renkle boyanmış bahçeli evleri, bu bahçelerden kaldırımlara sarkan ağaçları, kapı önlerindeki saksılarda renk renk açan çiçekleri onu âdeta büyülemişti. Yeni hayatına uyum sağlamakta zorlanmamıştı. Günlerinin çoğu okulda geçiyordu. Kısa zamanda talebeleri tarafından sevilen biri olmuştu.

Bir sonbahar günü okul dönüşü, Rus Lenin Mektebi'nin toprak sahasında yağmura aldırmaksızın futbol oynayan küçük çocuklar dikkatini çekmişti. Saha kenarında uzun boylu, sarı saçlı biri ile yan yana duran antrenör, çocuklara talimatlar yağdırıyordu. Türk takımlarının renklerini taşıyan formaları görünce, Issık'ta sayıları oldukça fazla 'Ahıskalı çocuklar olmalı bunlar.' diye geçirdi içinden. Yanılmamıştı. Bu manzara karşısında bir ân geçmişe doğru hayalî bir yolculuğa çıktı. Boğaz'da geçen günlerini, çocukluğundaki mahalle maçlarını hatırladı. Bu esnada oyuna ara veren çocuklar bir yerde toplanmıştı. Çocukların yanına gitmeyi düşünmüştü ki, antrenörün, yanındaki kişiyle kendisine doğru geldiğini fark etti. Tanışmak üzere ellerini birbirlerine uzattıklarında, yıllar sürecek samimi bir dostluğun başladığını bilmiyorlardı.

— Merhaba! Ben Refik. Çocukların antrenörüyüm. Bu ise yardımcım Saşa. Kendisi Rus'tur.
— Ben de Kazak-Türk Lisesi'nden Tufan.
— Türkiye'den mi geldiniz?
— Evet. İstanbul'dan.
— Bizler Ahıskalıyız. İkinci Dünya Savaşı sonrası atalarımız vatanımızdan mecburî göçe zorlanmış. Çok zor günler geçirmişler. Kendimizi Osmanlı Türk'ü biliriz. Burada çok kalabalığız. Bu yüzden 'Küçük İstanbul' da derler buraya.

Farklı duygular kaplamıştı içini. O birkaç dakikalık zaman, günün en güzel hatırası oluvermişti. 'Küçük İstanbul' benzetmesi de hoşuna gitmişti. Sohbet, çocukların futbolu üzerine yoğunlaşarak biraz daha devam etti. Tufan ayrılırken; "Allah'ın izniyle kendimizi fazla yalnız hissetmeyeceğiz burada." dedi. Tekrar görüşmek üzere vedalaştılar.

Refik Bey ve Saşa yaşanılan bu sıcak tanışmadan birkaç gün sonra okulu ziyaret ettiler. Yemekler yendi, çaylar içildi. Saşa'nın: "Şehrimizde organize edilen spor müsabakalarında sizleri de görmek isteriz. Issık halkı sizleri tam olarak tanıyabilmiş değil. Sizleri daha iyi tanımak ve dostluklar kurmak istiyoruz. Spor dostluklara köprüdür." şeklindeki sözleri Tufan Bey'in hoşuna gitmişti. Bu organizasyon, okulun tanıtımı için iyi bir fırsat olacaktı.

Tufan Bey, bu hâdiseden birkaç hafta sonra, bir pazar günü, sabahın erken saatlerinde telefonunun çalmasıyla uyandı. Bir gün önce arkadaşlarıyla basketbol oynarken aldığı dirsek darbesinden dolayı açılan kaşına beş dikiş atılmış, sıkıntılı bir gece geçirmişti. Bu sebeple sabah namazından sonra istirahat etmeye karar vermişti. Zorla da olsa yerinden kalkıp ahizeyi kaldırdı. "Haydi hocam seni bekliyoruz. Sensiz olmaz, bizi yalnız bırakma." sözleri karşısında Tufan Bey ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemedi. İlk şaşkınlığı geçince, Refik Bey ve Saşa'nın organize ettiği turnuva aklına geldi. Katılacağına söz vermişti. Arkadaşları da bunun için ısrar ediyorlardı. Bir süre düşündü. Her şeye rağmen bu turnuvada arkadaşlarıyla beraber olmalıydı. Saatine baktı, vakit henüz erkendi. Ailesinin de haberi olmamalıydı. Yoksa bu hâlde gitmemesi için ellerinden geleni yaparlardı. Birkaç saat içinde geri dönecekti zaten. Bir ân evvel okula giderek hazırlanmalı ve maça yetişmeliydi. Temiz bir bezle, dikiş atılan kaşının üzerinden alnını sardı ve stadyumun yolunu tuttu. Henüz maç başlamamıştı. Onu gören arkadaşları da çok sevinmiş ve bu fedakârlığını takdir etmişlerdi. Doğru olduğuna inandığı bu karar, takım arkadaşlarının da moralini yükseltmişti.

Tribünlerde takımlarını desteklemeye gelen insanlar vardı. Sahanın etrafı adeta bir panayırı andırıyordu. Maçı seyretmeye gelenler arasında öğrenciler ve veliler de vardı. İkinci yarısı daha çekişmeli ve heyecanlı geçen karşılaşmada Tufan Bey oldukça başarılı bir oyun ortaya koymuştu. Tufan Bey ile Saşa'nın maç sonrası birbirlerine sarılmaları tribünlerin dikkatini çekmiş olmalı ki, alkışlar içerisinde sahayı terk ettiler. Refik Bey'in ise keyfine diyecek yoktu. Etrafındakilere belli etmese de, Türk okulunun başarısı onu pek sevindirmişti.

Havaların soğuyup, kışa döndüğü günlerdi. Olumsuz hava şartlarına rağmen öğretmenlerin talebe velilerini ziyaretleri hız kesmeden devam ediyordu. Okulda belletmenlik yapan Mahmut Bey, Eldiyar'ın ailesinin pazar günü için yemek davetini geri çevirememiş, Tufan Bey'i de kendisiyle gelmeye ikna etmişti. O gün öğleden sonra kiraladıkları bir taksiyle yola koyuldular. Şehrin dışına çıktıklarında, sabah açık ve güneşli olan havanın birden kararmaya başladığını fark ettiler. Kar yağdığı takdirde, köye ulaşmaları zor olacaktı. Ama her şeye rağmen davete icabet etmeliydiler. Temennileri en azından eve varıncaya kadar karın yağmamasıydı. Öyle de olmuştu. Eve varana kadar bir kar tanesi dahi düşmemişti.

Tanışma ve yemek faslından sonra yapılan sohbetle ziyaret uzamıştı. Kazak halkı son derece misafirperver ve cömertti. Hele Türkiye'den gelen öğretmenlere ikramları daha bir farklı ve candan oluyordu. İkramlar bitmeden kalkmayı düşünseler de, bu davranış ev sahibi tarafından saygısızlık olarak değerlendirilir kaygısıyla geç vakte kadar kaldılar. Müsaade isteyip kapıya yöneldiklerinde gördükleri manzara onları oldukça endişelendirmişti. Kar her tarafı kaplamış, dönüşlerini zora sokmuştu. Eldiyar'ın babası Âmir Bey, bu havada gitmelerinin zor olacağını söyleyip, kendilerini misafir edebileceklerini teklif etmesine rağmen, Tufan Bey sabahki dersleri kaçırma endişesiyle dönme konusunda ısrar edince yola koyuldular.

Misafirlerini bu durumda yalnız bırakmak istemeyen Âmir Bey, köyün merkezine kadar onlarla gitti. Etrafta hiçbir vasıta görünmüyordu. Bir müddet sonra önlerinde bir taksi durdu. İki kişi daha alabilecek durumdaydı. Fakat şoför, Almatı'ya gideceğini söylemişti. Tufan ve Mahmut Beyler bir ân birbirlerine bakıştılar, sonra şoföre Issık'a gideceklerini, anayolda indikten sonra bir vasıta bulabileceklerini söylediler. Âmir Bey'le de vedalaşıp taksiye bindiler. Almatı kavşağında indiklerinde manzara daha da vahimdi. Kar iyice artmıştı. Tek tük geçen vasıtaların hiç biri durmuyordu. Beklemekten başka çareleri yoktu.

Karla beraber hava da soğumaya başlamıştı. Sabah havanın güneşli olmasına aldanıp, pek kalın giyinmemişlerdi. Ortalıkta fazla aracın olmayışına mânâ veremiyorlardı. Tufan Bey ayakkabılarına dolan kar sularına aldırmaksızın yolun ortasına doğru ilerledi. Böyle güzel geçen bir günde, Allah'ın (celle celâlühü) hoşnutluğunu kazanmak için gerçekleştirilen ziyaretin neticesinde O'nun kendilerini mağdur etmeyeceğine inanıyorlardı. Burada donup kalmak, vazife esnasında başa gelen bir şey olacağından tevekkülle karşılanmalıydı. Bu düşüncelere dalmışken kendilerine doğru gelen aracı fark ettiler. Belki de son şanslarıydı bu. Fakat araç kendilerini fark etmemişçesine önlerinden geçip gitti. Üzüntülerini birbirlerine belli etmemeye çalışarak karşılıklı bakıştılar. Ağızlarından bir söz dahi çıkmamıştı. Boyunlarını büktüler. Tam o esnada, biraz önce önlerinden geçip giden aracın geri geldiğini fark ettiler. Onlar kapıya yönelmeden araçtan çıkan şoför: "Sizin bu havada buralarda ne işiniz var? Ne yapıyorsunuz? Yoksa ölmek mi niyetiniz?" diye haykırıyordu. Tanıdık gelen bu sesin sahibinin Saşa olduğunu fark ettiler. Saşa kendini tutamamış, hâlâ bir şeyler söylemeye devam ediyordu. Saşa'nın yol boyu anlattıklarını dinleyince, sahipsiz olmadıklarını bir kere daha anladılar. Saşa, Refik Bey'in ısrarlı telefonlarına dayanamayarak bu olumsuz hava şartlarında ayarladığı bir arabayla Issık'a doğru yola çıkmıştı. Tufan Beylerle karşılaşana kadar da içinden hep "Keşke çıkmasaydım!" diye geçirmişti.
Başlık: Ynt: Bir 'Küçük İstanbul' Hatırası
Gönderen: Rüya. - Temmuz 10, 2014, 11:44:29 ÖÖ
Emeğine Sağlık, Paylaşım İçin Teşekkürler gull
Başlık: Ynt: Bir 'Küçük İstanbul' Hatırası
Gönderen: Kuskün Çiçek - Şubat 26, 2017, 11:18:00 ÖÖ
 eys bravoo