Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» İslami Dini ve Türk Tarihi »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Türk ve İslam Tarihi ve İz Bırakanlar ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Şubat 25, 2014, 02:55:25 ÖS

Başlık: Destanlara sığmayan analar
Gönderen: Fatih - Şubat 25, 2014, 02:55:25 ÖS
"Fâniler arasında en muazzez varlıktır ana. O, yeryüzünde dolaşırken gökteki bir baş ve Cennet de ayaklarının altındadır. Pabucunun tozu gözlere sürme kadar aziz ve ayaklarına sürülen yüzler, arş eşiğindeki başlar kadar yücedir. Ana, inleyen varlıktır. Bütün bir hayat boyu inleyen ve sızlayan..."
Evet, ney sesi gibi inleyen ve sızlayan analarımız... Evladını, doğum sancısından başlayıp, binbir çile ile civan gibi bir delikanlı olasıya kadar büyütüp vatan için yâdellere uğurlayana kadar inleyen analarımız...
Hele bizim analarımız.. bizim analarımız... Çile ve ızdırabın saçlarını ap ak ettiği eli nasırlı, Cennet kokulu analarımız...
Minarelerin yıkılıp ezan sesinin susma tehlikesi söz konusu olduğunda elindeki biricik yongasını da cepheye uğurlayan ve tek öküzü olan kağnısının boş kalan boyunduruğuna geçip, cephe cephe cephane taşıyıp da böğründeki dirgen acısını kevser kevser yudumlayan analarımız...
Son Karakol'un her yerini kara bulutlar kaplayıp vatan toprağının al kanlara boyandığı demlerde mazgallara gülle, siperlere su, mehmetçiklere şifa taşıyan analarımız...
Tazecik koçyiğit yavrusunu ıraklardan ırak beldelere: "Arkadan vurulursan sütümü sana helâl etmem." diyerek yedi düvelle çarpışmaya gönderen ve ardında da:
"Bura Yemen'dir, / Gülü çemendir; / Giden gelmiyor, / Acep nedendir? / Acep nedendir?"diye ağıtlar yakan fazilete uyanık analarımız...
Nice baharlar doğurduğu ve nice sonbaharlar al kanlı mendiliyle şehadet haberini aldığı, ama bağrına taş basıp bir kez olsun "mezar taşı var mı?" diye sormayan gözleri ceyhun analarımız...
Bıyıkları terliyesiye kadar bir siyanet meleği gibi görüp gözettiği yavrusunu Çanakkale'ye destan yazmaya gönderen analarımız... Ve az zaman sonra da, ölümsüzlüğe erdiği muştusunu aldığında, hemencecik abdestlenip, iki rekat şükür namazına duran ve nasırlı ellerini gökkubbeye doğrultup "Elhamdülillâh, şehit anası oldum!" diyerek semânın sakinlerini gözyaşlarına boğan analarımız...
Gün gelip de devrin hükümetinin, yetim kalmış torunlarının beşiklerini şehadet ninnileriyle sallayan bu kimsesiz analarımıza maaş bağlamak aklına geldiğinde: "Ben ikinci âlemde şehit evlâdımın şefaatını bekliyorum! Bu beklentiye menfaat gölgesi düşürmekten Allah'a sığınırım!"diyerek müstağni kalmasını bilen iman âbidesi analarımız...
Evet bu aziz topraklar bize, evladının ellerini kınalayıp; mukaddeslerine, vatanına ve namusuna kurban olsun diye asker ocağına uğurlayan mavera soluklu analarımızın armağanıdır.
Gerçek değerini kametine uygun olarak ortaya koyamadığıma inandığım bu kırık dökük girişten sonra, destanlara sığmayacak kadar büyük üç vak'a ile bu şefkat kahramanı analarımızı zihinlerimize kazıyalım isterseniz:

"SÖĞÜT'ÜN AKGÜNLÜ KÖYÜNDEN MEHMET OĞLU HÜSEYİN"
Yıl 1915, yağmurlu ve serin bir sonbahar gecesi... Çanakkale Savaşı kazanılmış fakat milletin harim-i ismetine el uzatmak isteyen bakışı bulanmış yedi düvelle harp bütün şiddetiyle devam etmektedir.
Bir zamanlar yedi iklime dal budak salarak "Devlet-i ebed-müddet" namıyla buyruk yürüten Osmanlı'nın kök şehri Bilecik bu defa başka bir faaliyete sahne olmaktadır.
Bıyıkları yeni terlemiş yağız delikanlılar istasyonda vagonlara doluşarak, "yurdunu alçaklara çiğnetmemek" için frenk işgalcileri ile yaka paça olma hazırlığındadırlar.
Trenin kalkışı için kampana çalınmış, istasyon hareketlenmiştir. Bu arada sık sık çakan şimşekler, istasyonun bir köşesinde dimdik ayakta duran yaşlı bir Türk anasının âbideleşmiş silüetini nazara vermektedir. Yağmura ve soğuğa aldırış etmeden orada bir sütun gibi bekleyen bu kadının hâli kumandan Abdülkadir Bey'in dikkatini ve hürmetini celbeder. Bir koşu yanına gidip bir isteği olup olmadığını sorunca ihtiyar kadın, bir tekmil verme edası içinde "Söğüt'ün Akgünlü köyünden Mehmed oğlu Hüseyin"in anası olduğunu ve aslanını selametlemeye geldiğini söyler.
Kumandan, yüzünde sanki asırların çilesi bulunan bu mübarek ananın duasını alabilmek için Hüseyin'ine haber yollatır. Çağırıldığını öğrenen genç delikanlı hemen seğirterek anasının haritalaşmış mübarek ellerine sarılır.
Çileli ana, ciğerparesini paralarcasına bağrına son bir kez daha basıp koklar ve ardından, tarihin durup dinlediği şu sözleri söyler:
"Hüseyinim, yiğit oğlum benim... Dayın Şıpka'da, baban Dömeke'de, ağaların sekiz ay evvel Çanakkale'de şehit düştüler. Bak, son yongam sensin! Minareden ezan sesi kesilecekse, camilerin kandilleri sönecekse sütüm sana haram olsun, öl de köye dönme!.
Yolun Şıpka'ya uğrarsa dayının ruhuna bir fatiha okumayı da unutma! Haydi oğul, Allah yolunu açık etsin."
Bu, bir Türk anasının hayatta kalan son evlâdına nasihatidir.
Komutan, bu şuur âbidesi kadının sözleri karşısında donakalır. Gayr-i ihtiyarî sorar:
"Demek sizin ailenin erkekleri hep şehit oldular, öyle mi?"
Başımıza taç yapacağımız ihtiyar ananın şu cevabı ise komutan Abdülkadir Bey'in iliklerine işleyecek kadar ibretlidir:
"Yalnız bizim ailenin değil oğul, bizim köyün mezarlığına elli yıldır delikanlı gömülmedi. Vatan sağolsun da, biz hepimiz ölelim ne çıkar?.."

TARİHE SIĞMAYAN ANALAR
Aziz vatanımızın gökkubbesine felaket üstüne felaketin çöreklendiği kan ve barut kokulu günlerden biridir.
Bıyığı terlememiş delikanlılardan al yazmalı gelinlere, ak alınlı ak yaşmaklı ninelerden, ak sakallı polat sineli dedelere kadar milletin herbir ferdi vatanı uğruna canını fedaya ant içmiş, "Hakk'ın va'dedeceği günlerin"doğmasını beklemektedirler.
İşte böyle günlerin birinde kulağımıza, uzaktan bir kağnı gıcırtısı duyulur. Sanki tekerlekler "mabedinin göğsüne namahrem eli değmesin" diye inim inim inlemektedirler. İnebolu yakınlarında çocuğunu yorganına sarmış bir ana, nasırdan katmanlaşmış çıplak ayaklarıyla toprağa mukaddes izler bıraka bıraka, üzeri mermi yüklü kağnısını çekerek ağır aksak ilerlemektedir.
Hiçbir ressamın tablolaştıramayacağı bu eşsiz manzara saatlerce böyle akadursun, rahmet damlaları, istikbalin bahar tomurcuklarını müjdelercesine sağanak halini almıştır. Bu defa tablo daha da eşsizleşir; anamız, kucağındaki mini mini yavrusunu sarıp sarmaladığı yorganı çekip almış, ıslanmasın diye mermilerin üzerine binbir itina ile örtüvermiştir. Bu ne şuurdur, bu ne imandır Allahım?
Islanıp perişan olmasınlar diye, melekler kanatlarını germek için birbirleriyle yarıştılar mı bilemiyorum ama, bu destan kahramanı, saatler sonra gecenin zifiri karanlığında köhne bir hana ulaşır.
Neden sonra bir zaif el, hanın kapısını yumruklar ve yorgun bir ses titreşir: "Açın kapıyı!."
Han sahibi içeriden ses verir: "Yer yoook!"
Ardından tarihe sığmayacak bir mana ifade eden titrek ses tekrar yalvarır: "Ben çocuğumla dışarıda da yatarım... Tek siz mermileri içeri alın!"
İşte Milli Mücadele'de tarih yapan Mehmetçiği doğuran bu analardır.

FAZİLETE UYANMIŞ FEDAKÂR BİR ANA
1917 ihtilâliyle milyonlarca kafatasının üzerine bina edilen vahşi komünizm rejiminin, uçsuz bucaksız kuzey topraklarına yayıldığı günlerdir.
Stalin canavarı henüz ayakta ve Türk ırkından olanlara anlatılması asla mümkün olmayan bir ideolojik savaşın örneklerini vererek hayvanlara taş çıkartan vahşetler sergilemektedir.
İşte böyle insanlık ufkunun karardığı günlerin birinde, hudud vilayetlerimizin birinde vâli olarak vazife yapan, mülkiye müfettişi Cemal Bey'in kapısı gece yarısı jandarma tarafından acı acı çalınır.
Pürtelaş dışarı fırlayan Cemal Bey, Mehmetçikten; yarısı Rus, yarısı Türk topraklarında bulunan bir köyden bir Türk kadının iltica ettiğini ve geri göndermek hususunda gösterilen ısrarları reddederek muhakkak kendisiyle görüşmek istediğini öğrenir.
Çaresiz, bu perişan vaziyetteki kadını vâlinin huzuruna getirirler ve zavallı kadıncağız, bitkin bir vaziyette Cemal Bey'in ayaklarına kapanarak hıçkırıklara boğulur.
Hıçkırıklar içindeki kadının anlattıkları, zavallıyı teskin etmeye çalışan Cemal Bey'in kulaklarında yankılanmaya başlayınca hayret, hayranlık ve hürmet hisleriyle yüzü şekilden şekile girer.
Bu, din ve millet şuuruyla yoğrulmuş kutlu ana hamiledir ve yedi aydır dağlarda saklanıp ot yiyerek vakit geçirip hamileliğini saklamış ve doğuma birkaç gün kala, sıyanet kanatlarını gereceklerine inandığı Türk sınırını geçmiştir.
Biricik arzusu, yavrusunu Türk topraklarında dünyaya getirip devlet makamlarına teslim ettikten sonra geri gitmektir. Çünkü öte tarafta doğuracak olursa yavrusu zorla elinden alınıp Rus müesseselerine teslim edilerek dininden ve milliyetinden bihaber yetiştirilecektir.
Bu yüreği yanık ananın feryadına can dayanacak gibi değildir ve vali bey mukaddes bir vazife addettiği bu himaye işini yerine getirmekte kusur göstermez.
Gerçekten de bir haftaya kalmadan nur topu gibi evlat dünyaya getiren bu faziletli ana, doyasıya koklayıp bağrına basamadığı oğlunu devlet yetkililerine teslim eder ve gözü yaşlı fakat gönlü sürûrlu bir vaziyette sınırın ötesindeki köyüne geri döner.5
Evet bu başyüce millet, kaç asırlık Kutlu Çınar'ın gölgesi altında başı Himalayalar kadar ulu, gönlü kevserler kadar duru nice analar yetiştirmiş ve yetiştirmeye devam etmektedir.
Dün evlatlarını maddî cihat için, gönül koymadan cephelere uğurlayan aziz analarımız, bugün de hasretlerini ninni yaparak ciğerpârelerini mânevî cihat için cihanın dört bir yanma ikinci dirilişin tohumlarını atmaya göndermektedirler. Ne mutlu bu şefkat kahramanlarına!

DİPNOTLAR

1. Şahin, M. Abdülfettah; Buhranlar Anaforunda İnsan, İzmir/ 1988. T.Ö.V. Yay., s. 133
2. Solak, Prof. Dr. Saffet; "Kültürün Anlamı ve Önemi", Zaman, 22.3.1990
3. Mısıroğlu, Aynur; Kuva-yı Milliyenin Kadın Kahramanları, İstanbul/(tarihsiz), Sebil Yay., s. 44
4. ........................; Yakın Tarihimiz, Cilt 1, İstanbul, 26 Nisan 1962. Sayı: 9 Vatan Gazetecelik A.Ş., s. 238
5. Ayverdi, Samiha; Hey Gidi Günler Hey, İst./1988, Hülbe Yay., s. 75.
Başlık: Ynt: Destanlara sığmayan analar
Gönderen: вαşκαп - Ekim 15, 2017, 04:21:20 ÖS
Emeğine Yüreğine Sağlık
Başlık: Ynt: Destanlara sığmayan analar
Gönderen: Özgür Kız - Eylül 29, 2018, 04:32:58 ÖS


 Emeğine Yüreğine Sağlık