Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» Web Ailem Dostuk Sevgi Forumları »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Paylaşmak İstediklerim ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Şubat 27, 2014, 01:37:12 ÖS

Başlık: Mefkûre İnsanı
Gönderen: Fatih - Şubat 27, 2014, 01:37:12 ÖS
(http://www.sizinti.com.tr/images/konular/237/386.jpg)

Çağın insanı, gayesizliğin, mefkûresizliğin kurbanı olmuştur.O bazen mefkûresizliğiyle iradesinin üzerine yatarak olduğu yerde kokuşmuş kalmış; bazen de iradi olma adına etrafını yakıp yıkmış, bir anarşist, bir nihilist gibi davranmıştır. Doğrusu o, durgunlaşınca içten içe kendini yeyip bitirmiş, harekete geçince de din, diyanet, ahlak ve adalet gibi değerleri yıkıp yerle bir etmiştir.. evet, onun kabuğuna çekilip münzevileşmesi de sosyal çevre ile münasebete geçmesi de hep bir problem olmuştur.

Bu midesi aktif, beyni pasif, hisleri sürekli galeyanda ve kalbinin mevcudiyetinden habersiz cismani varlığın, gündelik dedikodu dışında kalıcı, ruhlara inşirah verici ve onu geleceğe taşıyıcı kayda değer hiçbir yanı, hiçbir düşüncesi, hiçbir tavrı ve hiçbir projesi yoktur. Zayıf olduğu zaman her şeyi suskunlukla geçiştirir. Güçlendiği zaman da değişik tahrip yollarıyla kendini ifade etmeye çalışır; yer yer hazanla savrulan yapraklar gibi esintilere göre şurada-burada sürüklenir durur, zaman zaman da çer çöp gibi sıkışıp kaldığı yerde gelen üzerinden geçer-giden üzerinden geçer.

Yıllar var ki bu meş’ûm hava adeta insanımızın tabiatı haline geldi. Evet o, duygusunda, düşüncesinde ve gaye-i hayalinde daralıp, büzüşüp dar bir fanusun içine girmeye razı olduğu günden beri ya aşağılık komplekslerine kapıldı ya da hezeyanlarla boşalmaya çalıştı.. ve her iki durumda da milli karakteriyle savaşıp durdu. Maalesef şimdilerde de bu savaş, daha farklı bir buudda bütün hızıyla devam ediyor. Düşünün ki âlem, yeni bir çağ mülahazasıyla projeden projeye koşarken biz büyük ölçüde hala birbirini takip eden buhran fasit daireleri (kısır döngüler) içinde kıvranıp duruyoruz. Düşüncelerimiz dağınık, duygularımız süfli davranışlarımız tutarsız, yüreklerimiz de merhametsiz.. yığınlar manasız gelgitlerin ağında birer oyuncak, toplum her gün ayrı bir mihrap peşinde ve rehberler de gaflet içinde. Öyle ki hangi müesseseye bir göz atsanız, içten içe kaynadığını görür ve ürperirsiniz. Evet, bir düşünce hayatını ya da ahlakı, kültürü, sanatı, siyaseti, iktisadi, hukuku içiniz burkulmadan seyredemezsiniz.

Bir dönemde, bizimle aynı kaderi paylaşmış, aynı mazlûmiyet ve mağduriyetleri yaşamış çevremizdeki toplumlar da, bize özeniyormuşçasına, her türlü mesâvîde adeta bizimle atbaşı.. hatta bazı olumsuzluklarda fersah fersah bizim önümüzde oldukları bile söylenebilir. İçten içe birbirini yemeler, sürekli harb u darp, peşi peşine ihtilaller, her zaman kuvvetin hak üzerindeki hakimiyeti ve şuursuzca taklit bu koskoca dünyanın adeta alın yazısı. Zaten, kartalların yenik düştüğü bir mücadelede serçelerden başka birşey de beklenemezdi.

Böyle iç içe sadmelerle sürekli sarsılan, sarsıldıkça her gün biraz daha su alan millet gemisini onarıp uzun seferlere hazırlamak için bugüne kadar inanç, azim ve ümidini koruyabilmiş yüksek mefkûreli, uzun soluklu, yaşamasını yaşatmaya bağlamış ve maddi-manevi füyuzât his[erinden fedakarlıkta bulunabilecek babayiğitlere ihtiyaç var., birkaç asırdan beri dünyanın üzerine çöken değişik dalga boyundaki tazyikleri, farklı görünümdeki baskıları parçalayıp dağıtacak, hiç olmazsa yumuşatıp hafifletebilecek polat iradeli babayiğitlere. Kendi kurtuluşlarını kurtarmaya bağlayan, ikbal ve geleceklerini başkalarının mutluluğu adına toprak gibi ayaklar altına serebilen; hava gibi herkesin demine-damarına karışıp, her bünyede kan gibi deveran edip duran; su gibi hasret ve hararetlerin üzerinde çağlayıp her yana hayat üfleyen; sonra da bütün hareketlerini ruhunun derinliklerinde mefkûreleştirebildiği bir mes’uliyete bağlayan; ferdi sorumluluk sınırlarını aşkın bir merhamet iradesi ve bütün insanlığı kucaklayacak enginlikte bir şefkatle bize yitirdiğimiz ruh ve manayı kazandırmaya çalışan; çalışıp son bir kere daha bize insani muhtevamızı hatırlatan bu yüksek idealler sayesinde öyle zannediyorum ki bütün insanlığın yüzü gülecek, şu birkaç asırlık muzdariplerin ızdırapları dinecek ve belki de dünya yeniden bir kez daha mihverine oturacaktır.. tabii bu arada, bunca zamandır mefkûresiz yaşayan avare ruhlara da birer örnek teşkil edeceklerdir.

Zaten, insanların müşterek kaderi de, onlara ayrı kalma, ayrı yaşama fırsatını vermeyecek şekilde bir program ihtiva etmektedir. Biz, gözlerimizi yumup kulaklarımızı tıkasak da hadiseler, aramızdaki pek çok müşterek noktayı değişik yollarla kafamızın içine sokarak bizi, münferit hislerden daha çok müşterek lezzet ve elemler atmosferine çekip vicdanlarımıza içtimailiğimizi hatırlatmakta. Zira bizim her hareketimiz, şöyle veya böyle herkesi alakadar ettiği gibi, âlemin en ücra bir köşesinde meydana gelen herhangi bir hadise de bizi alakadar etmektedir. Böyle bir iç içelik, biraz da insanın insan olmasından, onun duygularından, düşüncelerinden ve uzak-yakın çevresinde cereyan eden hadiselerin müşterek tesirinden, sözün özü başkalarıyla beraber yaşama kaderinden ve paylaşma konumunda yaratılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Aslında insanoğlu, fıtratının bu ölçüde cebri beraberliğe programlandığı sırrını kavrayabilse, kaderin hükmünü de yanına alarak daha hızlı hareket edebilir. Ayrıca o, niyet ve iradesiyle kendini bu tabii akışa saldığı takdirde, tabiiliğe akli, mantıki ve iradi bir derinlik de kazandırarak, bir yandan insan olma esprisini ortaya koyarken, diğer yandan da dileme ve niyet etme sevabını elde edecek ve iradesini kendi ebedileşme mefkûresini çözen bir anahtar haline getirecektir.

Onun içindir ki, ‘ebed-müddet” var olmayı düşünen herkes, mutlaka başkalarını da kurtarıp kucaklamayı ülkü edinmelidir ki, ebediyet yolunda kurtarıp kucakladığı herkes tarafından da kucaklanabilsin. Bunun aksine, kendi kurtuluşlarını başkalarını yıkma üzerine bina eden bencil, haris ve merhametsiz ruhlar, sevmedikleri gibi sevilmemişler ve her kesim tarafından istiskal edilegelmişlerdir. Ayrıca, yararlı insanın yararı herkesten evvel kendine, zararlı insanın zararı da kendinedir. Tabiatında yararlı olma cevheri bulunan bir insan, tabiat ve karakterini sergileyip gönlünün diliyle kendini ifade ettiği her yerde, granitler gibi en sert gönüllerde bile taht kurabilmiş ve herkesin ‘vird-i zebânı’ olagelmiştir.

Bencil, hırslı, kindar, merhametsiz davranan ve kendi varlığını sürdürme adına, yarasalar gibi hep harabeleri kollayan muhteris kimseler, hep ferdi dünyalarının dar mahbesinde kalmış ve müşterek bir dünyanın enginliğini hiçbir zaman duyamamışlardır. Hatta onlar o kendi daracık âlemlerinde bile asla huzur içinde olamamışlardır. Kalb ve vicdanlarında her zaman kaybeden bu insanlar, herşeyden evvel kendi içlerinde insan olma değerlerini kurutmuş ve kalblerini öldürmüşlerdir.

Evet, sadece kendilerini düşünüp başka herkese karşı kapalı yaşayan bu kimseler, birer miskinlik örneği ve ölüm-hayat arası sürüm sürüm öyle canlı cenazelerdir ki, ne hayatın sıcaklığını duyabilirler ne de yaşatmanın hararetini.

Gerçek hayat, bugünün ve yarının insanları düşünülerek planlanan ve onlar için yaşama gayesiyle mefkûrelendirilen hayattır. İşte baştan sona kadar hayatın her basamağına hâkim olan böyle bir şuur, bir idrak, bir his, hakiki insan olma karakterinin tam resmi ve hadd-i tâmmıdır. Bu öyle bir resimdir ki, firasetle ona bakabilen herkes, bu fotoğrafın arkasında bütün bir varlıkla ne derin ve ne sıcak bir alakanın bulunduğunu rahatlıkla görebilir. Bu resimde, insan, hem kendine hem de başkalarına kalb gözüyle bakar ve bakıp gördüklerini de vicdanın kadirşinaslığı ile değerlendirir. İşte insan böyle bir bakış zaviyesi sayesinde, kendi iç dünyasını daha iyi temâşâ ettiği gibi, aynı menşurla çevresini de daha yakından görüp tanıma imkanını yakalar ve herkesi, her şeyi daha mülâyim, daha yumuşak ve daha sıcak bulur. Ne var ki, böyle bir iç derinlik, hemen birdenbire elde edilemez. O, vicdanlarımızın derinliklerinde uzun bir mayalanma döneminden sonra ortaya çıkan bir merhamet tezahürü ve gönlün dilinden bir insani çağrıdır. Bu çağrı, gönül adamının vicdanından fışkırır, her yana kendi boyasını çalar ve zamanla da her şeyi kendi diliyle konuşturmaya başlar. O doğrudan doğruya kalbten yükseldiği içinde dıştaki şerarelerden ve şurada-burada havayı kirleten parazitlerden de asla müteessir olmaz.

Göklerde ve yerde hüsn-ü kabule açık, iman esaslı, ihsan derinlikli bu çağrıya, bir gün bütün ruhanilerin saygıyla yöneleceği, gök kapıları aralanarak ona iltifat ve teveccühlerin yağacağı muhakkaktır. İşte esas o zaman bütün gönüller merhametle atacak, merhametle düşünecek, merhametle konuşacak, merhametle davranacak ve bütün varlığı merhametle kucaklayacaktır.. ve zannediyorum, yeryüzü, bu ölçüde bir merhametin pırıl pırıl aynası haline geldiği işte o gün bizler de, hayatı daha içten sevecek, sevdirecek ve başkalarına ebedileşme yollarını gösterme uğrunda nefsimize ait hasis şeylerden bütün bütün sıyrılarak, vicdanın müşahede ufkuyla hem kendimizi hem de bizim dışımızdakileri daha farklı görebilme zaviyesini yakalamış olacağız; yakalamış olacak ve sadece yapabileceğimiz iyilik ve güzellik düşüncesiyle yetinmeyip, elimizden gelmeyen iyiliklere, güzelliklere de ulaşmaya çalışacak ve bu konuda sürekli erilmez zirvelerin hülyalarıyla oturup-kalkacağız. Ulaşılmazlar ulaşılır hale gelince “tahdis-i nimet”le gürleyecek; tâkatimizin sınırlarını zorlayan aşkın mefkûreler karşısında da hep ümitten soluklarımızı imanla kanatlandırarak aktif bekleyiş içinde olacağız.

Her halde iyilik aşkıyla kendi sınırlarını zorlayan böyle bir ruhi seviye, insanın en derin yanı ve kayda değer en engin yönü olsa gerek. O, bu yanı ve bu yönüyle Hak katında da, halk katında da değerler üstü değerlere ulaşacaktır ki, işte onun “ahsen-i takvim”e mazhariyeti de bu derinliği itibarıyladır. Bu ölçüde, Allah ile iyi münasebetin neticesi olarak herkese karşı duyulan böyle bir alaka, ferdiyet planında bir mefkûre; “beni şehid eyle, milletimi aziz eyle” sözleriyle seslendirilen düşünce yüksek bir milli mefkûre; “milletimin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım” ifadeleriyle dile getirilen civanmertlik aşkın bir mefkûre; hayatına kastedenlere karşı; “Allahım ümmetimi bağışla, onlar beni bilmiyorlar” kelimeleriyle ifade edilen âlemşümul şefkat ise mes’uliyet eksenli, merhamet derinlikli kuşatan bir mefkûredir.

Kanaatimce, toplumumuzun şimdilerde, şuna-buna değil, bu ölçüde mefkûre kahramanlarına ihtiyacı var. Önce kendi milletimize, sonra da bütün bir insanlığa merhamet duygusuyla ellerini uzatabilen ve ellerini Rabbine her kaldırışında başkalarını dileyen mefkûre kahramanlarına. Böyle büyük bir ihtiyacı başkaları karşılayamayacağına göre, konumumuzun gereği kendi içimizden başlayarak onu seslendirmek de yine bize kalıyor.
Başlık: Ynt: Mefkûre İnsanı
Gönderen: Kuskün Çiçek - Şubat 24, 2017, 08:32:09 ÖS
 eys bravoo bravoo
Başlık: Ynt: Mefkûre İnsanı
Gönderen: Özgür Kız - Eylül 30, 2018, 11:04:56 ÖÖ
 eys