Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» Web Ailem Dostuk Sevgi Forumları »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Paylaşmak İstediklerim ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Şubat 27, 2014, 01:38:27 ÖS

Başlık: Zıtlıklar Arenası
Gönderen: Fatih - Şubat 27, 2014, 01:38:27 ÖS
(http://www.sizinti.com.tr/images/konular/233/194.jpg)

Yıllar var ki, toplum olarak pek çok garip oluşumun hem “fasit” hem de “sâlih" dairelerini birden yaşıyoruz. Bir yandan geçmişteki inkırazlara rahmet okutturacak kadar büyük çöküşlerin en ürperticileriyle künde künde üstüne devriliyor ve milli, ahlâki, ruhi temellerimizi, mana köklerimizi kendi ellerimizle tahrip ederek bir yerlere varacağımızı sanıyor; diğer yandan da, değişik şafak emareleri aydınlığında ve ümitlerimizin ufkunda her şeyi bir sabah neşvesi, bir bahar canlılığı içinde duyuyor ve iç içe zıtları beraber yaşıyoruz.

Evet, günümüzün baş döndürücü teknolojisi ve onun vaat ettiği lüks ve müreffeh hayata koşan çağımız, sadece geçmişten tevârüs ettiğimiz değerleri devirmekle kalmadı; kararlı bir tahrip duygusu - buna sosyal hezeyan demek daha uygun olur zannediyorum- ve vefasızlık hissiyle şanlı mazimizden bize intikal eden topyekun inanç sistemimize, an’ane ve geleneklerimize, milli ve dini dinamiklerimize karşı da apaçık bir savaş ilan etti; etti ve millet ruhunu hem Allah’ından, hem Peygamberinden hem de tarihinden kopararak, ona ne hicranlı, ne hicranlı yıllar yaşattılar. Bu arada pek çok toy düşünce yeni bir kimlik hummasıyla hezeyandan hezeyana koşadursun, bir hayli kimse de bir hiç uğruna harâb olup türâb olup gitti. Bu dönemde her gün yeni bir kıble arayışı, her sabah yeni bir mihraba yöneliş adeta milletimizin kaderi oldu… kitleler tabular arası gel-gitlerin şaşkını bir oraya koşarak, bir buraya koşarak ömürlerini hiçler arkasında tüketti ve aylar, yıllar heder olup hiçliğe döküldü. Bu arada ailenin, geleneksel o mukaddes haziresi, hem de bir fantezi uğruna paramparça edilerek hânelerimiz adeta zıtlıkların çarpıştığı bir arenaya dönüştürüldü. O kuş yuvalarından daha yumuşak, daha sıcak evlerimiz, gelinip konulan, konulup göçülen han ve otel odalarına döndü. Bu talihsiz barınaklarda yaşadığını vehmedenlerse, hep gerçek ve kalıcı saadete hasret, muvakkat zevk u safânın hazlarıyla coştu ve ömürlerini cismaniyetin dar mahbesinde geçiren bedenzedeler gibi yaşadılar… iradeleri dermansız, gönülleri inançsız, ruhları aç, ufukları karanlık, ümitleri de sarsık olarak...

İlim ve teknoloji adına çağa damgasını vuran milletlerden alınması gerekli olanı alacaklarına Çin’in-Maçin’in levsiyatına talip olanlar, kendi ahlaki değerlerini ayaklar altına aldı ve varlık içinde yokluğun dilenciliğiyle her kapıda ayrı bir tese’ül örneği sergilediler; sergiledi ve kara bahtlarının öldüren girdapları içinde ruhsuz emellerinin esiri olup gittiler. Hem de, yakın bir gelecekte bir baştan bir başa dünyaya hükmedeceklerini, yıldızlar arası seyahat acenteleri kuracaklarını, varlığın esrarını çözeceklerini, adı konmamış keşiflerle insanın ömrünü uzatacaklarını; hatta ölüme çare bulacaklarını, ihtiraslarının acılarını aşıp tam doygunluğa ereceklerini, yaşadıkları hayatın bugünkü zevk u safâsına yeni derinlikler kazandıracaklarını hayal ettikleri bir dönemde... Bugün, gözleri hala bu yalancı hülyaların büyüsüyle meshûr dünya kadar insan var; dünya kadar insan var ki, gözlerini hakikat güneşine kapayıp vehimlerinde yaktıkları mum ışığıyla hayatı götürmeye çalışmaktalar. Ama ne hayat vehme ve hayale bina edilecek kadar basit ne de insanı bekleyen bu upuzun yolculuk bir yalancı mumla geçiştirilecek kadar önemsizdir. Bir yakın gelecekte kim bilir hangi bilinmedik saikle ümitlerinin bağı bütün bütün çözülünce, topyekun beklentiler, ipi kopmuş tesbih taneleri gibi dört bir yana saçılacak, sağlı- sollu bütün güzergah beklenmedik şeylerin işgaline uğrayacak, uzaklar yakın, yakınlar uzak olacak, rüyalar yıkılacak, bütün vehimler ve hayaller enkaz altında kalacak, işte o zaman ne o iddialı buluşların, ne tumturaklı felsefelerin ne de o tül pembe ümitlerin hiçbiri kalmayacak; hatta bugün müzelerde, antik çağlara ait teşhir edile gelen eşya değerinde bir hatıra kıymetiyle dahi kalmayacak.

Bilmem ki, varlık-yokluk arası yapayalnız kalmış ve varlığın hiçbir yanından inşirah verici hiçbir cevap alamayan bu bahtsızlara ve bunca yolun, hep mevcudiyetine yürüdüğü bir kavşakta gurbete, hicrana takılıp kalanlara acısak mı, azarlasak mı, yoksa oturup onların hallerine ağlasak mı..?

Sisin, dumanın gönüllerine oturduğu, çeşit çeşit tersliklerin iradelerini felç ettiği ve ölüm girdapları etrafında dönüp durmayı hayata yürüme zanneden bu bahtsızlara mukabil aynı arenada bir de, gönül gözleri ötelerin temaşasında, duyguları Hakk’a yönelişin heyecanıyla köpük köpük, elleri, sinelerinin bütün zenginlikleriyle Allah’a açılmış ve yağmur yüklü bulutlar gibi kendilerini salmak için esinti intizarına dalmış ruhlar var. Gönüllerindeki iffet duygusu çehrelerinin her çizgisinde nümâyân; insana saygı ve hürriyet hissi davranışlarının en belirgin rengi; üslûpları ve ifadeleri her gönülde sonsuzluk duygusu uyaracak kadar sihirli; tavırları, Hak’la irtibatlarını aksettiren harfsiz, kelimesiz birer beyan; beşeri münasebetleri sımsıcak ve ruhanilerinki kadar içten; evleri, mektepleri, kışlaları adeta birer mabed, mabedleri de o derinlerden derin ledünnilikleriyle cennet kevserleri sunan mukaddes birer sebil; intizara dalmış ruhlar. İşte bunlar ellerinde hep kâseler, temiz vicdanların kendilerine yönelmelerini bir fırsat aralığı gibi bekleme heyecanı içinde: karşılık, destek ve tesir intizamına girmeden bulutlar gibi herkesin başında dolaşarak; yağmur olup her tarafa akarak; toprak gibi şak şak olup filizlere bağırların açarak, yerinde başlar üstünde, yerinde ayaklar altında, kendi adlarına yaşamayı unutup hep yaşatma sevdasıyla oturur-kalkar ve her yana diriliş üfler dolaşırlar. İşte bunların yontup şekillendirecekleri dünya ve gelecek nesillere emanet edecekleri tarihte miras, hem bu milletin hem de yarınki kuşakların yüzlerini güldürecektir. Aşk u şevkimizi yeni bir dirilişle ebedileştirecek ve geleceği imar etme adına iradelerimize fer verecek böyle bir “oluşum”, fevvâreler gibi coşan aşkın, cennet zevkleriyle at başı hale gelmiş ibadet neşvesinin ve varlığımızı ebedilik şarkılarıyla seslendirecek olan azmin, ümidin, imanın bir son meyvesi ve ebede yürümenin de rampası ve rıhtımı olacaktır.

Hâsılı, şimdilerde bir yandan üzerimize sürekli ışıklar yağarken, diğer yandan da hep pis kokulu dumanlar yükseliyor. Neylersin şimdiye kadar hükmü kaza sürekli böyle cereyan ettiği gibi dileriz uzun sürmesin bundan sonra da hep böyle devam edeceğe benzer.

“Her şey akar; su, tarih, yıldız, insan ve fikir;

Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir.

Akışta demetlenmiş büyük, küçük kâinat;

Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!” (N. Fazıl).

Başlık: Ynt: Zıtlıklar Arenası
Gönderen: Kuskün Çiçek - Şubat 24, 2017, 08:30:37 ÖS
 eys bravoo bravoo