Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» İslami Dini ve Türk Tarihi »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Türk ve İslam Tarihi ve İz Bırakanlar ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Şubat 25, 2014, 03:24:07 ÖS

Başlık: Alparslan'ın Mefkûresi
Gönderen: Fatih - Şubat 25, 2014, 03:24:07 ÖS
Fûtuhat mefkûremizin temeli; “Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar cihan hâkimiyeti telakkisi” idi.

Türklerde binlerce yıldan beri umumî bir fikir halinde mevcut olan bu düşüncenin tahakkuku için tarihimizin çeşitli bölge ve devirlerinde bir çok sultan ve hükümdar gayret göstermiştir.

Bu telakki Selçuklu Sultanları’nda da gerçekleştirilmesi gerekli olan ana fikir halinde mevcut bulunuyordu. Bu ideâlin en büyük temsilcilerinden birisi de hiç şüphesiz Alparslan’dır.

Tuğrul Bey’den sonra 27 Nisan 1064 de Büyük Selçuklu tahtına geçen Alparslan(1), henüz şehzade iken büyük enerjisi, şecaâti, iyi idaresi ve adaletiyle de temayüz etmişti. Yönetimi ele alıp tahta oturunca, Arab tarihçisi lbn’ül Adim’in ifadesiyle “halk üzerine adalet kanadını gerip, şefkat ve ihsan gölgesini uzattı. (2)

Onun kısa süren saltanatı (1063-1072) Türk devlet nizamı ve Cihan hâkimiyeti mefkûresinin en parlak devirlerinden birini teşkil eder. Saltanatı ancak 9 yıl sürmüş, bu devrede misli görülmemiş zaferler kazanmış; Selçuklu İmparatorluğuna çok daha fazla genişlik, kudret ve haşmet kazandırmış. Büyük ilim adamı ibn-i Kemâl’in Yavuz Sultan Selim için söylediği “az zaman içre çok iş etmişti” mısraı Selçuklu sultanı için de geçerlidir. İdeâlleri, süratli fetihleri, derin imânı dolayısıyla Yavuz ile Alparslan arasında çok yakın benzerlikler vardır. Mefkûresi daha sonra Osmanlılar’ca yaşatılmıştır. Onun “kaç defa söyledim; biz bu ülkeleri Allah’ın yardımıyla aldık. Temiz müslümanlarız ve bid’at nedir bilmeyiz. Bu sebebledir ki Allah, bizleri aziz kıldı.” ifadesi ondaki İslâmî ve millî duyguların derinliğini meydana koyar (3). Birkaç darbe ile ülkeler alan büyük cihangire kaynaklar “Ebu’l Feth” lakâbı verildiğini kaydeder(4).

Prof. Dr. Osman Turan’ın belirttiği gibi Alparslan, bir kumandan ve yöneticiliğinden daha ziyade Hz. Muhammed (sav) yolunu dosdoğru takip eden bir ahlâk âbidesi olarak görülmektedir. Emrinde yaşayan milyonlarca insana hizmet etti. Huzûr ve sükûn içinde, emniyet içinde yaşamalarını sağladı. Askeri kuvvet ve ordu nizamı, şefkat ve haşmet bakımından o zamanki dünya hükümdarları arasında en büyük payeye sahip olduğu halde, hak ve adaletten ayrılmamıştır (5). Halkın, âdil bir idare nizamı içinde yaşaması başlıca gayesiydi. Zira o, bir günlük âdil yönetimin yıllarca nafile ibadetten hayırlı olduğunu bilen gerçek bir devlet adamıydı (6).

İlim ve ilim adamına ayrı bir ehemmiyet vermiştir. İslam dünyasını medreselerle doldurmuş. âlimlere vakıflar ve maaşlar tahsis etmiştir. O böylece mefkûresinin icâbını yapıyor; askeri kuvvet yanında birde fikir ve mefkûre ardusu teşekkül ettirerek, hâkimiyetinin mânevî temellerini atıyordu. İmparatorluğun her tarafında medrese inşâsına girişilmesi yine onunla başlar. Alparslan, veziri Nizam-ül Mülk ile Nişapur’da camiin kapısında elbiseleri perişan gençleri görünce sebebini sormuş; veziri de ona “bunlar insanların en şereflileri olup dünya zevki bulunmayan ilim talibleridirler” cevabını vermiş ve bunun üzerine sultan, kendilerine bir yurt inşâsını ve maaş verilmesini emretmiştir.

Selçuklu Devleti’nin âlimler ve talebe için vakıf suretiyle ücretsiz tahsillerini temin eden teşkilâtlı medreseler Alparslan zamanında, Bağdat’da 1067 tarihinde Nizamiye’nin inşâsıyla başlamış ve süratle bütün İslâm ülkelerine yayılmıştır.

Medreselerde âlim ve talebelere maaş tahsisinden başka, ilmi teşvik maksadıyla vakıf tahsisatından 100, 500 ve 1000 dinar veya akça mükâfat konuyordu. İlim ve tahsilin bu derece himâyesinin yayılması, böylece Selçuklu eseri olup, medeniyet tarihinde ilk defa vuku bulmuş ve son gelişmelere kadar Avrupa medeniyetinin de meçhulü kalmıştır (7). Ayrıca malının onda birini okul ve yurt inşâsına sarfetmiştir. Divanında tarih kitapları okutup, geçen hükümdarların zamanlarını ve icraatlarına vakıf olurdu (8). Ayrıca sık sık aziz Peygamberin (sav) hayatını bölüm bölüm okutur ve dikkatle dinlerdi. Çevresindekilere Kurân'ın ruhuna en uygun şekilde sabrı ve hakkı tavsiye ederdi. Bir gün veziri Nizam-ül Mülk aleyhine bir şikâyet dilekçesi almıştı. Onu huzuruna çağırdı ve vezirine şu nezaket, büyük ve asalet dolu sözleri sarfetti: “Şu kâğıdı okuyun. Yazılanlar doğru ise tekrarından çekinin. Eğer bühtan ve iftira ise, yazanı affedin ve intikam hevesine düşmeyin. Bu kabil adamları bir işle meşgul edin, onunla uğraşıp böyle fitnelerle uğraşmasınlar”(9).

Malazgirt’in büyük kahramanı, halkın içinde Hakk’la beraber bir hakikat eridir. Mutfağında her gün elli koyun kesilir, fakirler ve yoksullar hep onun mutfağından yerlerdi. Divanında yoksul kimselerin isimleri kayıtlı idi. Bunlar muntazaman gelir ve kendileri için tayin edilmiş maaş ve geçim masraflarını alırlardı. Bazan hasta veya yoksul bir kimseyi gördüğü zaman son derece hislenir, teessüründen ağlar ve derhal yardım ederdi, Zira bu insanlar ona, Allah’ın birer emanetiydiler ve bu emanetten dolayı da Allah’a hesap verecekti (10).

Tarihçi Râvendi “Alparslan bütün cihâna at sürdü” (11), İbnül’Adim “hükümdarlar arasında onun kadar dine ve cihada bağlı kimse yoktur” (12) derken, onun hayatının gâyesi olan yüce ideal ve mefkûrelerin tahakkuku için herşeyini vakfettiğini belirtmektedirler.

Sultan Alparslan Maverâünnehir seferi esnasında esir edilen bir kale kumandanı tarafından hançerlendi.

Suikaste uğradığı zaman söylediği şu cümle, hem dindarlığını hem de cihan hâkimiyeti şuurunu güzel belirtir. “Bir tepe üzerine çıktığım vakit, ordumun azametinden ve askerlerimin çokluğundan altımda yerin titrediğini hissediyor ve kendi kendime “Ben dünyanın hükümdarıyım. Bu ordu ile Çin’i fethederim” diyordum, Bu gurur yüzünden bu duruma düştüm. Halbuki her sefere çıkışta daima Allah’tan yardım dilerdim...”

Aldığı yaranın tesiriyle 25 Kasım 1072 de vefat eden Alparslan İslâm inancı ve mefkûresinin en mümtaz şahsiyetlerinden biri olarak tarihe intikal etti. Mezarı Merv’de olup, türbesini ziyaret eden Şair Senâi, şu kasideyi yazmıştır (13):

Alparslanın göklere yükselen başını gördüm,

Merv’e gel ve onun toprak olmuş vücuduna bak;

Ne kemeri üstündeki yıldız, ne ay gibi parlak yüzü,

Ne altındaki at, ne de elindeki dizgin kalmıştır...

Ne ay gibi parlak yüzü, ne atı, ne de dizgini kalmıştır, ama arkasında hakikat erlerinin, ışık süvarilerinin soluk soluğa at koşturacakları, takip edecekleri bir mefkûre ve ışıktan izler bırakmıştır.

KAYNAKLAR:
1)İbrahim Kafesoğlu; Selçuklu Tarihi. Ist. 1972, s. 44.
2) İbn-ul Adim; Buğyetut Taleb, Ank. 1982, s. 22
3) Prof, Dr. Osman Turan; Türk Cihan Hakimiyeti Mefküresi, Ist. 1980, s. 283.
4) Kafesoğlu, a.g.e s.44.
5) Mevdudi; Selçuklular Tarihi 1, Ank. 1971. s. 256.
6) Osman Turan; Türkler Anadolu’da. Ist. 1970. s. 10.
7) Prof. Dr. Osman Turan; Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti. Ist. 1969, s. 257 - 258.
8) Müneccimbaşı. Sahaif’ul-Ahbar, c. 2, İst. 1285, s. 534.
9) O. Turan, Türkler Anadolu’da,s. 11.
10) Mevdudi, a.g.e. s. 257.
1]) Ravendi. Rahatüssudur, c. 1 Ank. 1957, s. 115.
12) lbn-ül Adirrı, a.g.e.. s. 22.
13) Ravendi, a.g.e.. s. 22
Başlık: Ynt: Alparslan'ın Mefkûresi
Gönderen: вαşκαп - Ekim 15, 2017, 03:37:02 ÖS
Emeğine Yüreğine Sağlık
Başlık: Ynt: Alparslan'ın Mefkûresi
Gönderen: Özgür Kız - Eylül 30, 2018, 03:20:49 ÖS
 eys