Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» İslami Dini ve Türk Tarihi »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Türk ve İslam Tarihi ve İz Bırakanlar ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Şubat 25, 2014, 03:29:19 ÖS

Başlık: Selçuklu ve Osmanlılarda Komşu Devletlerle Münasebetler
Gönderen: Fatih - Şubat 25, 2014, 03:29:19 ÖS
İslam'lâ müşerref olmadan önce Orta Asya'da Türk devletlerinin en önemli komşusu Çin devletiydi. Muhtelif hanedanlarla Roma imparatorluğunda olduğu gibi çok uzun süre varlığını sürdüren Çin, kuzey komşuları Türklerden sürekli baskı görmüş, yerleşik bir kavim olan bu milleti, göçebe akıncı Türkler çeşitli zamanlarda haraca (vergiye) bağlamışlardı. Çinliler bu sebeble Türklere karşı dünyanın harikalarından olan meşhur Çin seddini inşa etmişler, şiddetli Türk akınları karşısında bu set bile zaman zaman bir engel teşkil edememiştir. Ancak, Türklerin kendi aralarında bölünmeleri ve kardeş kavgalarına düşmeleri esnasında, bu zayıf durumlarından Çinliler azami şekilde istifade etmişlerdir. Kısa sürede Türkleri esaret altına alarak onları kendi içlerinde asimilasyon (eritme) siyasetini tatbik etmeye çalışmışlardır. Haddizatında devlet hanedanı üyelerinin birbirine düşmelerini Çinliler sağlıyor, bu vazifeyi, Türk saraylarına gönderdikleri Çinli prenseslere gizlice gördürüyorlardı.

Genel hatlarıyla bu şekilde süren Türk—Çin münasebeti, bunun dışında karşılıklı ticaret anlaşmaları ve elçi teatileriyle de devam ettiriliyordu. Türkler genellikle Çinlilerin ipeğine, hububatına, Çinliler de Türklerin meşhur atlarına muhtaçtılar. Çinli elçiler, Türkler tarafından merasimlerle ve hatta dünyanın ilk bando teşkilatı olan çalgı takımıyle karşılanıyorlardı. Osmanlılara gelen yabancı elçiler gibi bunlar da uzun süre Türk başkentinde kalıyorlar, bu arada çeşitli konularda idarecilere yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Ancak milleti parçalayacak gizli görevlerini de ifa ediyorlardı.

Türk devletinin, Göktürkler zamanında Japon denizinden İran'a kadar genişlemesi, birçok milletin imparatorluk içinde teba haline gelmesi üzerine, yeni komşu ve düşman mecûsi İran'a karşı Bizansla siyasi münasebetlerde bulunmuşlar, iki devlet arasında karşılıklı elçiler teati edilerek tarihte ilk defa bir Türk elçisi İstanbul'a gelmişti. Bu dönemde Türkler sürekli olarak Çin tehlikesine dikkat ediyorlar ve Türk hakanlarının ilelebet devam edecek milletine, hitabe şeklinde hazırlattıkları Orhun kitâbelerinde Çin'in aldatmacı, istilacı, asimilasyoncu ve sömürgeci siyasetine karşı uyanık olması tavsiye ediliyordu. Yine bu kitabelerden, ölen Türk hânının cenaze törenine, onların da devlet temsilcisi gönderdiğini öğreniyoruz.

Türkler , bilindiği üzere ilk defa Emeviler zamanında müslümanlarla karşı karşıya gelmişlerdir. Emeviler zamanında müslümanlarla iç içe yaşayan Türkler, İslâm'ın güzelliklerini görmüş, bu yeni dini eski inançlarına yakın bulmuş ve sevmiş, bütün samimiyetleriyle benimsemiş, Abbasi devletinde görev almışlar ve halifelerin isteği üzerine Abbasi ordusuna asker ve komutan olarak katılmışlardır. Bilindiği üzere ilk defa bir han olarak Karahanlı Türk devletinin hükümdarı Saltuk Buğra Han'ın da müslüman olmasıyla artık Türkler devlet olarak da resmen bu din camiası içindeki yerini almışlardır.
Miladi 750 yıllarında, müslüman Araplarla budist Çinliler arasında Asya'daki Talas ırmağı muharebesinde, müslümanlar yanında yer alan Türkler, daha islâmiyete tam olarak girmeden, tercihlerini ortaya koymuşlardı. Bundan sonra Türkler için İslamiyet bir bakıma milliyetlerini muhafaza eden bir esas unsur da olmuştur. Zira Budizm, Musevilik ve Hrıstiyanlık gibi dinlere giren bir çok Türk topluluğu, bu dinin mensupları arasında eriyip kaybolmuş, milliyetlerini muhafaza edememişlerdir.

Türklerin tamamına yakınının müslüman olmaları esnasında islam dünyası siyasi bakımdan büyük bir parçalanmanın ve zaafın içine düşmüş, sünni İslâm âlemi, Şii iki devletin; İran ve Irak'daki Büveyhilerle Mısırdaki Fatımî'lerin hâkimiyeti altına girme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı. Büveyhîler, merkezleri olan Bağdat Abbasi halifelerini tahakküm altına almışlar, onlara istedikleri gibi kararlarını tatbik ettirmişlerdi. İşte bu sırada, İslâm âlemine Sünni ve müsiüman güç olarak giren Türkler, bu konuda da önemli bir hizmet ifa etmişlerdir.

Batı Türkleri olan Selçuklular ve genel olarak Oğuzlar (Türkmenler) XI. asrın başlarına kadar Türk dünyası içinde herhangi bir varlık gösterememişlerdi. İslamiyete girişle birlikte bu topluluk, İslâm ve Türk âlemi içinde yeni ve çok mühim görevler ifa etmek üzere eski yurtlan olan Batı Asya'dan daha batıya, İran içlerine doğru harekete geçmişlerdi. Başlarında aileye ismini veren Selçuk beyin oğulları Tuğrul ve Çağrı Beyler bulunuyordu. Onların bu teşebbüsünü kendileri için tehlikeli görüp, buna mâni olacak tek siyasi güç yine bir Türk ve İslâm devleti olan Gaznelilerdi. Tuğrul ve Çağrı beyler, gelecekleri ve bütün islam dünyası için çok mühim bir karar vererek, Büyük Gazne Devletini muharebe ile bertaraf edip bu karar neticesi, 1040 yılında onların büyük ordularını mağlub ederek İran'da vatanlarına yerleşmişlerdi. Sonra hemen çevre ve İslâm dünyası ile meşgul olup önce Şii Büveyhî devletini ortadan kaldırarak Abbasi Halifeliğinin merkezi Bağdat'a girmişler, Tuğrul bey orada muzaffer ve hâkim bir hükümdar gibi değil, Peygamber (s.a.v)in vekiline hizmet eden, onun bendesi gibi davranarak Halifeye eski itibarını iade etmiş ve ileri yaşlarda olmasına rağmen, şeref kazanmak için onun kızı ile de evlenmiştir.

Türkleri daha önce hâkim olmadıkları batıya doğru harekete geçirip buraları hedefiiyen Selçukluların batıdaki en büyük engelleri Bizanslılardı. Bizans, Roma İmparatorluğunun vârisi olarak, Anadolu ve Balkanları hâkimiyeti altında tutuyor ve buraların İslâm ülkesi haline gelmesini önlüyordu. Emeviler ve Abbasiler döneminde, Anadolu ve İstanbulun İslâm ülkesi haline gelmesi için yapılan bütün teşebbüsler geçici muvaffakiyetlerle neticeleniyordu. Müslüman—Türk Selçuklular, İran'dan Anadolu sınırına kadar dayanmışlar ve önce Doğu Anadolu'yu ele geçirmişlerdi. Türkler yeni ülkeleri sadece orduları ile fethetmiyorlar, ordularla birlikte hareket eden halkı da, derhal yeni fethedilen ve, hatta fethedilecek bölgelere iskan ediyordu. Bir taraftan da Alp—Erenler, şeyhler, tarikat mensupları, dervişler ileri bölgelerde daha önceden faaliyete geçerek buraları İslama hazırlıyorlardı.

Bilinen büyük Malazgirt Zaferi ile Anadolu Türklere açılmış, bir anda İznik merkez olmak üzere yeni bir devlet kurulmuştu. Anadoluda kurulan Anadolu Selçuklu Devleti ile birlikte Irak ve Suriye'de teşekkül eden diğer Türk devletleri, Zengiler, Eyyubiler, Büveyhîler gibi İslâm dünyasında fesat meydana getiren Mısır-Fâtımî devletini de ortadan kaldırarak Müslümanları Şah İsmail'e kadar bölünüp parçalanmaktan korumuşlardı.

Batı Türklerinin Anadolu'yu almaları ve burayı kıyamete kadar İslâm ülkesi haline getirmeleri, batıda büyük infiale sebep olmuş ve neticede müslümanları buradan çıkarmak ve Hz. Ömer zamanında fethedilen Kudüs'ü de ellerine geçirmek üzere, papazların teşviki ile başlayan ve yüzyıl kadar süren meşhur Haçlı seferleri başlamıştı. Anadolu'da Türkler, kendilerinden 10 veya 20 misli daha kalabalık bu yeni istila orduları karşısında karar kıldıkları vatanlarını terketmemişler, haçlı seferleri karşısında yüz yıl dayanarak kendilerinden sonra gelen İslâm ülkelerinin de müdafii ve daha doğrusu İslâm'ın kılıcı haline gelmişlerdir.

Haçlı seferlerinden sonra, İslâm âlemini başka bir tehlike daha tehdide başlamış, XIII. y.yılın başında Orta Asya'da zuhur eden putperest Cengiz ve Moğollar bütün dünyayı istila gayesinle, geçtikleri yerleri yakıp yıkmışlardır. Anadolu'da büyük zulümler yapıp neticede Selçuklu devletini yıkan bu milleti, İslâm âlemi adına durduran Mısır'daki Türk Memlüklüler olmuştur. Bu devletin büyük sultanı Baybars, onların beklemedikleri muzafferiyetler kazanarak sarsılmalarına ve hızlarının kesilmesine sebep olmuştur. Ancak neticede İslâm âlemini istilâ eden ve Batı'da bulunan Moğolların büyük bir bölümü, Mevlânanın belirttiği gibi, neticede müslüman olmuşlar, İslâm Türk âlemi arasında kaynaşıp kaybolmuşlardır.

Moğolların Selçukluları zayıflatıp neticede ortadan kaldırmaları üzerine Anadolu'da teşekkül eden yeni beylikler arasında, Osmanlıların Türk birliğini sağlayıp Viyana'ya kadar İslâmiyet) götürdükleri herkesçe mâlumdur. Osmanlılar, kuruluş yıllarında komşu beylikler, Bizans ve Balkan ülkeleri İle mücadele ederek, sınırlarını genişletmiş ve İstanbul'un da alınması ile Cihanşumül bir imparatorluk haline gelmişlerdir.

İstanbul'un fethinden sonra doğuda Osmanlıları uğraştıran üç büyük Türk devleti bulunuyordu. Bunlar Akkoyunlular, onların zayıflaması üzerine İran'da kurulan Şii Safevî devleti ve Mısır Memlükleridir. Fâtih, kendisini Timur yerine koyan Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasanı, Erzincan yakınında büyük bir mağlubiyete uğratınca, Sünni devlet zayıflamış ve yerine Şii bir devlet kurulmuştur. Mısır'daki Memlüklüler ise, Osmanlı'nın gelişmesinden memnunluk duymuyorlar, bu büyümenin aleyhlerine olacağını ve sıranın kendilerine geleceğini biliyorlardı. Osmanlılar, Memlüklülere Balkanlarda haçlılara karşı kazandıkları muzafferiyetleri, muharebelerde ele geçirdikleri düşman esirlerini Kahire'ye gönderdikleri elçilerinin yanına katarak bildiriyorlardı. İki müslüman devletin aralarının açılmasına ise Dulkadiroğulları, Ramazanoğulları ve Karamanoğulları gibi çeşitli zamanlarda çeşitli taraflara bağlı devletçikler sebeb oluyordu. Osmanlı taraftan bir beyin öldürülmesi ve Fatih'in Hicaz su yollarını yaptırma teşebbüsüne Memlüklülerin müdahalesi ile ortaya çıkan nüfuz meselesi iki devletin arasını iyice açmış Fatih'i harp durumuna getirmişti. Yavuz Sultan Selim, Osmanlılar ve Sünni İslâm dünyası için tehlike olmaya başlayan, İran işini öncelikle ele almış, Şah İsmail'e ağır bir darbe indirdikten sonra Memlûk taraftarı aradaki Dulkadiroğlu beyliğini kaldırıp, Memlüklülere de meydan okumuştu. Nihayet Mısır üzerine yaptığı meşhur seferi ile bu devleti tamamen ortadan kaldırarak, İslâm dünyasında birliği sağlamış ve halife olmuştu.

Dünyada muhteşem imparatorluk tahakkuk ettiren Kanuni, ağırlığı batı üzerine vermişti. Bilindiği gibi Macaristan alınmış ve Viyana muhasara edilmişti. Bu devirde artık bütün devletlerin meseleleri İstanbul'da çözülüyor, haksızlığa uğrayan Fransa gibi devletler haklarının alınması işini padişahtan istiyorlardı. Bu sırada onların elçileri İstanbul'da bulunuyor ve sultandan kapitülasyonlar gibi ianeler koparmağa çalışıyorlardı. Osmanlılar bu dönemde ve daha sonraları da dış devletlere, ihtiyaç duydukça elçiler ve sefaret heyetleri gönderiyorlardı. Avrupalı devlet elçileri çok uzun merasim sonucu, temizlendikten sonra Veziri Azam'ın (Baş Vekil) veya, nadiren sultanın huzuruna çıkabiliyorlardı. Zaten zamanın en büyük devletlerinden Avusturya, Alman imparatoru Sadrazamla denk ve ancak onunla mukayese edilebilir sayılıyordu. Bütün civar devletler Osmanlı devletine vergi veriyorlardı.

Türk İslâm âleminin bu şaşalı devri ikinci Viyana kuşatmasına kadar sürmüş, Sadrazam Kara Mustafa Paşa'nın kararı ile, yapılan bu teşebbüsün başarısızlıkla neticelenmesi sonunda, talih dönmüş ve batı âlemi karşısında çekilme tam 230 yıl devam etmişti. Ancak 1922 Sakarya Muharebeleri ile bu çekiliş durdurularak, tersine tekrar Edirne'ye kadar ilerleyiş başarılabilmiştir.
Başlık: Ynt: Selçuklu ve Osmanlılarda Komşu Devletlerle Münasebetler
Gönderen: вαşκαп - Ekim 15, 2017, 03:36:25 ÖS
Emeğine Yüreğine Sağlık
Başlık: Ynt: Selçuklu ve Osmanlılarda Komşu Devletlerle Münasebetler
Gönderen: Özgür Kız - Eylül 30, 2018, 01:20:36 ÖS
 eys