Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» Web Ailem Dostuk Sevgi Forumları »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Paylaşmak İstediklerim ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Şubat 27, 2014, 01:13:01 ÖS

Başlık: Gönül Sultanlığına Doğru
Gönderen: Fatih - Şubat 27, 2014, 01:13:01 ÖS
(http://www.sizinti.com.tr/images/konular/368/1.jpg)

Geçmişten günümüze birçok millet, dünyanın değişik yerlerinde, bazen de birer muvazene unsuru olarak değişik toplumları idare ede geldi. Yeni bir dünya görüşü, yeni bir medeniyet dekoru ve kültür dokusuyla kim bilir ortaya çıkacak daha niceleri var.! Roma, Mısır, Yunan, Çin, Hindistan ve değişik medeniyetlere beşik olması itibarıyla da Türkistan bu genel dantelâda önemli birer nakış teşkil etmişlerdir. İslâm'ın asırlar boyu birkaç kıtada muvazene unsuru olarak üstün temsili ise hususiyet arz eden ayrı bir derinlik...

Bugüne kadar görüle gelen bütün bu tarihî zirveleşmeler hepsi birden ve aynı zaman dilimi içinde gerçekleşmemiştir. Arz fiziğinde de görüldüğü gibi, yer yer zirveler ova ve obalarla ya da deniz yataklarıyla; derin çukurlar da dağ ve tepelerle yer değiştirip durmuş.. bir bir tarih sahnesine çıkanlar, bir bir silinip gitmiş.. gidenleri arkadan gelenler takip etmiş.. ve sürekli bir tarihî tekerrürler devr-i dâimi yaşanmıştır. Evet, zaman bir sel gibi akıp giderken bazılarına ikbal buketleri sunmuş, bazılarına da idbar mühürleri basıp geçmiştir. Bu açıdan da aynı zaman dilimini paylaşan milletlerin bazıları zirveden zirveye koşarken, bazıları da çukurlarda bile başlarını sokacak bir yer bulamamışlardır. Bu itibarladır ki bütün bir Orta Çağ, her millet için karanlık sayılamayacağı gibi, içinde bulunduğumuz şu bilgi ve teknoloji asrı da her toplum için aydınlık sayılamaz.

Evet, tarihî tekerrürler devr-i dâimi hep ayniyet ölçüsünde bir benzerlikle cereyan edip durmuş; zirveleşmeler bir orada-bir burada, bir o çağda-bir bu çağda ortaya çıkmış.. ne yükselişler ne de düşüşler hiçbir zaman aynı kıtada, aynı anda yaşanmamıştır. Aslında bugün de çok fazla değişen bir şey olduğu söylenemez. Yirmi birinci asra girerken, dünyanın bazı yerlerinde, yaşadığı çağı aşmış bazı milletler, bir ayağı ayda, bir ayağı bilmem hangi gezegenin çevresinde baş döndüren bir farklılık sergilerken, arzın karanlık kalmış bazı bölgelerinde ise, dünya kadar tâli'siz hâlâ birkaç bin sene önceki bedevîlik ve sefaletin pençesinde inim inim... Bundan sonra da, medeniyetler ne kadar yaygınlaşırsa yaygınlaşsın, teknoloji ne ölçüde gelişirse gelişsin, bazı kıtalar yoğun bir beyin göçüyle mâmur ve müterakki hâle gelirken bazıları da beyin firarıyla sarsıntılar yaşayacak; bazı bölgeler devletler muvazenesinin idare merkezi gibi yeryüzünde devamlı herkese ve her şeye müdahale ederken bazıları da sürekli müdahaleler ile hep sürüm sürüm yaşayacaklardır.

Eğer bir muhalif rüzgâr esmez ve bugüne kadar kazanılan şeyler de şöyle veya böyle çar-çur edilmezse, bir yakın gelecekte, bizim insanımızın, hususiyle de onun içindeki genç nesillerin, iki bin yılı sonrasının hâkim düşünceleri hâline geleceğinde şüphe edilmemelidir. Evet, daha şimdiden, son birkaç asırlık kendi mağduriyet, mahkûmiyet ve mazlûmiyetinden öç almak üzere tam bir metafizik gerilim içine girmiş bugünün yoldaki nesilleri, iki bin yıllarının ötesinde ve toplumun hemen bütün katmanlarında, çok ciddi yenilenmelerin gerçekleştirileceğine dair önemli mesajlar sunmakta. Mevsimi gelince, her biri potansiyel birer güç olan iman, azim, kararlılık, hakikat aşkı ve sistemli düşünce, bir bir semerelerini verecek ve bize, hayatı bütün üniteleriyle kucaklayan birkaç "ba'sü ba'del mevt"i birden yaşatacaklardır.

İnsanlık tarihi kadar eski ve onun kaderinin ak yazısı sayılan böyle bir "ba'sü ba'del mevt"i günümüzde, biraz da bugünkü insanların düşünce ve kültür seviyeleri, insanî derinlikleri ve metafizik enginlikleri belirleyecektir. Yirmi birinci asra doğru gelirken çağımız, sürekli bir yorgunluk, bir tedirginlik, bir endişe ve bir çöküş sath-ı mâilinde oldu. Böyle bir durum, bazı kimseleri ümitsizliğe, inkisara sevk etse de, bütün bütün karanlığa teslim olmamış kimselerde, vicdanlarının hürriyeti, düşüncelerinin safveti ölçüsünde millî gayret ve samimiyet hislerini uyardı; uyardı ve dehâya denk pek çok istidâdın yetişmesine vesile teşkil etti. Hususiyle de üçüncü dünya ülkelerinde âdeta, bir Sûr sesi gibi müessir oldu ve art arda değişik dirilişleri gündeme getirdi. Bu itibarla da bu ifritten asır, hem bugüne kadar hiç görülmemiş fenalıklara dâyelik yaptı, hem de bizim gibi milletlere âdeta bir amûdî yükseliş rampası ve bir açılım rıhtımı vazifesi gördü.

Şimdi bize düşen tek şey, ciddi bir sorumluluk duygusuyla, kendimiz olarak ve vakit fevt etmeden devletler muvazenesindeki yerimize koşmak olmalıdır. Zaten böyle bir hedef söz konusu olmadığı takdirde, bu mevcut hâlimizle değil ilerlemek, yarınlara ulaşmamız dahi mümkün değildir.. evet, bugün bizim için iki alternatiften biri söz konusudur; ya ölesiye gayret ve dirilme; ya da kendimizi rahata, rehâvete salarak bir ebedî ölüme teslim olma!..

Kur'ân-ı Kerim, böyle bir olma veya ölmeyi sık sık nazara vererek bize hep kendimizi yenilemeyi ve taze kalmayı salıklar: "... O dilerse sizi alır götürür ve yerinize yepyeni bir halk getirir." (İbrahim, 14/19) " ... O dilerse sizi yok eder ve yerinize ter ü taze başka bir halk getirir." (Fâtır, 35/16) "... Eğer (O'ndan) yüz çevirirseniz, sizi, sizin gibi olmayacak bir toplumla değiştirir." (Muhammed, 47/38) Bu çizgide şeref-nüzul olmuş daha pek çok âyet vardır ama, bir fikir vermesi bakımından bu kadarı yeter zannediyorum.

Bu âyetlerde, "alınıp götürülecek" diye anlatılan kimselerin, kendini yenileyememiş, taze kalmayı başaramamış, mü'min olmanın hakkını eda edememiş ve iç dünyasında karbonlaşmış ölü ruhlar ve üçüncü dünya insanları -Allah'a imanlarının ifade ettiği mânâ mahfuz- olma ihtimali kavîdir. Getirilecek kimselere gelince, onlar da birkaç asırdan beri bu mahzunlar ve mağmumlar dünyasında bilene bilene metafizik gerilimini tamamlamış; bugüne kadar küçümsenen ve hor görülen bizim insanımızı değerler üstü değerlere yükseltmeye namzet olan "nesl-i cedit" ve bütün bir kudsîler ordusudur.

Bugüne kadar batı, kendi dinî değerlerini ve Hazreti Mesih'in tavsiyelerini kulak ardı ederek her kıt'aya savaş, kölelik ve sömürü götürdü, götürdü ve dünyanın çehresini kararttı. Şu anda o, insanların gönlünde yıkıp harabeye çevirdiği bir mânevî dünyanın enkazı arasında hep korkulu rüyalar görüyor ve her yerde uyanan akl-ı selim ve hür düşünce karşısında telaş içinde ve endişeli.. dahası işin neresinde hata ettiğini tam kestiremediğinden fevkalâde çaresiz, olabildiğine sarsık ve tepesine inmeye hazırlanan kendi kamuoyunun muhtemel yumrukları karşısında tir tir... O, bu ölçüde acınacak bir durumda olsun dönüp kendini gözden geçireceğine; insanları lükse, sefahate ve cismânî zevklere iterek, sırf bugünün kaoslarından sıyrılabilme adına tedâfüî bir mücadele vermekte.

Gerçi bu dünya, yer yer bilim ve teknolojideki başarılarıyla tatmin olmayı denemekte ve zaman zaman da servet ve konforla teselli olmaya çalışmakta ama, bunların hiçbirinin kalıcı bir mutluluk vaadetmediği ve insanoğlunun ebed arzusuna cevap veremediği de açıktır. Bu itibarla da o, çare diye ele aldığı hemen her şeyiyle insanlığın ümit ufkunu biraz daha karartmakta ve ruhî sefaletlerine yeni sefaletler katmaktadır.

Şimdi o, çıkış noktası itibarıyla, işlediği büyük yanlışlığın toplum hayatında hâsıl ettiği boşluklara, bunalımlara karşı ilimle, teknolojiyle övüne dursun, zevk u safâ ile kendini avutmaya çalışsın veya gözü fezanın derinliklerinde, gönlünde kaybettiği ruhu, mânâyı başka vadilerde arama yolunda ömrünü tüketsin; biz bir iki nesil var ki şimdiye kadar olanlardan çok daha hızlı ve sistemli bir şekilde kendi ruhumuza dönüş heyecanını yaşamaktayız. Evet, bugüne kadar hemen her zaman maddeye, makineye sığınan ve her şeyi cismânî kriterlerle tartıp değerlendiren bizim insanımız, bir iki asırdan beri âzat kabul etmez kölesi bulunduğu tabularından üst üste yediği tokatlarla kısmen dahi olsa uyandı ve kendini bir tarihî geçiş anının kurbanı olarak görmeye başladı.. başladı ve bugünkü durumu ile özü arasındaki uçurumları, gayret, samimiyet, muhasebe duygusu ve gözyaşlarıyla doldurması gerektiğine inanarak "azim, tevekkül ve sebat" deyip yollara döküldü. Artık o, yollar bitse de yolculuğun bitmeyeceği bu vetirede "seyahat yâ Rasulallah!" deyip ebedlere kadar yürüyecektir. Bu yolda onun ruhunun olmazsa olmaz güç kaynağı; iman gerçeğini yeniden keşfedip vicdanen duyması, iradesini Hakk'a kullukla besleyip sürekli hayır eğilimlerine açık kalması ve her gün biraz daha artan ihsan şuurunun derinleşmesiyle "Lî maallahi vaktün-Benim Allah'la hususî bir hâlim var" hakikatini duyup her zaman ötelerle irtibatlı ve derin bir metafizik ufkuna sahip olmasıdır. İşte böyle bir mânevî donanımda başarılı olunabildiği takdirde, bugün dünyanın dört bir yanına hem de bir ibadet neşvesi içinde saçılan tohumlar, mevsimi gelince mutlaka bahar nâralarıyla hayata koşacak ve bu mağmumlar topluluğuna birkaç gül devrini birden yaşatacaklardır.

Evet, bugünkü nesillerin yetiştirilmesinde en önemli hususlar; onlarda sistemli bir tefekkür azmi uyararak, onların kendi iç dünyalarıyla varlık arasında gelip-gitmelerini, âfâk ve enfüsü bir kitap gibi mütalâa etmeyi öğreterek, onlara inanmayı, bilmeyi, araştırmayı, düşünmeyi sevdirmektir. Bu geniş mülâhazayı bir kısım sesler, sözler ve resimlerle onların idrak ufkuna sunmak ve onları cismâniyet ve bedenin dar mahbesinden kurtararak daha engin âlemlerle temasa geçmelerini temin etmek.. temin edip onların ruhlarındaki kirleri, kasvetleri gidererek, beşerî ufuk ötesi müştak gönüllerine insanî tabiatlarının en nazlı, en füsunlu beklentilerini arz etmek, onlara bir yeniden varoluş müjdesi yerine geçecektir. Zaten, imanla, marifetle, muhabbetle arınıp hiffet kazanmayan ruhların böyle ufuk ötesi semalarda pervaz etmesi de kat'iyen söz konusu değildir. Ufuk ötesi semalarda pervaz etmek bir yana, böyle aç ruhlar, her zaman dünyevî ihtiraslara bulaşır durur.. gönülleri sürekli kinlerle, nefretlerle dolar taşar.. ruh sistemleri nefis mekanizmasının eline geçer.. ve artık sadece yer-içer, yatar-kalkar ve hep bedenin âzat kabul etmez kulları gibi davranırlar.

Aslında, imanın da, marifetin de, ilâhî alâkanın da insan ruhuna kazandırdığı biricik hakikat sevgidir. Bunların alıp götürdükleri ise, kinler, nefretler ve zaaflardır.. evet, iman, marifet ve sevgi, insanı bütün varlıkla birleştirir.. ve aynı zamanda onu kesretin ızdırap ve acılarından kurtararak kendi iç dünyasındaki yalnızlığını, vahşetini, Hak'la beraberliğin iksirleriyle erittirip ona yaşadığı hayatı kâse kâse bir zevk gibi sunar.

İşte böyle bir donanımla yarınlara açılan nesiller, dünyanın dört bir yanına göçler tertip ederek, derin bir aşk, engin bir şevk içinde ve tabiî herhangi bir karşılık ve çıkar düşüncesine kapılmadan, şöhret ve ikbal mülâhazalarına da bütün bütün kapanıp, topyekûn insanlığı insanî kemalâta yükseltmek için, en ağır şartlara katlanacak, en ağır işlerde koşacak, sonra da arkalarına bakmadan çekip gideceklerdir. Bunlar, gittikleri yerlerde din demeseler, diyaneti ağızlarına almasalar da, davranışlardan taşan saygı ve haşyet bütün gözlere ve gönüllere onların ruh boyalarını çalacak.. ve temasa geçtikleri herkes onlar sayesinde maddenin dar buudlu nisbî gerçeklerine bedel, mânânın o engin, zengin ufuklarına açılarak, aynı dünyanın içinde tasavvurları aşkın genişliklere ulaşacak ve ifadesi imkânsız sultanlıklara ereceklerdir.
Başlık: Ynt: Gönül Sultanlığına Doğru
Gönderen: Kuskün Çiçek - Şubat 24, 2017, 08:06:16 ÖS
 eys bravoo bravoo