Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» Web Ailem Dostuk Sevgi Forumları »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Paylaşmak İstediklerim ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Şubat 27, 2014, 01:06:40 ÖS

Başlık: Geçmiş ve Gelecek
Gönderen: Fatih - Şubat 27, 2014, 01:06:40 ÖS
(http://www.sizinti.com.tr/images/konular/385/1.jpg)

Hiç şüphesiz bir topluma yapılacak kötülüklerin başında, o toplumu, bugünkü ve yarınki varlığının en hayatî kökleri sayılan mazideki değer ve dinamiklerinden koparmak gelir. Yıllar var ki milletimiz, hep böyle sinsi bir plânla karşı karşıya kaldı; hattâ ona o zenginlerden zengin tarihi unutturularak âdeta bu koskoca millet millî hafızadan mahrum bırakıldı. Aslında biz millet olarak, bu bölgede var olduğumuz günden itibaren eskilerden tevârüs ettiğimiz her şeye kendi boyamızı çalarak, onları yepyeni kıymetlere ulaştırdık ve tamamen kendimize mal ettik.

Üzerinde bulunduğumuz bu topraklar, çevremizde çağlayıp giden ırmaklar, dört bir yanımızda salınan ağaçlar, gönüllerimize ürpertiler salan mehîb zirveler, sımsıcak ve yumuşak ovalar-obalar ve her uğrayışımızda âdeta bir ahiret koyuna uğramış gibi bizi uhrevîleştiren mezarlar ve o mezarlar içinde ibretli bir sessizlikle yüzlerce seneden beri yatan ölüler o kadar bizimdir ve o kadar duygularımızla içli dışlıdır ki, onlarsız edemeyiz..aksine ne zaman onlardan uzak kalsak, ruhlarımızın ciddî bir "dâüssıla" ile sarsıldığını hisseder ve hemen onlara koşmak isteriz.

Evet biz, işte bu ölçüde gönüllerimize sinmiş bu topraklar üzerinde onun havası ile, suyu ile beslenerek yirmi birinci asrın sahillerine ulaştık. Biz, bu toprakların çocukları, mübarek tarihin mirasçıları ve torunları olmakla övündüğümüz ölülerimizin de dalları, sürgünleriyiz.

Bu itibarla da, o kendine has rengi, deseni, şivesiyle geçmişimize hayranlık duymamız ve onunla alâkalı yitirdiğimiz değerlerin hasretini çekmemiz gayet normaldir. Eğer gayri tabiî bir durum varsa, o da bu konudaki vurdumduymazlıktır. Mazi; şekil, keyfiyet ve öz bakımından bizim duygu ve düşüncelerimizin kaynağı, şimdiki mevcudiyetimizin kökü, yarınki bekamızın da esasıdır. Bu açıdan da o bizden ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın, her zaman bize bizden daha yakın olacak ve gönüllerimizin en mûtena yerinde hep bir sevgili gibi kendisini hissettirecektir. Eğer bugün millet olarak varlığımız söz konusu ise, bunu büyük ölçüde o şanlı geçmişe borçluyuz. Biz, onun o engin çağlayanları içinde aka aka durulmuş ve gökten inen yağmur damlalarına denk bir safvete ermiş; onun vadilerinde rötuşlana rötuşlana şekillenip kendimiz olmuş ve millet ruhunun en son basamağına ulaşmışızdır. Bu itibarla da, gelişip içinde kıvama erdiğimiz böyle bir zaman dilimine karşı lâkayt kalmamız, topraktan sökülüp atılan ve hava ile, su ile irtibatı kesilen bir filiz gibi kuruyup gitmemiz, hattâ yok olmamız demektir.

Ömürlerimiz vefa ettiği sürece biz böyle mübarek bir zaman dilimine karşı lâkayt kalmayacak, evet kuruyup gitmelere karşı hep maziye ve onun değerlerine sığınarak yaşama azmimizi bileyip geleceğe yürüyeceğiz. Bu bitmeyen yolculukta, geceler her zaman o füsunlu hâlleriyle; gündüzler mor, menekşe renkleriyle; çevremizdeki canlı-cansız nesneler kendi orijinleriyle; köylerimiz, kasabalarımız, şehirlerimiz, bizim duygu ve düşüncelerimizden fışkırıp çıkmış bize ait hususiyetleri ve hislerimize benzeyen çehreleriyle gönüllerimize sürekli geçmişi fısıldayacak ve ruhlarımıza bütün zamanları birden yaşama tılsımlarını üfleyeceklerdir..üfleyeceklerdir zîrâ geçmiş, bizim çocukluğumuzun beşiği, gençliğimizin altın çayırları, olgunluk dönemimizin silinmez izleri, ölülerimizin mezar şeklindeki otağları ve ümitlerimizin, emellerimizin masmavi ibrişimleri ile örülmüş, örülüp Cennet bahçelerine dönmüş bir sonsuz ülke ve bir sihirli diyardır. Evet, maziye her yönelişimizde onu, ruhlarımızı değişik ilhamlarla coşturan bir ilham meleği, gözlerimizin içine gülen Firdevs bahçeleri ve gönüllerimizi şahlandıran çok sesli bir mûsıkî gibi duyar; onun hem bugüne hem de yarınlara galebe çaldığını bir iç müşâhede ile hisseder ve hâlihazırdaki varlığımızın da, yarınki bekamızın da anilmerkez (merkezkaç) bir hareketin uzantıları olarak gidip ona dayandığını görür; ondan fışkıran hâlin ve ondan kaynaklanacak olan istikbalin o bereketli çağlayanları karşısında döner döner ona selâm durur ve yine de bir şey yapamamış olmanın ezikliği ile onu kalbin kadirşinaslığına emanet ederiz.

Bilhassa, üst üste inkisarların yaşandığı, yolların gidip bütün bütün sarpa sardığı, havanın kararıp ufukların sarardığı, ümitlerin sarsılıp iradelerin çatırdadığı, hizmetlerin, dikenli tarlalar ve çakıllı yollarda yürüme ölçüsünde zorlaştığı dönemlerde mazi o kadar sıcak, o kadar yumuşak, o kadar aydınlık, o kadar masum, o kadar diri ve o kadar kucaklayıcıdır ki; ona sığınınca birdenbire aşılmaz gibi görünen tepeler dümdüz, düzlükler de pürüzsüz hâle gelir; gelir de âdeta zindandan Firdevsî yamaçlara açılıyor gibi kendimizi rahat ve huzur içinde hissederiz. Dahası, onun içimize saldığı ümit kıvılcımlarıyla geleceği de öyle düşlemeye başlar, içinde bulunduğumuz durumu iki Cennet arasındaki bir berzahta yürüyor gibi görür ve geçilmesi gerekli olan bir köprüden daha fazla önem de atfetmeyiz. Böylece, realitede yitirdiğimiz şeyleri bir ölçüde imanlarımızda, ümitlerimizde, duygularımızda, düşüncelerimizde dipdiri olarak bulur ve Cehennem gibi durumlarda dahi sürekli "berd ü selâm" yaşarız.

Bir iki asır var ki, bazıları kendilerini, temelleri olmayan muhayyel bir geleceğin visal duygularına salarak, nice mânâ köklerimizi harap ettiler. Uğrunda onca günaha girdikleri o hayalî âtî, onların vehmettikleri şartlar içinde hiçbir zaman gerçekleşmedi; daha sonra nasıl gerçekleşeceği, hangi kriterlere göre gerçekleştirileceği ve hangi sabitelerle doğrulanacağı da belli değildi.

Oysaki, yaşanmış bir mazi, maddî, mânevî bütün dinamikleriyle esas alınarak geleceğin ona göre imar edilip şekillendirilmesinde bu belirsizliklerin hiçbirisi söz konusu değildir; değildir, zîrâ her şeyden evvel böyle bir kabulde bir ruh ve mânâ kökü, bir kültür ve medeniyet temâdîsi bahis mevzuudur. Dün, millî varlığımıza esas teşkil eden dinamikler, yarınki varlığımız konusunda da bize ışık tutacak, ümitlerimize fer verecek, iradelerimizi güçlendirecek ve her zaman bizi şahlandıracaktır. Aksine, şanlı geçmişimize ve ona hayat bahşeden kaynaklara gözlerimizi kapadığımız takdirde zamanın yüksek debili seylâpları ve hâdiselerin amansız dalgaları karşısında her zaman zaafa düşüp sarsılmamız ve önü alınmayan bozgunlar yaşamamız kaçınılmazdır.

Hâlbuki mazi, bizim hatıralarımızda hep taze, hep pırıl pırıl ve hep güzeldir. Elbette ki bunda, onun içinde olmayışımızın, o günkü insanlarla aynı şeyleri paylaşmayışımızın tesiri büyüktür. Ama bir küll hâlinde mazi, bu kabil psikolojik mülâhazaların çok üstünde hep bir nezahetin, bir safvetin remzi ve unvanı olagelmiştir. Bundan sonra da ne o günkü muvakkat ve dar zeminli mesâvî, ne de bazı miyop bakışlı insanların yorumları onun renklerini solduramayacak, o derin ve duru kaynağı bulandıramayacak ve hiçbir güç onu yerinden oynatamayacaktır.

Şimdi eğer bizim şu içinde bulunduğumuz dönemdeki düşünce tarzımız, bu sağlam zemin üzerine oturtulamamış ve ona böyle sağlam bir zeminde geleceğe açılma imkânı sağlanamamışsa, her şey, gece ve gündüzlerin değişmesi, yaz ve kışların dönüp durmasıyla sürekli sarsılacak; doğanların yaşlanması, yaşlıların ölmesi, yeşilliklerin sararıp solması, baharların hazanın pençesinde inlemesi ve lezzetlerin acılaşıp elemlerin azgınlaşması misillü, toplumun ruh safveti de bozulacak, millet ruhu kozmopolitizme esir düşecek, renkler birbirine karışacak ve bütün değerler altüst olacaktır. Böyle bir durumda ise, bütün aşkların, muhabbetlerin sönmesi, insanî alâka ve irtibatların gevşemesi, içtimaî ızdırapların artması ve sarsıntıları sarsıntıların takip etmesi kaçınılmazdır.

Mâzi, tıpkı bir Kutup Yıldızı gibi hep yerinde duran güçlü bir referanstır. Evet, her şeyin değişip durmasına karşılık o hep yerinde durur, başkalarına yol gösterir ve izâfîliğin gerçeğe en yakın bir yanını temsil eder. Öyle ki o, her zaman merkezî bir nakış gibi yöresindeki bütün atkılara açık bulunur; uzak-yakın bütün tâlî nakışçıklar ise belli münasebetlerle onunla irtibatlanır ve onun ruh ve mânâsına göre şekillenirler. Bu açıdan mazi, temel esprisi itibarıyla zaman üstü bir muhtevaya sahip bir öz ve bir aslî cevher gibidir. Bu öze ve bu cevhere sahip çıkabilen milletler, onu yerinde kullanabilen kimyager uzmanlara ve cevherfürûşân sarraflara benzerler ki; asırlar ve asırlar boyu, din, ahlâk, kültür, sanat ve millî seciye gibi hayatî unsurlar hazinesinden, bugünleri ve yarınları adına akla hayale gelmedik en nadide eserler meydana getirir ve başkalarına göre yok sayılan bir zeminde hep varlık cilvesi gösterirler.. gösterir, itibarî ve izafî nesneleri hakikî kıymetlere ulaştırır, azı çoğaltır, darı genişletir, tabiî görüneni fevkalâdeliklere yükseltir ve sınırlı şeyleri sınırsız hâle getirirler. Hattâ bunca tahribata rağmen biz bile, ne zaman ağzımızı açıp da "mazi" desek, sihirli bir kelime söylemiş gibi, tasavvur ufkumuza dünya kadar kapı aralanır ve âdeta bir büyü bizi çok sıkıldığımız bir zeminden, tahayyülleri aşkın ferahfeza bir iklime çıkarır ve geleceğin o dolgun, taşkın esintileriyle, düşünce ufkumuza yeni yeni renkler katarak, iç dünyamızda bize ne "ba'sü ba'delmevt"ler yaşatırlar; yaşatır da, bu kelimenin çağrıştırdığı şeylerle kendimizi her yerde rahatlıkla uçan bir balonla, bir zirveden diğer bir zirveye uçarak geçiyor sanırız. Bu mülâhaza ile de, geçmişi, içinde neş'et ettiğimiz bir dünya, geleceği de yeni bir dirilişle başlayacak olan ukba gibi düşünür ve her zaman gönüllerimizde Cennetlerin füsununu duyarız.
Başlık: Ynt: Geçmiş ve Gelecek
Gönderen: Kuskün Çiçek - Şubat 24, 2017, 08:19:38 ÖS
 eys bravoo bravoo
Başlık: Ynt: Geçmiş ve Gelecek
Gönderen: Özgür Kız - Eylül 29, 2018, 04:02:11 ÖS
 eys