Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» İslami Dini ve Türk Tarihi »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Türk ve İslam Tarihi ve İz Bırakanlar ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Şubat 25, 2014, 03:23:52 ÖS

Başlık: Osmanlı'da Standard Anlayışı
Gönderen: Fatih - Şubat 25, 2014, 03:23:52 ÖS
Tarım ve küçük zanaat toplumlarından endüstri ve sınaî toplumlara geçiş, şüphesiz bir takım sıkıntıları da beraberinde getirdi. Cemiyet hayatının esasını teşkîl eden “birlik ve beraberlik içinde iş yapma” olarak tavsif ettiğimiz “imece ruhu” sarsıldı, ferdî kapitalizm biraz daha ön plana çıktı, Diğer taraftan “huzur toplumu”nun istinat noktası olarak, içtimâiyâtın taksîm-i â’mâl (sosyolojinin iş bölümü) prensibi materyalist felsefe tarafından suistimâl edildi, bir sömürü vasıtası olarak kullanılmak istendi. Fertler mutlak yalnızlığa itildi; bütün iç dinamiklerinden mahrum, mefluç bir halde bırakıldı... Ulvî ruhlar pörsüdü, temiz vicdanlar kirletildi, hüşyâr (uyanık) duygular köreltildi, “akl-ı selim’ler törpülene törpülene “robot insan” veya “makina insan”a doğru gidildi. Netice itibariyle; “tüketim için daha fazla üretim” hırsı, reklâm ve propagandalarla teşvik edilip desteklenirken, “ben tok olayım da başkası açlıktan ölsün, bana ne?” fâsit düşüncesi cemiyetin her kesiminde şuyû bulmaya başladı. İsraf ekonomisi kabardı, şükretme duygusunun yerini kanaatsizlik aldı, insanlar lüks eşya-üstelik yabancı marka eşya alma yarışına girdi. Niceleri -hatta nice mütedeyyinler- sırf bir özenti uğruna, ailevî geçimsizlikleri, daha ileri safhada, sıcacık yuvalarının dağılmasını bile göze aldı, Onlar dünyayı, yani gösterişli, peşin ve fâni olanı tercih etti, ah, niceleri kendilerine yazıklar etti!..

“Huzur toplumu”nun ruhunun kemirilmesi ve maşeri vicdanda ilk çözülme “zekât müessesesi”nin kaldırılmasıyla başladı. Dinen yasak olan faizin meşruluk kazandırılıp revaç bulmasıyla da, zengin-fakir tabakaları arasında büyük boşluklar meydana geldi. Bu boşlukları; ne prim, avans ve sigortalar ne de ulufe kabilinden göstermelik burs ve yardımlar doldurabildi. Holdinglerin acımasızlığı küçük esnafı sildi. Dînî erkân ve erbâb bile mesleklerinin şeref ve itibarını ayaklar altına almak pahasına, devlet kapısına ve dilenciliğe muhtaç edildi. Otomatik ve pratik tercihiyle dev makinalar “el emeği göznûru” el san’atlarımızı ve onlarla birlikte bütün zerafetlerimizi aldı-götürdü. Şimdi ortada; korumasız-güvencesiz, her geçen gün; aracıların, tefecilerin ve simsarların soygun ve hegemonyası altında ezilen; ticaret ahlâkını büsbütün yitirmiş dalavereci tüccarların karşısında da devamlı aldatılan bir tüketici var. Zavallı tüketici!..

Şurası da muhakkak ki, bugün artık, makina çağının birçok avantajlarını kullanmakla beraber, belki daha fazlasıyla muhtemel risklerine de katlanmak mecburiyetindeyiz. Ancak ben, söz konusu bu riskleri asgariye indirmenin kendi elimizde olduğu inancındayım. Çünkü bin asırlık bir maziye sahip şanlı tarihimizde; bize bugünlerde bile yol gösterebilecek ibretli dersler, numune teşkil edici tatbikatlar; yine ecdadımızın çağlar ötesi basiretleriyle çözüme kavuşan nice problemlere dair ince, hikmet dolu prensipler ve topyekûn bir cemiyeti ayakta tutan maddî ve manevî rabıtalar yeterince vardır. Sağlıklı bir kriterle üzerine düşüp, bugünlerde bir kez daha bunlara atf-ı nazarda bulunup dikkate almak ve dört elle bizi biz yapan inançlarımıza sarılmak, her geçen gün biraz daha zaruret arzetmektedir. Uhuvvet ve tesânüd (kardeşlik ve dayanışma) ruhuyla kenetlenmiş, dört bir yana ışık saçan bir “huzur toplumu” için...

TARİHİMİZDE İLK STANDART KANUNU
“Standart”, benzerleri için numune tutulması veya herkes tarafından kabul edilmiş müşterek bir mefhum, süreç veya nesne olarak tanımlanabilir. Ticarî hareketliliğin durmaması için, fevkalâde şartlar haricinde, fiyatlar umumiyetle serbest bırakılırken; malların şekil ve kalitesi hususunda, tâ Asr-ı Saadetten günümüze kadar hassasiyetle üzerinde durulmuştur. Hatta kanunî esaslara bile bağlanmıştır. Dünyanın ilk standard kanunu olarak kabul edilen ve 1502 yılında, Velî namlı Osmanlı padişahı, II. Bayezıt tarafından çıkarılın “Kanunnâme-i İktisâb-ı Bursa” fermanı buna bir delildir. 48 maddeden ibaret bu fermanda, Bursa’da; yenilip-içilen, alınıp-satılan her şeyin standardı belirleniyor, ürünlerin hangi maddelerle yapılabileceği, nasıl yapılması gerektiği ve elde edilen maddenin maliyeti ve bazı temel malların satış fiyatları tesbit ediliyordu. Meselâ, bu fermanın ikinci maddesi ekmeklere, üçüncü maddesi alışverişte yapılan usulsüzlüklere, dokuzuncu maddesi tatlılara, onüçüncü maddesi etlere, onbeşinci maddesi de lokantalara dâir idi. Bu fermanda söz-konusu standardizasyona, Batı’nın en az 250–300 yıl sonra gittiği gözönünde bulundurulursa, fermanın ehemmiyeti biraz daha anlaşılır. Günümüzde ise standardizasyon, daha ziyade, sanayi toplumunun ihtiyaçları veya müsbet-menfî neticeleri açısından ele alınmakta ve daha değişik bir perspektif kazandırılmış bulunmaktadır. “Doğrudan veya dolaylı olarak tüketicinin korunması, dışa açılmada kolaylık, sağlıklı bir çevrenin oluşturulması, ürün kalitesinin geliştirilmesi ve kaynakların daha etkili kullanılması, tasavvur edilen belli-başlı hedeflerdir.

İSLÂM TOPLUMUNDA KALİTE KONTROLÜ VE AHİLİK
İslâm hayat nizâmında ticaret, bir tarafdan; “yeryüzüne dağılın ve Allah’ın fazlından rızıklarınızı arayınız” (Cum’a: 10) gibi âyetlerle, “doğru ve güven duyulan dürüst bir tacir, kıyamet gününde sıddıklar ve şehîdler ile beraber haşredilecektir” (Tirmizî, Hakim) gibi hadislerle teşvik edilirken diğer taraftan da; “yazıklar olsun o alışverişte hile yapanlara ki, onlar, insanlar üzerinden kendilerine ölçtükleri zaman tam basarlar (tartarlar), onlara ölçtükleri zaman da eksiltirler” (Mutaffifîn: 1–3) gibi âyetlerle ve “(ticaret) yalan yemin malın sürümünü temin ederse de, kazancın bereketini giderir” (Buharı, Müslim, ibni Mâce) gibi hadislerle de, tüketicinin korunması yolunda üretici ve satıcının dizginlenmesi için caydırıcı vicdanî müeyyidelere tâbi kılınmıştır.

Bir keresinde. Peygamber Efendimiz (sav); Benû Kaynuka Çarşısını teftiş edip malları kontrol etmiş, ancak buğday satan bir tacirin buğday yığınına elini daldırıp iç kısmının biraz rutubetli olduğunu görünce çok üzülmüş , “bize hile yapan bizden değildir” (Müslim) buyurmuştur. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer (ra) ve daha sonraki devirlerde teftiş ve tebdil-i kıyafette kontrol süregelmiş, ancak Osmanlı Devleti’nde bu işlem bir teşkilat ve bu teşkilât içerisinde hususî bir mekanizma halini (konumunu) almıştır. Ahilik ve Fütüvvet müessesesi olarak...

XIII. yüzyılda Anadolu’da ortaya çıkan “Ahilik”; İslâm öncesi dönemden başlayarak gelişen Türk esnaflık geleneğinin, İslâmiyetin ortaya çıkışından sonra İslâm’ın ahlâk prensipleriyle birleşmesi neticesinde şekillenen bir lonca (esnaf) teşkilâtıdır. Benzer bir mefhum olarak “Fütüvvet”, kahramanlık, cömertlik ve misafirperverlik gibi hasletleri içine alan tasavvufî veçhesiyle de derinlik kazanmış bir kardeşlik müessesesidir. Daha sonraki devirlerde ise, “Ahilik ve Fütüvvet” müşterek, yani bir arada mütalâa edilmiştir. Bu esnaf loncalarını, kesinlikle; Batı’daki “sınıf toplum” anlayışından doğan sendikalardan veya birer monopol sömürü vasıtası olan kartel ve tröstlerden ayırmak gerekir. Hele, Lions Kulüpleri ve Mason localarından tamamıyla farklıdır. Çünkü Ahilik’in temelinde İslâm ahlâkı ve Anadolu-Osmanlı geleneği vardır. Ahilik ve Fütüvvet müesseselerine, günümüzün gerçek bir kooperatifçilik örnekleri denilebilir.

Osmanlı toplum ruhunun simgesi ve çalışma hayatının temsilcisi olan bu Ahilik teşekkülleri, ilgili mesleğe ve san’ata âit bütün işleri yönetir, ihtilafları halleder ve esnafla devlet arasındaki ilişkileri düzenlerdi. Tüketici açısından asıl fonksiyonları ise, mal ve fiyatların standardizasyonu ve kalite kontrolü idi.

Şehirler ve bölgeler itibariyle Ahilerin yönetimindeki meslek birlikleri, üyelerinin ürünlerinin kalite kontrolünü yaparlar, şikâyetleri dinlerler, uygunsuz halleri araştırırlar ve suçlu bulunanlara ceza verirlerdi. Ahilikteki temel prensip, belirlenmiş standardlar dışında bozuk mallarla ve yüksek fiyat talepleri ile onların zarara uğramalarına meydan vermemekti. Ahilik teşkilâtı, haksız rekabeti önlemek, tüketiciyi tekelci eğilimlerden korumak için bir teftiş (denetim) mekanizması da geliştirmiştir. Ahilikte, ihtikâr ve istifçiliğe karşı caydırıcı ve çok sıkı tedbirler alınmış olup, bunu yapanların depolarına baskınlar yapılarak istiflenmiş malların piyasaya çıkarılması temin edildiği gibi, narh’ı bozanlar da cezalandırılmıştı. Ayrıca toptancı esnafının perakende mal satmaları da yasaklanmıştı. Yine Ahilikte; müşteriye kaliteli malı gösterip satış anında ona malın kalitesizini vermek, hileli yollarla diğer esnafı safdışı bırakıp yüksek fiyatla satmak da yasaklanmıştı. Her malın imalâtında dikkat edilecek esaslar tesbit edilmişti. Meselâ, bıçakçıların, kılıç imâl edenlerin, dokumacıların, şişe-cam imalâtçılarının belirli malları imâl ederken mamullerin cinsine göre hammaddelerin cinsi, gramajı ve üretimde kullanılacak tekniğe kadar pek çok husus bir tüzük halinde belirlenmişti.

Hülâsa, Osmanlı Devleti’nde kalite kontrolü; ya tebdil kıyafet içerisinde çarşı-pazar teftişi şeklinde, ya Kuloğlanları (Eksikçiler) nezâretinde, ya da Kethüdalar tarafından yapılırdı. Bu kalite kontrolü esnasında; çürük, eksik ve sahte mal îmâl ettiği tesbit edilen ve ikazlara rağmen bunda ısrar eden esnafın pabucu ayağından çıkarılarak iş yerinin damına atılır, “pabucu dama atılan” esnaf işyerini kapatmak zorunda kalırdı. Halk arasında “pabucu dama atıldı” deyiminin menşei bu hâdiseye dayanır.

Şurası asla unutulmamalıdır ki, Osmanlı "tüketicinin korunması"ndan insana değer verilmesi, insana değer verilmesinden de onun mânevi değerlerine değer verilmesini anlıyordu. Bu sebepten maneviyat büyüklerine büyük ehemmiyet veriyor, esnafa yol gösterip onları eğiten ehl-i turuku bağrına basıp hürmet ediyor ilim adamlarını koruyordu. Osmanlı toplumunda; avamdan havâssına, teb'asından Padişahına, zaten hemen herkes kendilerini bu ilim ve edep abidelerine muhtaç hisseder, çoğu defa onların meclislerinin müdâvimi olurlardı. Böylesine bir toplumda, bugünkü anlamda ciddî boyutlarda bir tüketici probleminin olması mümkün değildir. Pek nadir olarak zuhur eden yolsuzluk ve huysuzluklara, ancak Rum, Ermeni, Yahudi gibi yabancı tebâiyetli Müslüman olmayan unsurda rastlanırdı.

NETİCE
Evvelâ dikkate değer şu husus gözden kaçırılmamalıdır. Batı, kendi problemleri ile bizi mahkûm etmek, hattâ çoğu defa faturayı da bize ödetmek istiyor. Bizim medeniyetimizde ve bizim cemiyetimizde zuhûru asla mümkün olmayan, kökü inançsızlığa dayanan problemlerle.. Ancak günümüzde, global bir sistem ve etkileşimin kaçınılmaz olduğu iç içe toplumlar içerisinde, iletişim vasıtalarının sınır tanımazlığı ve farklı dünyaları birbirine yaklaştırıp tek bir dünyaya doğru götürme çabaları içerisinde, haricî hiçbir problemden etkilenmeden, mücerred kalabilmek ve dışa kapalı bir toplum olarak yaşayabilmek hemen hemen hiç mümkün değildir. Bize düşen; ne taraftan olursa olsun, kimin hesabına ağır basarsa bassın, bütün problemlerin sebep ve neticelerini ilmî metotlarla ve bize ait gayeler istîkametinde tahlil edip gerçekleri olduğu gibi gözler önüne sermek, çıkış ve kurtuluş yollarını apaçık göstermek olacaktır. Tabiî, kendi din ve kültür dünyamızın mikyasları içerisinde.. Kur’an’ın aydınlığında...

Bugün endüstrisiz bir ülke ve makinasız bir hayat mümkün değil gibidir. Bu dönüşü olmayan yolda, “tüketicinin korunması” problemini de yine kendi kıstaslarımız, kendi değer ölçülerimiz ve kendi tarihî mirasımız açısından ele alacak, ihmâl ve ihtiraslarımızı bir bir ortaya koyacak; neticede kendimizi İslâm’ın emin ellerinde bulacak, O’nun şaşmaz düsturlarına bütün kalbimizle ve bütün cân-u gönlümüzle yeniden bağlanacak, Onda dirileceğiz, insanlık O’nda hayat bulacaktır.

KAYNAKLAR:
1.Standard, yıl: 26, sayı: 10, 1987, sh: 48.
2.Kaynaklar, 2/Kış, 1984, sh: 26–32.
3.Zaman Gazetesi. 22.6.1989/19.1.1990/13.2.1990.
4.Ank, Tüketici Süit. sayı: 9,1990. sh: 6,
5.Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, M. Akdağ, cilt. 2, Ankara 1971. sh: 22.
6.Milliyet: 11.8.1990.
7.Zaman Gzt. 19.2.1990/28.11.1989.
8.G.G. Arnakis. “Futuwwa traditions in the Ottoman Empires”, Journal of NearEastern studies. XII. Oct.. 1953. p. 238.
9.Riyâzû’s-Salihîn, Cilt: 3. D.İ.B. yay. sh:160-161
10.Standard, yıl: 19. sayı: 225. sh: 3.
11. Zaman, Fehmi Koru, 15.10.1988.
12.Sadettin Kocatürk, Fütüvvet ve Ahilik. XX. Ahilik Bayramı Kongresi Tebliğleri, Ank.. 1985, sh: 17–41.
13.Standard, yıl:27,sy.:321 ,sh: 10-13, 20
14.Ticarette Ahlâkın Esastan. M, Emre, Zaman Gazetesi.
15.İhyâu Ulûmı’d-Din, cilt: 2, sh: 161–227.Bedir yay.
Başlık: Ynt: Osmanlı'da Standard Anlayışı
Gönderen: вαşκαп - Ekim 15, 2017, 03:34:57 ÖS
Emeğine Yüreğine Sağlık
Başlık: Ynt: Osmanlı'da Standard Anlayışı
Gönderen: Özgür Kız - Ekim 01, 2018, 11:23:38 ÖÖ
 eys