Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» İslami Dini ve Türk Tarihi »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Türk ve İslam Tarihi ve İz Bırakanlar ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Şubat 25, 2014, 03:11:17 ÖS

Başlık: Ruhumuzun topraktaki heykeli: mimarimiz
Gönderen: Fatih - Şubat 25, 2014, 03:11:17 ÖS
Bazen bir beyit, bir mısra, hattâ bir kelime, kâinatın ilk atomu, ilk "kozmik çorba" gibi, kendisi bir damla iken, deryalara kaynaklık eder. Bu meyanda çerçevesini çizemediğim, fakat rûhumda okyanuslar ebadında ma'nânın köpürdüğünü hissettiğim merhum Necip Fazıl'ın 'İstanbul' şiirinin medhali olan

"Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar,
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar."

beytine iki kelimelik bir tamlama eklendi: "Ruhumuzun heykeli." Evet, 'heykel' kelimesinin rûhumuzda meydana getirdiği soğuk taşlaşmışlık duygusuna rağmen, mücerredi müşahhaslaştırmak için sanırım bundan daha güzel bir kelime de bulunamazdı. Konumuz çerçevesinde 'san'at hakkında yapılan onca tariflere bir ilâvede bulunacak olursak, herhalde "san'at, insan rûhunun heykelini ikame etme gayreti veya kabiliyetidir" ifadesini kullanabiliriz.

Hristiyanlık'ta insan, doğuştan günahkâr, dolayısıyla 'düşmüş bir varlık'tır ve "pasif bir kişiliğe" sahiptir. Pasif insan, yönlendirilen insandır ve batıda bu yönlendirmeyi önce kilise, daha sonra da her türlü hümanizm cereyanlarına ve "insanın kendisi olması" gibi felsefî telâkkilere rağmen belli bireyler veya oligarşik merkezler yapmıştır. Bu, "insan ruhunun heykelini ikame etme" ma'nâsıyla san'atta da böyle olmuş ve önce kilise tarafından şekillendirilen san'at, daha sonra, yöneticiler ve kendilerine san'atkâr denilen kişilerin ferdî tercihleri ile vücûda getirilmiş ve insan, bu kimselerin arzu, heves ve temayüllerinin tezahürlerini seyir ve takip eder duruma düşmüştür.
İslâm'da ise insan, varlığın kendisinde noktalandığı, dolayısıyla en kâmil ve dünyayı imar etme ve güzelleştirme sorumluluğu taşıyan aktif bir varlıktır. Bu inanç temelinden hareketle vücûda getirilen san'at eserinin, insanın karşısında şuursuzca etkileneceği bir nesne olmak yerine, dünyayı güzelleştirme iradesinin ürünü olacağı açıktır. İşte, insan rûhunun heykelinin ikamesi olarak, batıda resim, heykel, tiyatro ve sinema gibi seyredilen san'at türleri ön plâna çıkarken, İslâmî kültür ortamında, yaşanan, insan hayatını kuşatan ve dünyayı güzelleştiren san'at türü olarak mimarî, her zaman önceliği elde tutmuştur.
Bugün, bütün dinî-tarihî-kültürel değerlerimizi, teoride 'batıcılık', temelde ise, "sadece maddesiyle var olan bir birey kütle halinde yaşayıp gitme" adına yele verdiğimizden beri, düşüncede de nasıl bir çıkmaz sokağın içinde olduğumuzun en güzel göstergesi, bütün mes'elelerimizi perakende ele alma hastalığımızdır. İnsan hayatını bütün dinî, içtimaî, iktisadî, zihnî ve fiilî yanlarıyla insan organizması gibi bir bütün olarak değerlendiremeyen bir zihniyetin, aynı çarpıklığı şehircilik ve mimarîde de ortaya koymasından daha tabiî birşey olamazdı. Bu zihniyettir ki, mimarîmizi, teknokrat despotizminin ve malî spekülasyonculuğun eline bırakmış ve ortaya beton yığmacı, yap-satçı ve yık-yapçı bir apartman mimarîsi çıkarmıştır.

Artık evlerimizde olsun, şehirlerimizde olsun bir bütünlük, aileyi, mahalleyi, tabiî çevreyi ve şehri, bir başka cihetten düşünceyi, faaliyeti, maddeyi, ma'nâyı, faydayı, estetiği, mahremiyeti, açıklığı yekpareleştiren bir bütünlük değil, bir ferdîlik hakimdir. "Artık kimse yanındaki ile âhenk kurmaya çalışmıyor, aksine yanındakinden daha etkili olmaya bakıyor" Esasen varlığı, birbirini anlamlı bir âhenk halinde bütünleyen değil, birbirine zıt ve birbiriyle çatışan madde ve ruh gibi iki kutba ayıralıdan beri batıda ve sonra bizde hayat da, san'at da kutuplaşmıştır. Buna, pratik faydacılığın teknolojiyi her mes'eleyi çözecek bir put haline getirmesi de eklenince, insan kitleleri ekonomik, politik ve idarî güçlerin aleti haline dönüşmüş, bu "gayr-ı ahlakî, insana saygısız, kısa vadeli, faydacı ve yağmacı zihniyet" in meydana getirdiği kültürel kirlenme, tabiî olarak çevreye de, mimarîye de tesir etmiştir. Dolayısıyla, modern mimarî, bilhassa bizim gibi kendi tarihî temellerinden uzaklaşmış ve her türlü rüzgâra açık toplumlarda komşu yapıyı, tabiatı, insanı, insan rûhunu, hisleri, düşünceyi ve inançları nazara almayan, tamamen faydacı, estetikten uzak, kâra dönük, fonksiyonalist, sosyal muhtevalı ve tek boyutlu bir manzara arzetmektedir.
Bu manzaranın evlerimiz ve şehirlerimizdeki yansıması üslûpsuz, şekilsiz, her türlü güzellik duygusundan uzak, fonksiyonu ön plâna çıkaran, mahremiyete kapalı, tabiî, hattâ içtimaî çevreden kopuk, tek başına ve hepsinden öte insanı hiç hesaba katmayan beton yığınlarıdır. Bu yığınlarda mekân metre metre bölünmekte, dört köşe arasında zamanın ve mekânın her türlü sonsuzca genişliği, amûdî yüksekliği, derinliği ve dinlendiriciliği kaybolmakta ve insana, üzerine dar, sıkıcı ve betondan ikinci bir elbise giydiği intibaı vermektedir.

Halbuki İslâm, çoklukta birlik ve zıtların âhenkli bütünlüğü esasına dayanır. O önce insanı, her türlü zihnî ve kalbî parçalanmışlıktan kurtararak -tevhid- vahdet merkezinde birleştirir. Geldiği zaman da önce bunu yapmış, içtimaî plânda da ilk elde Arap yarımadasında birbirinden farklı ve ayrı soy ve sopların kültürlerini bütünleştirme hâdisesi halinde ortaya çıkmıştır. Bu bütünleştirmede, hayatın her sahasına yansıyan ortak değer ve özelliklerin yanısıra, hiç bir zaman fıtrata dayalı ferdî ve kavmî bazı özellikler dışlanmamış ve bu özellikler; bütün içinde ona renk katan unsurlar olarak varolagelmişlerdir. Ayrıca, İslâmda fert bir nev' olarak telakki edilmiş, onun bu değerinin yanısıra, topluma da her biri bir insanlık olan fertlerden müteşekkil bütün bir fert olarak bakılmıştır. İşte İslâm'ın bu temel anlayışı, hayatın bütün diğer sahalarında olduğu gibi, İslâm rûhunun topraktaki heykelinin ikamesi olarak mimarîde de her zaman ön plânda olmuştur.

Bizim öz mimarîmize şekil veren ikinci bir ana husus, İslâm'a göre her şeyin adeta sınırsız bir zaman ve mekân üzerinde geliştiğini kabul eden ebediyet inancıdır. Zaman ve mekânın bu sınırsızlığı, hiç bir zaman insan eliyle değiştirilemez ve dolayısıyla 'parsellenemez..' Bir İslâm mekânında ilgilenilecek konu, "o mekânın biçimi değil, o sonsuz mekân içindeki mimarı unsurların çeşitli özellikleri, mesafe ve yönleri, birbiriyle münasebetleri ve bunların içinde ve dışında insanın kendisini nasıl idrak ettiği hususudur. Modern mekân, onu tarif eden duvarlarla tamamlanmış ve bir anda kavranıp elle tutulan tek anlık bir olayken, İslâm mekânında bir 'yer' ancak tarihî bütünlük içinde ve fizikî çevrenin tümüyle beraber vardır." O yer üzerinde meydana getirilen yapılar. Bilhassa İslâm mimarîsinin, camisi, medresesi, şadırvanı, hamamı, kütüphanesi ve talebe odalarıyla birlikte en güzel misali olarak külliyeler, modern yapılarda olduğu gibi tek cepheleriyle değil, "ancak bütün cephe-leriyle, yukarıdan aşağı, aşağıdan yukarı ve içlerinden görülerek anlaşılabilirler."
İslâm mimarîsinde mekânın sonsuzluğu kendini, bir yandan pencerelerden müşahede edilen ve insanı dinlendiren ufkî uzanıp gitmede, diğer yandan da bilhassa camilerde kubbeyle, evlerde de yüksek tavanlarla sembolize edilen amûdî yükseklikte gösterir. Çiçekli, ağaçlı, bahçeli avlular mahremiyeti sembolize ederken, sağlam yapı ebed-müddet ve zaman içinde birliktelik inancını; çatı, kafes, teras, mahallî duvar dokuları ve iç süslemesi, rûh zenginliğini ve bilhassa Osmanlı mimarlık geleneğinin sükûnet, tevazû, ağır başlılık, tabiîlik ve koruma gibi husûsiyetlerini ortaya koyar.

Eski Türk evleri mahremiyete sahip, bahçe tabiat, mahalle, toplum münasebetlerinin en yoğun şekilde yaşandığı "yüce bir varlık görüşünün insanî, vakur, zarif ve mütevazı ifedelerinibir arada ihtivâ eden;" kullananın, çevresinin ve varlığın şuuruna vararak yaşadığı canlı, sakin, parlak, aydınlık, asûde ve ciddî birer aşiyan (yuva) idi. O aşiyanlardan betondan kibrit kutularına düştüğümüz bu günde, bir yandan aslî ma'nâsı üzerinde yeniden şekillenmeye yüz tutmuş millî rûhumuzun heykelinin ikamesini beklerken, bir yandan da Yahya Kemal gibi, o günlerin aksini 'derin sular'da gördükçe hasretle söylemekten kendimizi alamıyoruz:
Tâ Budin'den Irak'a, Mısır'a kadar
Fethedilmiş uzak diyarlardan
Vatan üstünde hür esen rüzgâr,
Ses götürmüş bütün buharlardan.
O deha öyle toplamış ki bizi,
Yedi yüz yıl süren hikâyemizi
Dinlemiş ihtiyar çınarlardan.
Mimarîsinde* bir tarafta din,
Bir tarafta bütün hayat akmış;
Her tarafta Boğaz, o şehrayin,
Mavi Tunca'yla gür Fırat akmış.
Nice seslerle gök ve yerlerimiz,
Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz,
Bize benzer o kâinat akmış.

* Şiirin aslında 'mûsikimiz' ise de, 'mimarîmiz' demekle de bir şey değişmez.
Başlık: Ynt: Ruhumuzun topraktaki heykeli: mimarimiz
Gönderen: вαşκαп - Ekim 15, 2017, 04:08:06 ÖS
Emeğine Yüreğine Sağlık
Başlık: Ynt: Ruhumuzun topraktaki heykeli: mimarimiz
Gönderen: Özgür Kız - Ekim 01, 2018, 11:17:16 ÖÖ
 eys