Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» İslami Dini ve Türk Tarihi »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Türk ve İslam Tarihi ve İz Bırakanlar ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Şubat 25, 2014, 03:22:52 ÖS

Başlık: Taşlara Ruh Veren Büyük Dahi Sermimaran-ı Hassa Koca Sinan
Gönderen: Fatih - Şubat 25, 2014, 03:22:52 ÖS
Abdülmennanoğlu Sinan. Bu isim bize “Hak dünyâ görüşü “nün gerektirdiği aksiyonu meslek platformunda, tartışmasız büyüklükte bir başarı ile yücelten dâhi bir kameti tedai ettirmektedir.

Yahya Kemâl bir haklı olarak “Cedlerimiz yalnız mimaride değil her şeyde dahiyane yapmasını bilmişler, lâkin yazmasını unutmuşlar. Bu bizim feci talihsizliğimizdir” der.

Tarih sahnesini fazilet ve kahramanlıklarla donatmaktan yazmaya vakit bulamamış şanlı ecdadımızı günümüz nesillerine tanıtmayı bir borç bilerek, vefatının 403. yılında dahi olsa Osmanlı medeniyetinin şahikaya vardığı bir devirde, varolan kültürün mimarideki bir indifaı, bir patlaması olan “Koca Sinan”ı anlatmaya çalışacağız.

Büyük dâhi Sinan'ın ortaya çıkışı, Osmanlı kültürünün potansiyelini ve gücünü dile getirmesi bakımından da büyük bir mânâ taşır. Anadolu'nun bağrından gelen bir köylü çocuğunun, yavaş yavaş yükselerek, İslam medeniyetinin en büyük temsilcisi, hatta dünyâ mimarisinde dev şahsiyeti ile rakibsiz bir sanatkâr olabilmesi, enteresandır. Bu husus Osmanlı devlet teşkilâtının yapı ve mekanizmasının anlaşılmasını ortaya koyan mükemmel bir örnek sayılır.

Uzun ömrü boyunca Koca Sinan, başlı başına bir okul ve Osmanlı mimarisinin klâsik üslûbunu zirveye ulaştıran başkahraman olmuştur.

Osmanlı sanatı, kendinden önceki Türk medeniyet ve harsından devraldığı değerleri geliştirerek XVI. yüzyılda kendine has bir sanat ve mimari ile mühendislik tekniğini meydana getirmesini bilmiştir. Böylece sanat bu asırda zirveye ulaşmıştır.

Fetihden fetihe koşan Osmanlı orduları Akdeniz ve çevresine hakim olarak imparatorluk kurmuşlardır. Bunun neticesinde Anadolu sanat ve harsı çeşitli ve değişik sanatlarla yoğrularak yeni ve kâmil bir Osmanlı sanatı ortaya koymuştur. Bu gelişmeyi mimarlık ve mühendislik dallarında da görmekteyiz.

Deha çapında bir devlet adamı ve komutan olmasının yanında, büyük bir şâir olan Yavuz Sultan Selim, etrafında âlim ve şâirlerden oluşturduğu kültür öncülerini, yaptığı seferlerde beraber götürüp, memleketi bunlara tanıtmakta ve bu ilim öncülerinin de tanınmasını sağlamakta idî. Daha sonraki padişahların da alim ve sanatkârlara aynı değeri verdiklerini görürüz.

Kanuni devrinde Bakî gibi üstat bir şâirin yetişmesi bu değer vermenin neticesidir. Sanat bu şekilde gelişirken, mükemmel bir idarî teşkilât içinde değerli devlet adamlarının yetiştirilmesine de büyük ehemmiyet verilmiştir. Sokullu Mehmet Paşa, Kılıç Ali Paşa, Sinan Paşa, Piyale Paşa gibi ünlü ve değerli devlet adamları pekiyi bilinen kudret ve haşmeti sağlamıştır.

Edebiyat alanında yetişen Bakî, Ruhî, Taşlıcalı Yahya, Hayalî ve daha sonra Fuzulî bu devir edebiyatına şekil veren ve devrin yetiştirdiği büyük sanatkarlardır.

İlim alanında İbn Kemâl, Kınahzâde, İbn-i Suud, Celal-zâde ve Hoca Sadeddin efen-diler bulunmaktadır.

Şüphesiz böyle bir vasatta devrin üniversitesi demek olan medreseler de en yüksek seviyeye ulaşmışlardır. Buralardan değerli devlet adamları ile edebiyatçılar ve âlimler yeti-şirken; sanatkârlar, mühendis ve mimarlar da Enderun mekteplerinden yetişmekteydiler.

Bu devrin en önemli bir müessesesi de ordudur. Yeniçeri, Cemaat, Bölük ve Sekban olarak ayrılan ve birbirleriyle olan bağı çok mükemmel olarak kurulan bu müessesede kendi alanında büyük bir değer taşımaktadır.

Devlet idaresi kanunlarla şekillenmiş bir nizam içinde bulunmaktadır. En kudretli sultanından, tebaadan herhangi bir ferde kadar herkes aynı eşitlik prensibi içinde yaşa-maktadırlar. O devirde henüz Avrupa ülkelerinde anlaşılmayan bu eşitlik düşüncesi, Os-manlılarla teması olan yabancıları şaşırtmaktadır. Bu eşitliği, hukukta istisnasız kendini gösterdiği birçok misâllerden anlaşıldığı gibi, orduda birinci bölük mensubu olan Sultanın, bölüğe giderek merasimlere tam bir tevazu içinde katılıp yerine dönmesinden de çıkartmaktayız.

Ordu ile birlikte alim, mühendis ve sanatkârların diyar diyar dolaşmaları, bunların yetişmesi yönünden o devir için bulunmaz bir imkân olduğu gibi, imar hareketlerinin ve kültürün ordu ile birlikte bu ülkelere taşınması sonucu, buralarda her zaferden sonra yoğun bir imar ve sosyal çalışma meydana getirilmekteydi. Böylece okullar, kervansaraylar, hamamlar, hanlar, bimarhanler (şifahaneler), su yollan ve camiler inşa edilmekteydi.

İşte Koca Sinan böyle bir vasatta bulunmuş ve bu vasatın tesirinde mimarlık ve mühendislik alanında yetişmek imkânını bulmuştur. Kendi alanında devrinin bir lideri olarak, o devrin haklı bir sembolü haline gelmiştir.

Abdülmennan Efendi'nin oğlu olan Sinan Kayseri ilinin Kesir (Gezi) bucağının Ağırnas köyünde 1490 da doğmuş ve çocukluğunu bu köyde geçirmiştir. 1512 yılında devşirilerek İstanbul'a getirilmiş. Yeniçeri ocağına girmesiyle hayatı tamamen değişmiş ve yeni ufuklara doğru yönelmiştir. 1514 yılında Acemi Oğlan neferi olarak orduya karışan Sinan, Çaldıran seferine katılmış, bu seferden dönüşte 1516 yılından 1520 yılına kadar Yavuz Selim'le birlikte Mısır seferine iştirak etmiş. Böylece Sinan, Anadolu-İran ve Mısır sanatını tanıma imkânını bulmuştur. 1520 de Kanuni'nin emrine girerek Enderun'u bitirir. Rodos, Belgrad ve Mohaç'da Zemberekçibaşı olarak orduya hizmet eder. Buralarda da Batı sanatını müşâhade eder. 1529 da Bağdat seferinde, 1536 da İran seferinde bulunur. Bu seferde Van kalesinin kuşatılması için gemilere ihtiyaç hasıl olur. Sinan, üç kadırga inşa eder. Kaptan-ı Deryalığını bizzat kendi yapar. Daha sonra Sinan, Haseki rütbesini alır.

1537 de İtalya seferini yapan donanmayı hazırlar ve 1539 da Subaşı olur. Ve nihayet Sinan, Osmanlı İmparatorluğu'nun Bayındırlık Bakanı, yani Hassa Sermimarı tayin edilir. Böylece Sinan'ın akıllara durgunluk verecek, ölmez eserler bırakacağı devresi başlar ve hayatının sonuna kadar 50 yıl kesintisiz devam eder.

İmparatorluğun, bilhassa İstanbul'un imarı ile uğraşır. İstanbul'un su, yol, kanalizasyon derdini halleder. İçinde yaşadığı cemiyetin bütün tabakalarına ömrü boyunca hizmet eden Sinan, yollar, köprüler inşa eder. Donanmalar kurar. Kaleler tamir eder, çeşmeler, suyolları, su kemerleri, bendler, hamamlar, kervansaraylar, saray ve parklar, konaklar, çarşılar, bedestenler inşa eder. Mektepler medreseler, matbaalar, darülhadis, darüttıplar, darüşşifalar ve aşevleri yapar... Kendi ifâdesi ile “Ayasofya gibi çok güzel bir imareti onarır ve kurtarır.” Nihayet Sinan, 316 binasıyla “ Konstantiniyye”yı İstanbul yaparak, Nedim'in “Bir sengine cümle acem mülkünü” haklı olarak feda ettiği bu güzel şehre mührünü basar.

Mimarbaşı olduktan sonra, inşa ettiği üç abide eser Mimar Sinan'ın yükseliş basamakları durumundadır. Bunlar çıraklık eseri olarak yaptığı Şehzade Camii ile kalfalık eseri olan Süleymaniye ve ustalık eseri olan Edirne'deki Selimiye camiidir.

Kanuninin, çok sevdiği yiğit oğlu Şehzade Mehmet 22 yaşında Manisa'da hayata veda edince, teselliyi onun adına yaptırdığı bir eserde bulur. Cami bir külliye şeklinde inşa edilmiştir. Osmanlı mimarisinde ilk defa merkezî bir plânın uygulandığı bir örnek olması bakımından önemlidir.

Kalfalık devri eseri olan Süleymaniye, İstanbul'un yedi tepesinden birine inşa edilmiş olup muhteşem bir görünüş arzeder. Taşlara sonsuzluk fısıldayan bir ruh kazandıran Sinan, cami yapılarında isimlerini taşıyan şahısların tarihi değerlerine göre de, âdeta bazı fikirlerin temsilini düşünmüş gibidir. Süleymaniye camiî, külliyesiyle beraber. Kanuni Sultan Süleyman'ın muhteşem imparatorluğunun bir tezahürüdür. Caminin içinde hissedilen büyüklük ise, kudretli bir devletin asırlara, milletlere hükmeden kudretini ifâde eder. Süleymaniye İstanbul'un zirvesinde, kubbe ve kemerleriyle taştan bir yapı değil de sanki Muhteşem Sultan Kanuni bağdaş kurmuş oturmaktadır. Sinan, sultanını böyle görmüş, böyle anlamış ve böylesine ebedileştirmiştir.

Cemil Meric'in ifadesiyle bir “iman ve amel” medeniyeti olan Osmanlı'da süs gereklilik felsefesine dayanmaktadır. Direklerden tonozlara, tonozlardan kemerlere varıncaya kadar herşey lüzum esas alınarak yapılmıştır. Onun için bizim camilerimizde ve sair eserlerimizde süs ile ihtiyaç bir bütünlük arzeder. Daha sonra ihtiyaç hesaba katılmadan yapılan eserler bize Batı'dan geçmiştir.

Bu şuurda yetişen Sinan'ın eserlerinde de aynı şeyler hemen göze çarpmaktadır.Süleymaniye'de akustiğin sağlanması için, ağızları iç tarafa açık şekilde gömülerek yerleştirilen 50 cm boyunda 64 adet küp konmuştur.

Aydınlatmada kullanılan yağ kandilleri ve mumlardan çıkan isler, hassas bir hava akımı ile cami kirletilmeden mihrabın tam karşısındaki kapının üzerindeki is odasında toplanması sağlanmakta ve bunlardan elde edilen kaliteli mürekkepler yazı için kullanılmaktadır.

Sinan, bir abide olarak meydana getirdiği Süleymaniye camiinde yapının sağlamlığını Ayasofya'ya kıyas ederek şöyle der: “Direksiz kümbetin altında elhak Ayasofiya gibi asılı olub kubbesi anda muazzam bina oldu. Hüda'rım lütfü rehber.”

Süleymaniye, 700.000 m2’lik bir alan üzerine kurulmuş, içinde 4 medrese, tıp fakültesi, darüşşifa, kütüphane, kervansaray, imaret, ilkokul, darülhadis, darülkurra, misafirhane, büyük çarşı ve hademe evleri bulunan büyük bir külliyedir. Yedi senede tamamlanan bu muazzam eserin yapımı için 996.300 altın sarfedilmiş ve bunun için tutulan muhasebe defterleri 164 adet olarak tesbit edilmiştir.

Koca Sinan, ustalık eseri saydığı Selimiye ile Hristiyan mimarisine karşı İslâm sanatını galip getirdiğine inanmakta ve şöyle demektedir: “Asıl gücümü Edirne Selimiye camiinde ortaya koyup, bütün kabiliyetimi açık-seçik sergiledim. Dünyanın bütün mimar ve mühendisleri olanca güçlerini harcasalar, böylesine büyük bir eserin yapımını gerçekleştiremezler. “

“Selimiye'nin minaresinin hem nazik, hem de üç yollu olması sebebiyle yapımının güç olduğu, dünya halkının akıllı geçinenlerinin imkân dışı demelerinin gerçek sebebi; Ayasofya kubbesi gibi bir kubbe İslâm dünyasında yapılmamıştır' diye kafirlerin mimar geçinenleri 'Müslümanlara üstünlüğümüz var' derlermiş. 'O büyüklükte kubbeyi durdurmak çok güçtür' sözleri Allah'ın aciz kulunun kalbine dert olmuştur. Adı geçen caminin kubbesini Allah'ın izni, Sultan Selim Han'ın gücünü ortaya koymasıyla Ayasofya kubbesinden 6 zira' (dirsekten orta parmak ucuna kadar olan uzunluk ölçüsü, 70–90 cm arasında değişir) yüksek ve 4 zira' derin yaptım.”

Edirne'nin Eskikavak meydanında 1569 da başlanıp 400 kalfa ile 14.000 işçinin yedi yıl çalışarak ve 28.000 kese altın harcanan cami inşaatı bittiğinde 84 yaşında olan Sinan'ın büyük azmi, sarsılmaz inancı ve yüce himmeti çok düşündürücüdür. Sinan'ın cami hakkındaki sözlerinde, Osmanlı Devleti’nin küçücük bir aşiretten cihanın en güçlü imparatorluğu haline gelmesindeki sim bulmak da mümkündür.

Meşhur Alman mimarî tarihi mütehassısı Prof. Ernist Diez, Selimiye için: “Selimiye'deki mekan tesiri, büyüklük, yükseklik, topluluk ve ışık müessiriyeti yeryüzündeki bütün mimari eserlerin üstündedir.” demektedir.

Mimarlar Piri'nin mahviyetle sadece “ustalığım” diye tarif ettiği eserine bir Avrupalı yazar;”Bu, kul yapısı değil, gökten inme ilahi bir mabeddir' hükmünü kondurur.

Sinan, ustalık devrinin bu şaheserinde bütün yenilikleri ve İslâm mimarisinin özelliklerini sergilemiştir. Şehrin her tarafından görülebilecek bir tepeye oturtulan cami Osmanlı İmparatorluğu'nun ölmez bir nişanesi durumundadır. 31.5 metre çapındaki 2000 tonluk-kubbesiyle, sekizgen biçimindeki gövdeyi çevreleyen ince endamlı minareleriyle mekân sanatının canlı bir örneğidir. Camiye ayrı bir güzellik veren 999 pencerenin her biri insana Esma-i Hüsna'yı terennüm ettiren ali ruhları hatırlatır.

Eser, Sinan'ı dünyânın en büyük mimarlarından biri haline getirmiştir. Çağımızın ünlü mimarlarından F. L. Wright, bir eserinde şöyle diyor: “Yeryüzüne iki mimar gelmiştir. Biri, Osmanlı Mimarı Sinan, öteki ben. Sinan, Rönesans ustası Mikelanj ve İngiliz mimarı Sir Cristofer Viren ile çağdaşdı. Mikelanj’ın yaptığı Sen Piyer’in çatlayan kubbesini Romalı demirciler bir kasnak yaparak kurtarmaya çalışırken, Sinan; inşa ettiği mabetleriyle kıyamete dek kalacağını söylüyordu.”

Koca Sinan 9 Nisan 1588 de vefat etti. Arkadaşı şair ve Nakkaş Mustafa Sa'î Çelebi, ölümü üzerine şu mısra ile Hicri 996 tarihini düşürdü: GEÇDİ BU DEMDE CİHANDAN PÎR-İ MİMARAN SİNAN

Kendi yapısı olan mütevazı ve sade türbesi Süleymaniye külliyesinde, eski Bâb-ı Meşihat'dan Dökmeciler'e giden yolun kavşağında bulunmaktadır.

Sinan'ın mühründe “El-hakir-ül fakir Mimar Sinan” yazılıdır. Bu sözler yüce Yaratıcı'nın muhteşem eserleri ve harikulade sanatı karşısında; çok duygulanan, ince ruhlu ve mütevazı bir sanatkârın kendi sanat gücünü ifâde ettiği gibi sînesindeki asil duyguları da dile getirir.

Koca Sinan, dört padişaha hizmet etmiş, büyük iltifat ve ihsanlara kavuşmuş bir sanatkârdır. 37 evi, 40 dükkânı, hanları, hamamları, medreseleri vardı. Ölmeden evvel kendine ait bir vakıf kurarak bunları halkına bıraktı.

Koca Sinan, Vakfiyesinde; evinin mektep yapılmasını bilhassa ister. Okulun hocalarına günde 6 akçe bağışlar. Yetim ve dul çocuklarına elbiseler verilmesini, okullara odun ve kömür alınmasını vasiyet eder. İstanbul'un ihtiyacı olan semtlerine çeşme, yol ve kaldırım yapılması için para ayırır. Çok az bir kısım vakıf gelirini karısına ve çocuklarına bırakır ve bir akçeyi de ruhu için günde bir cüz Kur'ân-ı Kerim okunmasına ayırır.

Kaynaklardan öğrenebildiğimize göre Koca Sinan çok cömert bir insan olarak karşımıza çıkmaktadır. Gece, gündüz sofrasında 20–30 insanı misafir edip, ağırladığı bildirilmektedir.

Zamanın bütün içtimaî ve kültür müesseselerine servetini bağışlarken eğitime ehemmiyetle öncelik tanır. Yüzlerce mühendis ve mimara hocalık yapar ve binlerce çırak yetiştirir... Ölümünden yüz sene sonraya kadar, dağılmadan giden inşaat ekipleri kurar ve sanatını ölümsüzleştirir.

Dileğimiz, sahibi olduğumuz bu paha biçilmez kültür mirasının değerini farkedip, cemiyetin aynası ve şeklî lisanı olan mimarimize ithal çözümler yerine ruhda dirilişimize parelel olarak yeni Sinan'lar yetiştirelim.

Kaynaklar:
1) Mimar, Koca Sinan ve Ağırnas köyü. Y. Müh. Mimar Bülent Çetinor. İlgi sayı. 151.
2) Büyük Tür. Tar. Yılmaz Öztuna, c.XI. sf. 165.
3) Türk Mimarisinin Gelişimi ve Mimar Sinan. İş Bankası yay. İst. 1975.
4) Müslüman İlim Öncüleri Ans. sf. 251. Y.Asya yay. İst. 1984.
5) Mimar Sinan'ın Çıraklık Eseri Şehzade Camii, Y. Mimar Beyhan Erçağ, İlgi sayı. 53.
6) Muhteşem Sinan. Abdullah Kuran, Görüş dergisi sayı Ocak 1988.
7) Sinan’da Dirilmek, As. İnş. Y. Müh. Abdullah Bizden, Milli Kültür Mart 1988.
8) Yeni Türk Ans. Cilt. IX sf.3778.
9) Mimar Sinan Özel Sayısı, Milli Kültür, Haziran 1988.
10) Sinan bin Abdulmennan - Y. Mimar - M. Hilmi Şenalp - Lale - Aralık 88 sayı 6
11) Selimiye Camii - Y. Müh. Mimar. Bülent Çetiner - İlgi - sy. 55/1988
Başlık: Ynt: Taşlara Ruh Veren Büyük Dahi Sermimaran-ı Hassa Koca Sinan
Gönderen: вαşκαп - Ekim 15, 2017, 03:43:39 ÖS
Emeğine Yüreğine Sağlık
Başlık: Ynt: Taşlara Ruh Veren Büyük Dahi Sermimaran-ı Hassa Koca Sinan
Gönderen: Özgür Kız - Ekim 01, 2018, 11:19:20 ÖÖ
 eys