Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» İslami Dini ve Türk Tarihi »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Türk ve İslam Tarihi ve İz Bırakanlar ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Şubat 25, 2014, 03:38:49 ÖS

Başlık: Genç Osmanlar Dünyasına Doğru
Gönderen: Fatih - Şubat 25, 2014, 03:38:49 ÖS
İnsanlığın inkar edilemeyen vasıflarından biri, fazileti ve onu destanlaştıran kahramanlıklardır. Her ne şekilde olursa olsun milletlerin kahramanlıklarıyla övünmesi ve bu gurur tablosunu bir şeref levhası haline getirmesi kadar tabii bir şey yoktur. Bu vasfı,duyguyu kaybeden ve kaybettirmeye çalışan milletlerin kendine yön vermesi mümkün değildir!..

İşte bizim tarihimizde de, şarkın ve garbın insanını hayran bırakan, dilden dile, gönülden gönüle dolaşarak her yörenin ruhuna girip destanlaşan, 7’den 70e insanımızın dilinden düşmeyen kahramanlar dizisi mevcuttur.

Dillere destan olan bahadırlığının yanında Bağdat surlarına Türk sancağını dikip şehid olan ve sinelerde ölümsüz bir kahraman olarak kalan “Genç Osman” da bunlardan sadece biridir. Halk edebiyatımıza da ml olup renk katan “Genç Osman” IV. Murad zamanında katıldığı Bağdad seferiyle tarihimizin kahramanlar sayfasından birini daha açıyordu.

Şah Abbas tarafından zabtedilen Bağdad, kendine has güzelliğiyle Osmanoğullarına hüzünlü bir tebessüm gamzediyordu. Bunun üzerine IV. Murad, burayı tekrar fethetmek için sefere karar vermiş, ordular toplanıp hazırlanmaya başlamıştı. Fakat IV. Murad, yayınladığı ferman ile, henüz bıyığına tarak batmayacak kadar genç olanların askere alınmasını yasaklamıştı. Nitekim bugün de Anadolu’nun bazı yerlerinde bir gencin bir cemiyete girebilmesi için bıyığında tarak durması şartına riayet olunur.

Nihayet ordular toplanıp sefere hazır hale gelince, büyük bir sevinç ve coşku içinde Türk ordusu yola koyulmuştu. Bu seferden zaferle dönmek en büyük arzularıydı.

Bağdad’ a varıncaya kadar aşılması güç olan sarp kayalar vardı. Bunları, yara almadan aşıp, heyecanlarına heyecan katarak tepelerden Bağdad’ ın bağrına inmeliydiler... İşte ilk engel... Takvimler 15 Haziran 1630’u gösterirken Vezir-i Azam Hüsrev Paşa, IV. Murad’ dan aldığı fermanla, Mihriman kalesini dört taraftan çevirmişti. Cenk, öğleye doğru amansız bir mücadeleye sahne olmaya başladı. Karşı tarafın ordusu sayıca çok üstündü. Ama kanında Malazgirt kahramanının kanını taşıyan Yavuz’un torunları böyle dengesiz durumları çok görmüşlerdi ve kaybeden daima karşı taraf olmuştu. Gerçekten de Şah’ın orduları pek dayanacağa benzemiyordu. Büyük ve kahraman bir asker olan Hüsrev Paşa en ön saflarda savaşıyor, askerine güç ve kuvvet veriyordu. Atının üstünde arslan gibi kükrüyor, kasırga gibi kılıç sallıyordu. Hüsrev Paşa bu coşkunluk içinde etrafının Şah’ın askerleri tarafından sarıldığının farkında bile değildi. Düşman subaylarından biri Hüsrev Paşa’yı yok etmeyi aklına koyup bir gurup askerle hücuma geçmişti. 0 sırada cenk meydanının korkunç uğultusu altında ince bir ses yükselmişti:
— Savulun kafirler! Yüce serdarımızı çevirip tuzak kurarsınız ha! Savulun!

Oynak beyaz bir atın üzerinde ince yapılı yağız bir Türk delikanlısı düşman saflarının arasına şimşek gibi daldı. Etrafındaki düşman kelleleri her kılıç sallayışta yere yuvarlanıyordu. Çarpışa çarpışa Hüsrev Paşa’nın yanına vardı. Şahlanan atını, arkasından vurmaya çalışan düşmanın üzerine sürdü. Bıyıkları henüz çıkmamış, yüzü ise çocuksuluktan kurtulamamıştı. Vücudu ise belli ki vaktinden evvel gelişmişti. Bileği ince, fakat çelik gibi kuvvetliydi. Savaş ikindiye doğru bittiğinde Mihriman kalesi Türklere teslim olmuştu. Büyük bir engeli aşıp, moralleri iyice yerine gelen Hüsrev Paşa kuvvetleri aynı akşam Hemedan’ a girdi. Burada cesur ve ölüme gülerek giden bu askerlere dinlenme verildi. Hüsrev Paşa yaralılarla bizzat meşgul oluyor, onların hal ve hatırlarını soruyordu. Şehidleri şad, gazileri tebrik ettikten sonra otağına çekilerek, dinlenmeyi bile düşünmeden paşalarını ve beylerini çağırttı. Bugünkü cenkten çok memnun idi ama gelenler onun yüzünün çok asık olduğunu görünce bir anlam verememişler ve ürkmüşlerdi. Esasında Hüsrev Paşa azimli ve cesur bir kumandan idi. Fakat, hiddetlendiği zaman şiddetinin önüne geçilmezdi. Ne söyleyeceğini merakla bekliyorlardı. Sert bir dille konuşmaya başladı:
“- Bağdad seferimize çoluk çocuktan ziyade serhad boylarında kan ve ateş içinde yetişmiş tecrübeli asker istedim. Sakal ve bıyığına tarak tutmayan gençler orduya dahil olmasınlar diye ferman verildi. Bugün kır atının üzerinde, sakalı bıyığı taraklanacak kadar büyümemiş bir çocuk savaştı. Anlarım ki emrime karşı gelinmiş. Orduya çocuklarda alınmıştır.”

Bunun üzerine Zor Murtaza Paşa söz isteyerek; emirlerine karşı gelinmediğini, orduda çoluk çocuğun bulunmadığını, kır atı üzerinde yiğitçe savaşan şahbaz delikanlının Genç Osman olduğunu belirterek:
“- Genç Osman’ın yaşı küçüktür ama cesareti, savaş bilgisi ünlü serdarlara denktir. Yanınızda savaşırken bunu ispat etti sanırım Paşam” diye konuştu.

Hüsrev Paşa bir an cenk meydanındaki hadiseyi düşündü. Küçük diye kızdığı yiğit hayatını kurtarmıştı. Onun savaşını, düşman askerlerine nasıl erkekçe saldırdığını düşündükçe yüzündeki sertlik kayboldu, yumuşadı ve,
“—Ne olursa olsun, yaşı küçük olduğu için Genç Osman’ı geri göreve alın.’’ diyerek emir verdi. Türk ordusu azim ve şevkle gözüne diktiği hedefe doğru ilerlerken, bu hedefe ulaşmada önüne çıkacak hiç bir engel tanımıyor ve tanımak da istemiyordu. Bu saflara niçin katıldıklarını, milletinin kendilerinden neler beklediğini, yurttan, yuvadan hangi şartlarda ayrıldıklarını çok iyi biliyorlardı.. Asıl hedefe varmadan, önlerine çıkacak, küçük engellere takılarak orada düşüp kalmak istemiyorlardı. Yoksa kendine bel bağlayan gerideki insanlara nasıl bakacak, hangi yüzle geri döneceklerdi... Bu düşüncelerle yoğruldukları hengamede, tarihlerin 14 Temmuz 1630’u gösterdiği gün Çamhal’ da düşman ordusunu hezimete uğratmışlardı. Hüsrev Paşa o gün Genç Osman’ı tekrar görmüştü. Bu yiğit çocuk cengin en kızgın anında ileri atılmış, yiğitleri coşturmuştu. Hüsrev Paşa şaşırmış, emri dinlenmediği için de kızmıştı. Zafer akşamı yine beylerini-paşalarını toplayarak emrinin dinlenmeyip karşı gelindiğini ve Genç Osman’ın en ön saflarda savaştığını söyleyerek Onun huzuruna getirilmesini emretti. Fakat Zor Murtaza Paşa yerinden doğruldu, kartal bakışlarını Hüsrev Paşa’nın gözlerine dikerek
— Emriniz üzerine geri gönderdik. Beni savaştan alıkoyarsanız tek başıma düşman ordusuna saldırırım diyerek direndi. Gördüğünüz gibi Çamhal’da l’e 20 savaştı. Yaşı ufaktır diye hiddet buyurmanız bizi güçlü bir yiğitten ayırır Paşam. Genç Osman benim erlerim arasındadır. Gidip huzurunuza getireyim.

Biraz sonra Anadolu Beylerbeyi Zor Murtaza Paşa, yanında 14-15 yaşlarındaki Genç Osman ile birlikte içeriye girdi. Beraberce Vezir-i Azama yaklaştılar. Genç Osman yere diz vurup ulu serdarı selamladı ve sonra karşısında dimdik durdu. Hüsrev Paşa onu gerçekten çok genç görmüştü. Henüz sakalı-bıyığı terlememişti. Genç Osman’a “sakalına tarak batmayanların orduya alınmamasını emretmiştim. Emrime karşı gelirmişsin. Bunun idam olduğunu bilmez misin” diyerek tepeden tırnağa, içinde sakladığı tebessümle süzdü..

Genç Osman başını kaldırdı. İçinde şimşek gibi çakan bakışlarını Paşanın yüzünde dolaştırdı ve:
— Serhad boylarında at oynatmanın yaşı olmadığını bilirim paşam. Yiğitlik sakal ve bıyığa tarak batmakla ölçülüyorsa benim de bıyığıma tarak batar, diyerek ellerini göğsüne soktu ve sert dişli bir tarağı çıkararak birden üst dudağına sapladı. Tarak yumuşak ete dişlerinin köküne kadar gömülmüştü. Dudaklarının yanından sızan ince bir kan göğsüne damlamaya başladı. Olduğu yerde kımıldamadan duruyor, Hüsrev Paşa’ya gülümseyerek bakıyordu. Herkesin gözü dolmuştu. Sertliği kadar mertliği ile de tanınan Hüsrev Paşa yerinden kalkarak Genç Osman’ın yanına geldi. Şefkatle sırtını okşadı ve:
“—İşte benim aradığım asker sensin Genç Osman. Git yaranı tımar et. Yarın şafakla beraber yola çıkacağız” diyerek Onu Murtaza Paşa’nın alemdarı yaptı.

Şafakla beraber ordu büyük bir zafer coşkunluğu içinde şaha kalkıp heybet içinde ilerlerken, aynı derecede Rablerine karşı hürmet ve ta’zimin en derin nağmesini sessizce ruhlarında terennüm ediyorlardı. Nihayet Türk ordusu 5 Ekim sabahı Bağdad kapılarına dayandı. Çok iyi tahkim edilmiş kale ancak kuşatma tekniği ile düşürülebilirdi. Kuşatma günlerce bütün şiddetiyle devam etti. Topçu atışlarıyla açılan gedikler şehitlerle doluyordu. Bağdad yaralı bir arslan gibi direniyordu. 9 Kasım günü Hüsrev Paşa büyük hücuma geçileceğini emrediyor, Bağdad burçlarına sancağı dikecek olan serdarlara da üstün rütbeler vad ediyordu. Ama asker şunu çok iyi biliyordu ki bu üstün rütbeler, yarın zafer kazanılıp Bağdad fethedilince kazanacakları Allah katındaki rütbelerin yanında çok anlamsız kalırdı. Yiğit askerler, yarın alacakları gazilik ve şehidlik rütbelerine gözlerini dikmişlerdi. 9 Kasım sabahı, sabah namazından sonra büyük hücum başladı. Bağdad kalesinin en güçlü surları üzerinde Zor Murtaza Paşa çarpışıyor, korkunç ve kanlı çarpışmalar bu cephede oluyordu. Genç Osman’ın da dahil olduğu kuvvetler kısa zamanda surlara vardılar. Bu surlardaki yiğitler, topların açtığı gediklerden yukarı tırmanmaya başladılar. Paşa ile Genç Osman’ın yanında çarpışan baş sancaktar elindeki sancakla ileriye fırlamış bir hamlede burca tırmanmıştı. Sancağı tam dikeceği sırada vurulmuştu. Sancaktar yavaş yavaş çöküyordu. Uğruna binlerce şehit veren sancağı, büyük gayret sarfetmesine rağmen düşmek üzereydi. Düşmemeliydi o sancak. Genç Osman’ın başı dönmüştü. Birden atını hendeğe sürdü ve uçarcasına kale bendini atladı, burçları tırmandı ve şehadet şerbetini içip özlediği mertebeye çıkan sancaktarın elinden sancağı kaptığı gibi en yüksek burca tırmanmaya başladı.

Oklar yağmur gibi üzerine yağıyordu, Genç Osman’ın bunlarla uğraşacak vakti yoktu. Hiç aldırmadan tırmanıyordu. Nihayet en yüksek burca ulaşınca sancağı dikti. Bağdad surlarının tepesinde dalgalanan sancağı bütün askerler görmüştü. İçlerinde yepyeni bir iman ve güçle yeniden hücuma başladılar. Fakat vücudu ile sancağa siper olan Genç Osman vurulmuştu. Vücudunun her yerine oklar saplanmıştı. Başında, göğsünde, sırtında kurşun yaralan açılmıştı. Fakat bütün benliğiyle yıkılmamak için savaşıyordu. İnsanüstü bir güçle ayakta duruyor, burçların tepesinde sancağın yanında dimdik bir abide gibi orduyu selamlıyordu. Murtaza Paşa Osman’ ın vurulduğunu görünce çılgına döndü. Vuruşa vuruşa bir hamlede kale bendine vardı ve O’nun yanına tırmandı. Sancağı elinden aldığında Genç Osman yere çöktü ve sancağı düşürmemenin hazzı ile tebessüm içinde şehadet şerbetini içti. Biraz sonra Anadolu Beylerbeyi Zor Murtaza Paşa da kalbinden vurularak Genç Osman’ın yanına yıkıldı. Bağdad burçları fethedilmişti. Sancak, uğruna şehit düşenlerin başına dikilmişti. Başına nöbetçiler dikildi. Bağdad Burçlarına sancağı diken Genç Osman asırlarca kalplerde yaşadı ve tarihe altın bir tablo bırakırken neyin, nerede, nasıl feda edileceğini tüm insanlığa göstermişti.

Kahramanlığa ve fazilete hasret insanımızın maddi cidarların etrafını çepeçevre sardığı hengâmede, nesline; ruh yüceliğini, kahramanlık duygusunu ve gerektiğinde inancı ve sancağı uğruna Genç Osman gibi şehid olma arzu ve iştiyakını uyandırma temennisiyle...



1985 Kasım 82. sayımızda yayınladığımız Y.Karaosmanoğlu'ııa ait "îbn Sina ve Eğitime Dair" yazıda kaynak olarak MuhÂterem hocamız Prof.Dr.Yahya Akyüz'ün Eğitim Fakültesi dergisi (cilt 15. sayı: 1) deki makalesinden istifade edilmiştir.
Başlık: Ynt: Genç Osmanlar Dünyasına Doğru
Gönderen: вαşκαп - Ekim 15, 2017, 03:50:31 ÖS
Emeğine Yüreğine Sağlık
Başlık: Ynt: Genç Osmanlar Dünyasına Doğru
Gönderen: Özgür Kız - Ekim 01, 2018, 11:17:36 ÖÖ
 eys