Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» İslami Dini ve Türk Tarihi »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Türk ve İslam Tarihi ve İz Bırakanlar ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Şubat 25, 2014, 03:19:34 ÖS

Başlık: Batının İslâmla Kavgasında Önemli Tesbitler
Gönderen: Fatih - Şubat 25, 2014, 03:19:34 ÖS
İslâm, bugün uluslararası politikada, İslâm dünyasının politik ve ekonomik olarak sömürülüşü konusunun batılı çıkar çevrelerinin karşısında duran bir mania olarak görülüyor. Bu, asırlardır süregelen İslâm-Batı çatışmasının bir uzantısından başka şey değildir. Biz bu yazıda "batının İslâmla kavgası" adlı eserden, bu kavganın boyutunu ve ne şekilde sürdürüldüğünü ortaya koyacak ve ilginç gelen yönlerini okuyucuya aktaracağız. Aslında eser batıdaki anti-İslâmî geleneğin tabiatında var olan peşin hükümlerimin ve husumeti yansıtan gerçeklerle doludur.

ASIL TEHLİKE DÎN
Batılı sayısız defa haçlı seferleri adı altında İslâm'a saldırmış ve her seferinde gereken dersi alarak geriye dönmüştür. "İslâm'a yönelik bu saldırılar Katolik kilisesi tarafından başlatılmış, fakat daha sonraları ise papa ile çatışması neticesinde bu saldırılar Martin Luther tarafından yürütülmüştür. Bu sıralarda Türklerin Avrupa’ya olan akınları tehlike oluşturucu ve tehdid edici mahiyette Hıristiyanlığı etkiliyordu. Fakat Luther'e göre Hıristiyanlık için tehdit oluşturan sadece Türkler değil, fakat aynı zamanda dinleriydi de. Onun için önce o yok edilmeliydi. Ve bundan sonra bütün çalışmalar bu husus üzerinde temerküz etti." (1).

HIRİSTİYANLARIN CENNETİ:
Daha sonra Luther, Türklerin öldürülmesine dair bir emirnamede "Türklerin başlattığı bir savaşta onlara karşı savaşan bir kimsenin, Tanrının bir düşmanı ve İsa'ya hakaret eden biriyle, hakikatte bizzat şeytanla savaşmakta olduğunu düşünmeli ve bundan dolayı, masum bir kimsenin kanını döktüğü veya bir Hıristiyan’ı öldürdüğü zehabına kapılmamalıdır" ve kendini daima "İsa'nın bir düşmanı olarak cehennem azabına çarptırılmış bir düşmanı öldürdüğünü" düşünmeye zorlamalıdır" demektedir. Daha sonra da "Türkler tarafından öldürülen Hıristiyanların cennette azizlerden oluşan arkadaşlar içerisinde bulunacağını" söylüyordu (2).

LUTHER'İN İNANILMAZ İNANCI
Luther, "Kur'ân'in (hâşâ) şeytan tarafından meydana getirildiği görüşünü savunuyor ve tıpkı papanın İsa muhalifi olması gibi, Türkün de tecessüm etmiş şeytanın ta kendisi olduğunu iddia ediyordu. O Türklerin Kur'ân'dan edindiği bilginin Tanrı hakkında değil, fakat şeytan hakkında olduğuna ve onları Hıristiyanların inançlarını yıkmaya ve kılıcı kapıp öldürmeye yönelten kimsenin şeytan olduğuna inanıyordu. İslâm'ın, yahudi, Hıristiyan ve putperestlerin inançlarından devşirildiğini iddia ediyordu. Ayrıca peygamberin Allah'ın elçisi olduğunu kabul etmiyordu" (3).

İSLÂM'IN ÇARPITILMASI
İslâm' in tedkiki için Hıristiyanların kullandığı metod polemiktir. Bu husus "ilk olarak kaynak niteliğindeki materyallerin kasıtlı bir biçimde düzenlenmesiyle başladı. Kur'ân ve Hadîs konusunda araştırma yapmak yerine, üretilen delillerin çoğu, söylentilerden Haçlı seferlerine katılan kimselerin tecrübelerinden, seyyahların izlenimlerinden, hatalı tercümelerden ve materyallerin kasıtlı olarak tahrif edilişinden devşiriliyordu. Polemiklerin önemli bir yanı da devamlı bir mübalağa idi. Bu sadece Hz. Peygamberin hayatını ve İslâm'ın mahrem mes'elelerini ele almada söz konusu değildi, fakat onun bütün yönleri alaya maruz kaldı, vak'alar, az ya da çok abartıldı, sağlam ve güvenilir bilgi, plânlı bir şekilde çürüğe çıkarıldı "(4).

İHANET ÇEMBERİ
İngiliz olsun olmasın, seçmece olarak ele aldığımız bütün seyyahlar, ırkçı ve emperyalistti. Hepsi de ülkelerinin çıkarları için çalıştı, Müslüman veya Hıristiyan Arap kılığına büründü ve kendilerine misafirperverlik gösteren ve güven duyan insanları kullandı. Politik gayeler bir yana, kitaplarında iki eğilim ortaya çıktı. Birinci olarak, "doğunun aşırı şehvetin hüküm sürdüğü bir yer olduğu yolunda ısrarlı bir iddia vardı. İkincisi ise, dünyanın bu bölgesinin tabiatında mevcut olan şiddetle karakterize olmuş bir diyar olduğu iddiasıydı." Bu temalar, önem ve önceliklerini ortaçağ düşüncesinden kazanmışlardı. Eğer "doğulu insanların tembel, şehvet ve şiddet düşkünü ve kendilerini yönetmekten âciz oldukları öne sürülebilinirse, o zaman emperyalistler müdahale etme ve yönetime el koyma konusunda kendilerini mazur gösterebileceklerdi "(5)

LAİKLİĞİN İTHALİ
Çoğu zaman kendi ülkelerinden daha büyük bir coğrafi bölgeyle İslâm beldelerini sömürgeleştiren Fransız ve İngiliz sömürgeciler için oryantalizm bir kılavuz idi. Sömürgeciler bu fırsattan yararlanma konusunda geç kalmadılar ve dini siyasetten ayırma yollarını araştıran sekülarist (laik) doktrinler ithal ettiler. Bu tür sekülarist fikirler sadece Arap, Türk ve İran entelektüelleri arasında değil, fakat onların batılılaşmış siyasi liderleri arasında da pek çok taraflar buluyordu. Oryantalizm, bundan dolayı İslâm'ın tahribine yönelik önemli bir araç haline geldi. Bu tahribin ana görevi, Müslüman beldelerin sömürgeleştirilmesine engel olabilecek olan İslâm'ın pençelerini sökmekti. Oryantalizm İslâm'a batılılaştırılmış bir yorum getirdi ve Cihad, Ümmet, Tevhid vs. gibi İslâmî mefhumların gerçek ma'nâlarını çarpıttı. Batı üniversitelerinde Îslâmî araştırmalar kürsüleri açıldı ve bunlar, İslâm konusunda âlimlere doktora payeleri dağıttı. Sonra İslâmî araştırmalardaki doktora öğrencileri sözlü imtihanlar esnasında oryantalistlerin teorileri konusunda imtihan ediliyorlardı ve öğrenciler imtihanı geçmek işin. sadece teorileri bilmek değil, fakat aynı zamanda bunları temelden doğru kabul etmek zorundaydılar(6).

ÇAĞDAŞ EBU CEHİLLER
"19. yüzyılın ikinci yansı boyunca, önde gelen oryantalistlerin bir kısmı, Peygamberimizin hayatı üzerine kitaplar kaleme aldı. Bu kitapların çoğu peygamberimizin (sav) hayatına dair bazı yaygın temalar üzerinde odaklaşıyordu. Bu çalışmalar Hz. Muhammed (sav)'e yönelik bir karakter suikastıydı. Eğer bu gerçekleştirilebil-şeydi, peygamberin doğruluğu kuşku uyandırmış olacaktı. İspatı yapılmamış ve asla yapılamayacak böyle genellemelere genellikle batılılar tarafından inanılmış ve bunlar misyonerler tarafından malzeme olarak kullanılmıştır." Bu tavırlarıyla da çağdaş ebu cehiller ordusuna katılmışlardır (7).

IRKÇILIK ŞABLONU
Corbin gibi oryantalistler, mezhepçilik ve fırkacılık ateşini körüklemeye gayret ettiler, Corbin'in çabaları yeni bir katkı yapmış olmadı ve Müslüman bir âlimin ifadesiyle; "gerek Sünnî, gerekse Şiî İslâm'ın ciddi bir şekilde tahrifiyle meşgul oldu. Corbin İslâm'a ilişkin sunî bir Arap-İran bölünmesi meydana getirmek maksadıyla "İran Îslâmi" adını verdiği yazılar kaleme aldı. Başka bir ifade ile şabloncu bir ırkçılık ileri sürerek kitleleri birbirine karşı kışkırttı. Bu daha çok zenginliklerin sömürülmesi için sadece mazeret olarak işe yaradı. Batılı İslâm'ın zengin kültürünü kendine has yorumlarıyla pasifize etmeye çalıştı. Bunun neticesinde birçok İslâm ülkesinde yönetenlerle yönetilenlerden oluşan şabloncu bir durum ortaya çıktı. Şablonculuk, sadece yönetenlerle yöneticiler arasında renk temeline dayalı bir bölünme hattı meydana getirmekle kalmadı, fakat, batılı olmayan ülkelerin insanlarına sosyal gerçekleri olduğu gibi yansıtmayan bir takım karakteristikler de yakıştırdı. Bunlardan biri, Avrupalı olmayanların aşağılığı karşısında Avrupalıların üstünlüğü imajının meydana getirilmesiydi. Bu şablonculuk mes'eleyi Avrupalıların insanlara daha ileri bir medeniyet getirmekte olduğu şekline sokarak istilalarına mazeret teşkil etti. (8)

MİSYONERLERİN GAYESİ
Misyonerlik faaliyetlerinin İslâm ülkelerinde iki yönlü bir gayesi varolageldi. Birincisi, Müslüman halkı Hıristiyanlığa kazandırmaktı. Bu alanda pek fazla bir başarı sağlayamadılar. İkinci gaye olarak, eğer Müslümanlar Hıristiyanlaştırılamıyorsa, o zaman sekülerleştirmekti. Bu yolla Müslümanlar sömürgeci yayılmaya ve sömürüye yönelik bir tehlike oluşturmayacaklardı. Sekülerleştirmenin gerçekleştirilmesi için misyonerler eğitim görevini üstlendiler. Sekülarizasyon vazifesini üstlenen misyonerler, vazifelendirildikleri ülkelerin dilini, tarihini, edebiyatını vs. bilgilerini çok iyi öğreniyor ve sömürgeleştirmede vasıta olarak kullanıyorlardı. (9).

GERÇEĞİN ÇARPITILMASININ MİSALLERİ
İngiliz okullarında Hz. Muhammed'in (sav) hayatı konusunda okutulan kitapların değerlendirilmesi başlıklı mükemmel raporda, bu ders kitaplarında hüküm süren yanlış bilgilendirmelere ışık tutarak son derece keskin gözlemler yapılmaktadır. "Bu ders kitaplarında en başta objektiflik diye birşey yoktu. İslâm'dan bahsedilirken orijinal kaynaklar yerine, oryantalistlerin görüşleri tercih ediliyor ve hadîsler, tarihî bir kaynak olarak (hâşâ) "değersiz" bulunuyorlardı. Üstelik İslâm kaideleri vahy değil, sadece Yahudi ve Hıristiyan kaynakların ödünç alınmış bir biçimi olarak görülüyordu. Peygamberlik doğru bir şekilde algılanmıyordu, bu daha ziyade O'nu lekelemek için kullanılıyordu. Yine aynı şekilde bütün yazarlar İslâm yerine "Mohammedanizm" mefhumunu türetip kullanmaktadırlar.

İngiltere gibi diğer batılı ülkelerde de yapılan bu araştırmalar göstermektedir ki; batılı İslâm'ı istediği gibi empoze etmekte ve gerçekleri çarpıtmaktadır. Sömürgeciliğin ortadan kalkmış olmasına rağmen, sömürgeci düşünüş ve görüş, batının kurumlarında çok güçlü bir şekilde yerleşmiştir. Onun görüşlerini devam ettirmek gayesiyle, ders kitapları, gençlerin zihinlerini İslâm aleyhinde düşüncelerle doldurmak için kullanılmaktadır. (10).

SÖMÜRMEDE BATININ VASITALARI DİN VE KÜLTÜR
Etniklik, din ve kültür mefhumları, sömürgeciler tarafından oldukça iyi kullanıldı. Onlar bazen hâkimiyetleri altına aldıkları gruplarla savaşmak zorunda bile kalmıyorlardı. Etnik grupları birbirine düşürmek, gayelerine ulaşmak için kâfi geliyordu. Yardım ettikleri kimseler, genellikle işbirlikçileriydi. Hindistan gibi kimi toplumlarda, iki topluluğu (Hindular ve Müslümanlar) dinî sebeblerle birbirine düşürmek son derece kolaydı. Sömürgeciler ve misyonerler İslâm ülkelerinde değişik okullar, kolejler ve üniversiteler açtıkları zaman, bir ders olarak siyaset bilimi okutuldu. Hepsi de seküler mefhumlar olan ANAYASA, DEMOKRASİ, PARLAMENTOLAR, SİYASİ PARTİLER, SOSYALİZM, MİLLİYETCİLİK vs. den oluşan politik fikirler bağlamında batının politik kültürü, Müslüman toplumlara aşılandı. Batı sosyal kültürünün empoze edilmesi çerçevesinde eğitim, İngilizce ve Fransızca gibi batı dilleriyle yapıldı ve çok geçmeden Fransız ve İngiliz kültürü, sömürgelerdeki batılılaştırılmış elitlerle gözle görülür bir hale geldi (11).

UYDURMA MODERNİZM MEFHUMU
Batı medeniyetinin "Teknolojik" ve "Materyalist" ilerlemesi temeline dayalı olan sosyal bilimler, modernizm sözcüğünü uydurdu. Modernizm "tarihî olarak gelişme göstermiş kurumların, insan bilgisindeki görülmemiş ilerlemeyi yansıtan ve "Bilimsel devrim"lere eşlik etmiş olan çevresi üzerindeki denetime imkân tanıyan, hızla gelişen fonksiyonlara uygun hale getirildiği" "süreç" olarak tanımlandı. Bu teorileri kullanan sosyal bilimciler, toplumların ikili sınıflandırmasını yaptılar. Batılı olmayan toplumlar "Geleneksel" (Ananevi) olarak sınıflandırılırken, batılılar "Modern" sınıflamasına tâbi tutuldular.

Gelenek ve modernlik, karşılıklı olarak birbirleriyle bağdaşmayan kutuplar olarak görüldüler. Modem batı toplumu başarının getirdiği mevkilere, spesifik rollere, cihanşümul değerlere, kendi kendini yönlendirme ve duygulanış tarafsızlığına sahipken ananevî toplum dağınık roller, şahsi değerler, kollektif yönlendirme ve duygulanışlarla birlikte atfedici/yakıştırıcı bir niteliğe sahipti. Batılı olmayan toplumlar bu sınıflandırmayı kabul ettikleri zaman "Modernliğe" doğru bir değişim aşamasında görülüyordu. Bu değişimin vasıtası "ortadoğuyu değiştirme konusunda bir anahtar addedilen batılılaşmış Müslümandı. Onların bugünkü durumları, bir zamanlar bulundukları durumdan, olmaya başladıkları şeye doğru bir geçişti. Takip edilen model, batılı sosyal bilimcilerin eserleriyle propagandası yapılan batıydı (12).

SOSYAL BİLİM VARTASI
Genel olarak, sosyal bilim girişimi, İslâm'ı sekülerize etmek ve dini siyasetten ayırmak için atılan bir adım oldu. Onlar, eğer bir kez İslâm siyasetten ayrı tutulabilirse, o zaman batılı politik ve ekonomik modellerin İslâm ülkelerinde tatbike konmasının kolaylaşacağını çok iyi biliyorlardı. Bu tür sosyal bilim teorileri, batıda kullanıldığı takdirde makul şeylerdi. Fakat aynı kriterler, Müslüman toplumların tetkikinde kullanılamazdı. Burada takip edilen strateji, batılı seküler fikirleri Müslümanların beyinlerine işlemekti. Başarıya ulaşan bu fikirlerden bir tanesi "milliyetçilik" düşüncesiydi. İslâm ümmeti "milliyetçilik" merkezli mücadelelerle bölündü. Sömürgeleştirilen İslâm ülkelerinden hiçbiri, Müslümanların zihniyetini sömürge olmaktan kurtaramadı. Sömürgecilikten kurtulmamış böyle zihinler, sadece milliyetçiliğe ilişkin değil, fakat "demokrasi", "sosyalizm", "siyasi partiler", "parlamento" ve diğer eğitim, idari ve hukuki mefhumlara ilişkin batılı fikirlerin alıcısı olmaya devam etmektedirler (13).

BATI BASINININ ALET OLARAK KULLANILMASI
Kitle haberleşme araçları, iyi tesis edilmiş ve ileri olan batılı haber ajanslarının denetimi altındadır ekseriyetle. Batının Medyası, batılı demokrasilerin kamuoyunu etkilemek için güçlü bir araç haline gelmiş bulunmaktadır ve politik, ekonomik ve stratejik çıkarlara hizmet etmektedir. Medya, dünyadaki batı yanlısı devletlerin yanında yer almaktadır. Her nerede bir ülke batının yasa ve kuralları dışına çıksa, batılı haberleşme araçları onu artık uygun bir şekilde yansıtmamaktadır. Bu tür ülkeler hakkında genellikle cehalet yaymaktadır. Medya, batının propaganda silahı haline gelmiştir ve İslâm ise onun en zavallı kurbanıdır (14).
Başlık: Ynt: Batının İslâmla Kavgasında Önemli Tesbitler
Gönderen: вαşκαп - Ekim 15, 2017, 04:34:37 ÖS
Emeğine Yüreğine Sağlık
Başlık: Ynt: Batının İslâmla Kavgasında Önemli Tesbitler
Gönderen: Özgür Kız - Ekim 01, 2018, 10:45:49 ÖÖ
 eys