Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» İslami Dini ve Türk Tarihi »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Türk ve İslam Tarihi ve İz Bırakanlar ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Şubat 25, 2014, 02:54:29 ÖS

Başlık: Mehmetçikten Ölümsüz Mektuplar
Gönderen: Fatih - Şubat 25, 2014, 02:54:29 ÖS
Tanpınar, “Mazisiz bir hâl tasavvur edilebilir fakat mazisiz bir gelecek tasavvuru imkânsızdır” derken istikbalimizin köklerde olduğunu ne güzel vurguluyor. Evet, bizim köklerimiz, son asırdaki talihsiz “kökü inkâr” sadmesine rağmen hâlâ toplumumuzun hafızasında ter ü taze canlılığını korumaktadır. İstikbalimize uzanan ışık kaynağı mazimizin köklerinden kaynak bulduğundan zaman ve hadiseler okyanusunda sürüklenen bizler, bu köklerimize yapışıp tarih şuuru ile şuura eremez isek istikbal adına hep sahil arar dururuz.

Bu düşünceden hareketle, bundan tam 82 yıl önce Çanakkale’de inanılmazı inanılır yaparak “vatan” adını verdiğimiz bu topraklan kanlarıyla tapulayıp bize devreden “Mehmetçik” adlı namsız yiğitleri hayırla yâdetmek en azından bir vefa borcu olduğu kanaatini taşıyoruz.

Hele hele, “moda” “demode” “in” “out” “yükselen değerler” gibi batı düşünce ve değer normlarıyla kalbini ve zihnini uyuşturarak bir “kültür Çernobili” yaşayan “geleceğimizin emanetçileri” gençliğimizi bir nebze olsun şuura uyarabilirsek ne bahtiyarlıktır bize...

1915 yılı Türk tarihinin alnına şeref ve şehamet damgası vuracak bir mucizeye gebedir.

18 büyük zırhlı, 14 torpido, korvet ve 6 denizaltıdan oluşan dünyanın bu en kudretli deniz canavarları üç saf halinde Marmara’dan Çanakkale Boğazı’na doğru ateş kusmaya başlarlar.

Tarih 18 Mart 1915 Perşembe’yi gösterdiğinde, gururları ve kibirleri silahlarından daha güçlü olan bu İngiliz ve Fransız donanması kendilerinden o kadar emindi ki, boğazdan bir turistik seyahat yaparcasına geçeceklerini sanmışlar, hatta mağrur Londra, İstanbul’daki Amerikan büyükelçisine üç gün sonrası için randevu bile vermişti.

Fakat gelin görün ki, Abdülhak Hamid’in:

‘Bildin mi bugün haddini ey düşmen-i mağrur

Ey düşmen-i hayretzede ey düşmen-i makhûr

Gördün mü ki Türk ordusu isterse, edermiş

Alçakları bir kat daha alçaltmaya mecbur’

dediği gibi, mukaddeslerin, mazinin, harsın, hürriyetin ve emniyetin en emin muhafızı olan Mehmetçik tarifi imkânsız bir cenk hırsı ile unutulmaz destanlarından birini daha yazar ve “Gökten ecdad inerek o pak alınları bir kez daha öper.”

“Tek dişi kalmış canavar’ın” bu ölüm kusan makineleri karşısında vatanın bir karış toprağını kâfir postalına çiğnetmemek için harman gibi savrulmayı göze alan Anadolu’nun bu gözü pek yiğitleri, akıttıkları oluk misal kanlar ile şehadet şerbetiyle nasiplenip “Peygamberimizin ağuşuyla” şereflenirler ve o kan seylâpları da, ileride gelecek ‘Cennet-asâ bir bahar’ın habercisi olan tohumları sulayıp filizlendirirler.

Köleliğe alışmamış bu bağrı yanık Mehmetçiklerin pervasızca ateş ile sarmaş dolaş olmaları akıl alacak şey değildir. Zaten almamaktadır da. Hâdiselerin müşahidi Alman Mareşali Liman von Sanders, gördüklerini bütün samimiyetiyle şöyle dile getirir;

“Çanakkale’yi bir asker olarak anlatmak imkânsızdır. Çelikten, manevî kudretten, vatan aşkından bir insan yapısı ne demektir? Bu sualin cevabı, işte bu gösterişsiz, mütevekkil ve sessiz Anadolu çocuğunun kendisiydi. Saadet, Türklerle beraber aynı safta döğüşmektedir. Bu şerefi ömrümün sonuna kadar taşıyacağım.”

Evet Çanakkale geçilemez... Hristiyan Avrupa, Müslüman Türkten beklemediği ve ummadığı bir sille yemiştir. Üç ay içinde koca Rumeli’yi kaybeden yılgın Türk ordusu, şimdi dünyanın en kahir kuvvetlerini imanını siper ederek yüz geri etmiştir.

Peki “o dağ cesametiyle türkülere mevzu olan, destanlara renk katan ve milletinin gönlünde, yüce burçlarda dalgalanan bayraklar gibi huzurun ve emniyetin remzi haline gelen bu Mehmetçik” kimdir ve nasıl bir ruh taşımaktadır?

Bunu biraz olsun anlayabilmek için zaman makinesini geriye doğru çalıştırıp o kan ve barut kokulu günlerin içine dalmak icab edecektir.

Öncelikle bu adsız ve namsız Mehmetçikler, o zamanki neslimizin en güzide evlatlarıdırlar ve anaları onları cepheye gönderirken “vatanına, milletine ve mukaddesatına kurban olsun” diye ellerini kınalayıp cepheye uğurlamış, ardından da “bak haa, arkandan vurulursan sana hakkımı helal etmem” diye tembihlemeyi de ihmal etmemiştir.

Şuurları şehadete şartlanmış bu isimsiz kahramanlar başkalarının hayata koşmalarına bedel, ölüme koşan bir ruh uyanıklığına sahiptirler. 19 Mayıs şafağında gözlerinizi Çanakkale üzerinde gezdirdiğinizde ilk bakışta bir anlam veremediğiniz, oraya buraya dürülü kirlenmiş çamaşırlar gözünüze ilişecektir. Biraz daha dikkat ederseniz eğer ölüme bile bile lades diyen bu Mehmetçiklerin şehadete doğru hamle yapmadan evvel Rablerinin huzuruna hem iç hem dış temizliği ile çıkmak için çamaşırlarını değiştirdiklerini anlayacaksınız.

Gelin tablomuzu biraz daha müşahhaslaştıralım ve Kerevizde’de Çanakkale’nin son şehitleri olarak tarihe geçen 62. Piyade Alayı’ndan Üsteğmen Zahid’in karısına yazdığı vasiyetnameye nazar eyleyelim:

“.... Bu günlerde her zamankinden daha önemli muharebelere gireceğiz. Bilirsin, her muharebeye giren ölmez. Fakat eğer ben ölürsem sakın gam yeme... Beni ve seni yaratan Allah bizi nasıl dünyada birbirimize nasib etti ise, benden şehitlik rütbesini esirgemediği takdirde elbette, ruhlarımızı da birbirine kavuşturur. Vatan yolunda şehit olursam bana ne mutlu. Ancak, sana bir vasiyetim var:

Birincisi, benim için kat’iyen ağlama... İkincisi, eşyamın listesi ilişikte. Bunları sat, ele geçecek paradan ‘mihrini’ al, kalanı ile de bana bir mevlüt okut. Eğer bunlar sana borcumu ödemezse hakkını helâl et.”

Evet, Üsteğmen Zahid’in elbisesinden çıkan ve içinde mini mini yavrusunun başından kesilmiş saç demeti de bulunan mektubunda bunlar yazıyor.

Ya İstanbul Hukuk Fakültesi’nin son sınıfında iken gönüllü olarak Çanakkale’ye koşan ve orada şehitlikle müjdelenen yedek subay namzedi Ethem’in üzerinden çıkan ve anasına gönderemediği şu mektuba ne demeli:

“Valideciğim,

Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi. Nasihat-âmiz mektubunu, Divriği ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının kenarında otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti...

..........................

O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dzilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan-ı Muhammedi okuyordu.

Ey Allahım, bu ovada onun sesi ne kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namazı kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm ve dua ettim.

—Ey Ulu Allahım. Ey şu öten kuşun, şu heybetli dağların Halık’ı. Sen bütün bunları Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü böyle güzel yerler. Sen’i takdis eden ve Sen’i ulu tanıyan Türklere layıktır.

Ey benim Rabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i celâlini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle.”

Yazmakla bitmeyecek bu asil ruhlular zincirinden son bir halkayı daha nazarınıza getirip bahsimizi nihayetlendirelim:

Çile Şairi’nin “Onu zafer arabasına bindirmek gerekseydi eline kamçı yerine yıldırım

vermek, arabasına at diye kasırgayı koşmak, başına da taç diye en parlak yıldızı oturtmak icab ederdi” dediği bu aziz Mehmetçiklerden Bombacı Mehmet Çavuş’un tabur komutanına yazdığı şu mektubun satırlarında ibretle ve hürmetle seyahat edelim dilerseniz.

Mehmet Çavuş, “Bombacı” lâkabını düşman cenahından gelen el bombalarının üzerlerine korkusuzca pike yapıp karşı tarafa yollamakla almış bir er oğlu er. Mehmet Çavuş’un yaptıkları canına tak eden İngilizler sonunda biraz cesaretlenip bombaları birkaç sayı saydıktan sonra fırlatmaya başlamışlar. İşte böyle fırlatılan hain bir bomba Mehmet Çavuş’un elinde patlayarak sağ elinin bileğinden kopmasına sebep olmuş.

Yatağa bağlanıp kalmanın verdiği ızdırapla şöyle yazıyor Mehmet Çavuş komutanına:

“Komutanım, sağ kolumu kaybettim zararı yok, sol kolum var. Onunla da pekâlâ iş görebilirim. Beni müteessir eden ve yine kıtama iltihakla düşmanla çarpışmama mâni olan şey yaramın henüz kapanmamış olmasıdır. Hastaneden kurtularak halen harbe iştirak edemediğim için beni mazur görünüz, affediniz muhterem kumandanım.”

Mehmet Çavuş, o asillerden asil ruhuyla yılların ötesinden size nasıl sesleniyor bilemiyorum ama yıldan yıla bile olsa, hatırlayıp ruhlarına bir Fatiha göndermeyi aklımıza getirmediğimiz, Çanakkale toprağının altında ter ü taze yatan bu vatan coğrafyasının asıl sahipleri olan Üsteğmen Zahitlerin, yedek subay namzedi Ethemlerin, Bombacı Mehmet Çavuşların ve daha nice isimsiz, namsız ve nişansız kahramanların, gafletimize, hissizliğimize ve vefasızlığımıza bakıp da: “Sizi gidi mirasyediler, biz kanlarımızı, köklerine ve değerlerine sırt çevirip, kurtuluşu Hakk’a esarette aramayı unutmuş dünyaperest bir nesil yetişsin diye mi akıttık” demesinden ürperiyor ve bütün bu satırları okuyanları Fatihaya davet edip, içimden geçenleri Enis Behiç’in şu dörtlüğü içinde terennüm ediyorum:

“Ne alçak görünür şu fâni hayat,

Baktıkça samimi uzletinize

Bir anda coşarak ağlarım; heyhat...

Günahkar gözyaşım layık mı size?..”

Başlık: Ynt: Mehmetçikten Ölümsüz Mektuplar
Gönderen: вαşκαп - Ekim 15, 2017, 04:20:56 ÖS
Emeğine Yüreğine Sağlık
Başlık: Ynt: Mehmetçikten Ölümsüz Mektuplar
Gönderen: Özgür Kız - Eylül 29, 2018, 08:01:48 ÖS
 eys