Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» İslami Dini ve Türk Tarihi »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Türk ve İslam Tarihi ve İz Bırakanlar ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Şubat 25, 2014, 03:14:58 ÖS

Başlık: Kore'de Mehmedcik Ve Coni
Gönderen: Fatih - Şubat 25, 2014, 03:14:58 ÖS
Üzerinden 43 sene geçmesine rağmen Kore Savaşları (1950/1953) hakkında pek eser ortaya konamamıştır. Ortaya konulanlar da daha çok askeri tarih ve hatırat şeklindedir. Oysa Kore’de üç kültür yan yana savaşmış, böylece en doğru biçimde “kıyas” yapma imkânı doğmuştur. Batı, doğu ve uzakdoğu kültürleri yani Hristiyan, Müslüman ve Budist askerler aynı safta savaşmıştır. Aynı safta yer almak dostluk ve fedakârlık manasına gelirse de Amerikalı askerlerin Türklere karşı bu şekilde davranmadığı gayet iyi bilinmektedir. Biz burada bu mevzu üzerinde durmayacağız. 1950 sonundan 1954’e kadar bir Çin esir kampında birlikte kalan Türk Mehmedcik ile Amerikalı Coni’yi kıyaslayacağız. Mukayesenin enteresan yönü, her iki tarafı da Amerikalıların düşüncesi ile göreceğimizdir.

1964 senesinde bir Türk askeri heyeti Amerika’ya gider. Orada akşam yemeğine misafir oldukları bir Amerikan yüzbaşısı, kütüphanesinden “Mc. Cali” isimli bir dergi çıkarır. 1958 senesine ait bu dergide Kore Savaşları’na ait geniş bilgiler mevcuttur. Bir psikoloji dergisi olan “Mc. Call”, yukarıda sözünü ettiğim esir kampındaki Mehmedcik ve Coni’yi kıyaslamış ve “Anadolu bozkırının ortasında doğan, binbir mahrumiyet içerisinde büyüyen Mehmedciğin, her türlü imkâna sahip Coni’den hangi sebeplerden dolayı üstün olduğunu” cevaplandırmaya çalışmış.

Mc. Call dergisinde anlatılan ve hiçbir Türk’ün hayatını kaybetmediği Çin esir kampını bir Türk subayının ifadeleriyle sunuyoruz:

Bu akında Kızıllar büyük çapta esir almışlardır. Kışta kıyamette çeşitli milletlerin askerlerinden oluşan bu büyük esir kafilesine, Kızıl Çin ülkesine doğru bir “ölüm yürüyüşü” başlatılır. Hava çok soğuk ve karlıdır. Kafilede pek çok hasta ve yaralı vardır. Yürüyemeyen esir, yolun bir kenarına çekilir. Kızıl Çinli muhafız gelir, takati olmadığından yürüyemeyen bu insana önce tüfek dipçiği ile vurur. Yaralı ve hasta bu zorlama ile ayağa kalkıp kafileye katılırsa ne ala. Aksi halde hemen kafasına bir kurşun sıkılır ve bu zavallı asker orada temelli kalır. Bu sahne her milletten yürüme gücü olmayan esir için yol boyunca aynen tekrarlanır. Fakat, Türk esirlere gelince iş tamamen değişir. Bizden de gücü kesilen, yürüyemeyen ve yolun kenarına çekilen olur. Çinli muhafızdan evvel, hemen bizden iki üç kişi koşar arkadaşlarını kaldırıp sırtlarına alırlar. Hâlbuki onlar da yorgun ve hastadır.

Kampta Çinlilerin ilk yaptığı iş şudur:
Birleşmiş Milletler’in ve kendi ülkelerinin esirlere verdikleri tüm üniformalar çıkartılır. Yerine üzerinde herhangi bir rütbe alameti bulunmayan düz ve tek tip elbiseler giydirir.
Böylece ilk anda bekledikleri gerçekleşir. Birleşmiş Milletler Ordusunu oluşturan çeşitli ülkelerin askerlerinde, rütbesiz olmanın getirdiği disiplinsizlik başlar. Rütbe otoritesi yerine pazu kuvveti başlar. Yalnız... Bu esir askerler arasında bir grup vardır ki derhal Kızılların dikkatini çeker. Bizimkiler... Üniformaları yoktur. Rütbe işaretleri bulunmamaktadır. Ama yüzbaşı yine yüzbaşıdır, başçavuş yine başçavuştur ve er yine erdir. Aynen eskisi gibi disiplinli bir hayat vardır.
 
Çinliler 100 esir bulunan her bölüme 15-20 kişiye yetecek yemek bırakırlar. Tevzi edilmez, ortaya bırakılır. Kol kuvveti olan aslan payını alır. Bizimkiler ise yemekhane nöbetçisi bulundurur, yemek 100 eşit parçaya bölünür. Her 100 kişiden bir günde bir kişinin doktora görünmesine müsaade edilir. İngiliz ve Amerikalı askerlerin güçlü olanları bu hakkı kullanırken, Türkler, en ağır hastaları doktora götürmüşlerdir.

Çinliler, meşhur beyin yıkama faaliyetine başlarlar. Bunu üç aşamada gerçekleştirirler; sert davranış, aç ve susuz bırakma, ikram ve iyi muamele ve son olarak da komünizmin anlatıldığı propaganda çalışması. Bu faaliyetler sonunda birçok İngiliz ve Amerikalı esirin beyni yıkanıp esaretten sonra ülkelerine dönmeyi reddedecek duruma getirildikleri halde, bir tek Türk askerinde bu durum görülmemiştir.1

AMERİKAN MC. CALL DERGİSİ SORUYOR

Yukarıdaki bilgileri Mc. Call Dergisi, kahramanları tarihleriyle ayrıntılı bir şekilde anlatır. Sonunda da Amerikalı ebeveynlere, pedagog, psikolog ve sosyologlara sorar:
“Anadolu bozkırının ortasında doğan, binbir mahrumiyet içerisinde yetişen Türk çocukları, bizim her türlü imkânları, konforu vererek yetiştirdiğimiz çocuklarımızla aynı şartlar altında, aynı imtihanı geçirdiler. Onlar muvaffak oldular. Bizimkiler birbirlerine ellerini uzatmadılar. Birbirlerini korumasını bilmediler. Yalnız kendileri için, bencilce yaşamanın örneklerini verdiler. Bu yüzden maddi kayıpları oldu. Kızıllardan daha sonraki dönemde de iyi muamele görünce, gevşediler ve çözüldüler. Onların rejimlerini beğendiler. Ailelerini, vatanlarını unutup, oralarda kaldılar. Nedir bu Türk’ün çözülmeyen kuvveti, gücünün sebebi? Nedir bu bizim cemiyetimizin zayıflığının, çürüklüğünün sebebi?”

SEBEP
Türk ve Amerikalı askerlerin Çin esir kampında gösterdiği farklı davranışın sebebini o günleri yaşayan bir Amerikalı çavuştan öğrendim: “Hasta ve yaralılar ilk ağız da öldüler. Onları hiçbir inancı olmayanlar takip etti, keza ne gariptir ki gençler daha çabuk yok oldular.

Hiçbir zaman yurda dönme ümidini ve Allah’a bağlılığını kaybetmemiş olan çavuş Schlichter ölenlerin ekserisinin pisipisine öldüğüne inanıyordu.

Hiçbir şeye fazlasıyla inanmadan büyümüş insanlar vardır. Bunlar, kiliseden, okuldan veya ebeveynlerinden bir inanç kazanmamışlardır. Manevi güçleri yoktur. Düşman silahla yurda dönüş yolunu kesip, yaşama imkânlarını ortadan kaldırınca bunlar sıkıntı ve korkuyla karşı karşıya gelince kendilerine çeki düzen veremezler ve artık yaşamak istemezler. Kendilerine çeki düzen verebilenler, yaşamak azmini yitirmeyenler kurtulabildiler. İnsanların yaşaması bazı inançlara bağlıdır. Bir kısmı da sadece Çinlilerden nefret ettikleri için yaşamağa çalıştılar.”

Elde edilen sonuçlar arasında şu konu gerçekten büyük önem taşımaktadır: Amerikan esirlerinin % 50’si öldüğü, İngiliz esirleri arasında ölüm miktarı, bir zaman sonra İngiliz hükümeti tarafından ciddi olarak ele alınmayı gerektirecek kadar fazla olduğu halde, pek az sayıda Güney Koreli yok olmuştu. Türk esirlerinden ise hemen hemen hiç ölen yoktu.
Disiplin, davranış ve teşkilatlanma noksanlığı birçok Amerikalının ölümüne yol açmıştı. Bu maddi ve manevi şoktan kurtulabilmek için büyük bir manevi güce sahip olmak, kendine güvendiği kadar arkadaşlarına da güvenebilmek, bir önder etrafında kenetlenebilmek gerekti. Kaya gibi duran İngiliz çavuşlar çok iyi mukavemet ettiler. Buna karşı, birlik ve beraberlik inançları daha zayıf olan, genellikle fabrika şehirlerinden toplanmış diğer askerler daha az dayandılar.

Fakat en iyi dayanan Türklerdi.
Türkler, aynı genel kültüre, aynı bilgilere sahip tam anlamıyla bağdaşık bir gruptu. Emir komuta zinciri hiçbir zaman bozulmadı. Düşmana karşı daima aynı safta kaldılar ve bu nedenle de kurtulmayı başardılar.

Türkler, esir kampında donunu çıkarmadan banyo yapıyor. Schlichter gibi müslüman olmayan bir dostun bile yedi kat örtü altındaki Kur’an-ı Kerim’e bakmasına izin vermiyor, yanında zührevi hastalıktan bahsedildiği zaman utançtan yüzü kıpkırmızı oluyordu.
Komünist muhafızlarla arası iyi olan bir onbaşıyı kendilerine kıdemli seçen Amerikalılar gibi seçim yapmamışlardı. Türkler arasında kıdeme hürmet devam etmekteydi. Her sabah kıdemli olan vazife taksimi yapıyordu. Suyu kimin getireceği, odunu kimin kıracağı, hastalara kimlerin bakacağı hiçbir zaman problem olmuyordu. Hâlbuki Amerikalı doktorlar, astsubaylar ve papazlar hastaları yedireceklere, kendine hâkim olamayanları yıkayacaklara veya çalı çırpı getireceklere çok defa yalvarıyorlardı, çoğunlukla da; “Cehennem’e gidin, sizin benden ne farkınız var, kendin yapsana” cevabını alıyorlardı.

Muhafızlar, Türkler’in en kıdemlisini, verilen emirleri yapmadığı için cezalandırmakla bir şey kazanmıyorlardı. Zira kıdemde ikinci olan, üçüncü olan ve hatta yüzüncü olan idareyi ele alıyor ve fakat tutumda hiçbir değişiklik olmuyordu.

“Çinliler Türkler’in de işbirliği yapmasını istedi. Fakat Türkler işbirliğinde bulunmadılar. Çünkü her Türkün inancı kuvvetliydi”.

Sorgusu sırasında birlik ve beraberliklerinin sebebini soran Çinliler’e bir Türk yüzbaşısı şu cevabı vermişti:

“Bu davranışların kökü, Türk askerinin kışladan aldığı askeri terbiyeden evvel, evinde aldığı manevi Türk aile terbiyesine dayanır. Biz disiplini anamızdan öğreniriz. Aile içerisinde uygularız. Köylerimizdeki kahvelerde, camilerimizde bile davranışlarımızın özel bir disiplini vardır.”

Evet Çin esir kampında Mehmedcik ile Coni arasındaki farklar ve sebepleri bunlar. Elbette bizim de ekleyebileceklerimiz olabilirdi. Ama lüzum var mı? Faklılığın sebebi açıkça görülmüyor mu?


DİPNOTLAR

1- Genelkurmay Başkanlığı: Birinci Askeri Tarih Semineri, Bildiriler, Ankara 1983,C:IV, S:34-37
2-Genelkurmay Başkanlığı, a.g.e., C. IV, s:38
3- Genelkurmay Başkanlığı: Kore- Kore’de Cereyan Eden Muharebelerden Alınacak
Dersler, Ankara 1979, S: 347, 358, 423, 424,425
4-Genelkurmay Başkanlığı, a.g.e., C: IV, S:36
Başlık: Ynt: Kore'de Mehmedcik Ve Coni
Gönderen: вαşκαп - Ekim 15, 2017, 04:36:03 ÖS
Emeğine Yüreğine Sağlık
Başlık: Ynt: Kore'de Mehmedcik Ve Coni
Gönderen: Özgür Kız - Ekim 01, 2018, 10:44:44 ÖÖ
 eys