Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» Web Ailem Dostuk Sevgi Forumları »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Paylaşmak İstediklerim ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Şubat 27, 2014, 01:38:57 ÖS

Başlık: Düşünce Kaymaları
Gönderen: Fatih - Şubat 27, 2014, 01:38:57 ÖS
(http://www.sizinti.com.tr/images/konular/234/242.jpg)

Yıllar var ki toplumumuzda sürekli bir düşünce kayması yaşanıyor ve her gün daha da yaygınlaşan bir üslup bozukluğu bütün duygu ve düşünceleri adeta esir alıyor. Beyanlar fevkalade dekolte, ifadeler olabildiğine mütecaviz, davranışlar bayağılardan bayağı, eda büsbütün yırtık; bu şirazesizliğe esas teşkil eden hisler ve mantıklar ise akreplerin niyetleri kadar karanlık... Neyi dinleyecek, kime güvenecek ve hangi düşünceye itimat edeceksin? Her zaman tenkide ve tahribe kilitlenmiş bu kavgacı ruhlar arenasında, en masum düşünceler, en tutarlı planlar ve projeler bile bazen tearuzların, tesakutların insafsız dişleri arasında çiğnenip bir kenara atılmakta ve en mukaddes değerler hep payimal olup gitmekte.

Nedir acaba, insanımıza insani değerler açısından bu ölçüde irtifa kaybettiren sebepler?. Nedir acaba bizi birbirimizin kurdu haline getiren saikler..? Şayet bu üslupla -tabii, buna da üslup denecekse- bir yere varılmak isteniyorsa çok yanlış; hele bu yolla bir kısım yüksek mefkurelerin gerçekleştirilmesi düşünülüyorsa o da bütün bütün bir aldanmışlık.. ama ne acıdır ki, biz yıllardan beri hep peşi peşine aldanmakta, hep akla-hayale gelmedik yanlışlıklar yapmaktayız. Hem de yaptığımız şeyleri dünya çapında büyük başarılar gibi göstererek büyük yanlışlıklar yapmaktayız. Öyle ki, âleme örnek olacak, dünyanın şeklini değiştirecek, hiç olmazsa ülkemize çeki-düzen vereceğiz yaveleri en çok bu dönemde duyulan fantezilerden oldu. Ama işte o tiz perdeden atıp tutmalar ve işte huzursuzluğun pençesinde kıvranan bu mübarek ülke ve mağdur millet Doğrusu, bu şirazesizlikle ne dünyanın düşünce haritasını değiştirmek ne kendi toplumumuzun idbarını ikbale çevirmek ne de insanımıza yeni ufuklar açabilmek mümkün olacaktır. Bence, bu hafakanlı çevrelerin, her biri birer hezeyan ve ihtilaç sayılan düşüncelerinden doğsa doğsa ancak kargaşa doğar. Ama kat’iyen yenilik doğamaz. Aslında bugüne kadar olanlar, bundan sonra olacakların aldatmaz emaresi ise, böyle bir konuda, daha fazla bir şey söylemek de abes olsa gerek...

Orijinal bir konuyu tahlil ettiğimiz iddiasında değiliz; bu mevzu şimdiye kadar değişik mahfillerde defaatle ele alındı.. bilmem kaç kere teşhis ve tesbit imbiğinden geçirildi., nice zengin kariha ve güçlü kalemlere iştigal mevzuu oldu.. hatta ne kapsamlı anketlerle üzerinde duruldu.. ve farklı platformlarda farklı değerlendirmelere tabi tutuldu; ne var ki bu teşebbüslerden hiçbiri beklendiği ölçüde yararlı olmadı.. olmadı ve hâlâ pek çok kimse düşünce ve zeka kıymetini bu üslup bozukluğu uğrunda harcamakta; bilgi, kültür, cesaret ve mantığını hislerinin yedeğinde götürmekte ve adeta hep insani değerlerle savaşarak ömrünü tüketmekte. Zaten bu fikren yetersiz, kalbi hayatları itibarıyla bomboş, muhakemeleri açısından fevkalade tutarsız, hikmet ve ilim fakiri kimseler, biraz da hilekar, hasis, şöhretperest, makam-mansıb-menfaat düşkünü iseler, bunların başka bir çizgi takip etmeleri de mümkün değildir.. başka bir çizgi takip etmeleri şöyle dursun böyleleri, gözlerini diktikleri noktaya ve kilitlendikleri hedefe ulaşabilmek için kanmak bilmeyen bir susuzluk ve doymak bilmeyen bir obur sürekli bu cismani açlık ve susuzluğu giderme peşinde koşacak; ara sıra elde ettikleriyle sevinseler de, çok defa fevt ettikleri fırsatlardan ötürü kıvrım kıvrım kıvranacak, her biri insanoğluna bahşedilmiş eşsiz birer mevhibe sayılan ruhlarındaki yüksek hislerini söndüre söndüre nefsanilik vadilerinde hep sürüklenip duracaklardır.

Zaten, bu ölçüde, insani mantık ve muhakemesini, vicdan ve vicdana bağlı ilahi mevhibelerini yitirmiş bu kalb ve düşünce fakirlerinin, dünyanın yükselip daha bir yaşanır hale gelmesine ve insanoğlunun mutluluğuna herhangi bir katkıda bulunmaları ya da milletleri için yararlı olabilmeleri ve hele onları yeni ufuklara yönlendirmeleri kat’iyen söz konusu değildir; değildir zira, hiçbir zaman, kendini iç derinlikleriyle duyamamış ve varoluş hedeflerini kavrayamamış; dahası sevmeyi unutmuş, saygıya boş vermiş, fazileti fantezi saymış ve sürekli ne kazanacağını, nasıl kazanacağını, kimi çarpacağını ve hangi yollarla refahın doruğuna ulaşacağını düşlemiş durmuş böyleleri, ihtimal hayır yapmaya niyet etseler bile hep şerlere sebebiyet vereceklerdir. Zira, kirli ruh ve mülevves tabiatlardan temiz şeylerin meydana gelmesi hiç görülmemiştir veya ender vakalardandır.

Gerçi daha önceleri de insanlık defaatle düşünce inhirafları ve ruh kaymaları yaşayagelmiştir ama, konu hiçbir zaman bu ölçüde bir sosyal gaile haline gelmemiştir; gelmemiştir çünkü günümüzün insanı bütün zeka gücünü, muhakeme kabiliyetlerini nefsi ve hevâsı hesabına kullanmakta ve hakka, hidayete karşı da kararlı bir savaş sürdürmekte. Ayrıca o, bütün bunları zekâ ve bilgisinin her şeye yettiği ve yetebileceği kanaatiyle yapmaktadır...

Aslında ben, bugünkü insanların dünkülerden daha zeki ve daha mantıklı oldukları kanaatinde değilim. Hatta bir manada günümüzün zekâ şampiyonlarının, muhakeme dâhilerinin uzak-yakın dünkü insanlara nisbeten daha aptal ve daha banal olduklarını düşünüyorum. Günümüz teknolojisi ve ilmi imkânlarının vadettiği onca avantaja karşılık, o imkânların onda birine bile sahip olmayan eski insan ihtimal daha kabiliyetli, daha muktedir ve daha tutarlıydı. Her halde bir Kabil, günümüzdeki emsaline nisbeten daha becerikli bir katil; Nemrut daha onurlu bir müstebid; Karun daha atılgan ve müteşebbis bir kapitalist; Firavun daha dengeli bir mütemerrid; Sokrates daha disiplinli bir düşünür; Leonardo daha derin ve ufuklu bir sanatkar; Shakespeare daha hülyalı, daha fettan bir edip; Goethe daha faik bir tasvirci; Nietzsche, gözü daha kara bir asi; Sartre daha mübâlâtsız ve mümâşâtsız bir nefis tahlilcisiydi.. evet, bunlardan her biri kendi felsefi çizgisinde -iyi ya da kötü- daha çaplı ve daha çalımlıydı.

Oysaki günümüzde, ne kendini tamamen hurafelerden kurtarmış kabul eden aydınlar, ne de dini ve metafiziği kendi derinlikleriyle kavradığını sanan ruh ve mana insanları, hem de sahip bulundukları onca modern imkanlara rağmen, kat’iyen selefleri seviyesinde başarılı olamamışlardır.. başarılı olamamadan da öte, her şeyi maddede arayan aldı gözlerine inmiş maddeciler de, her şeyi manaya irca etme konumunda bulunan maneviyatçılar da, muhakemeleri itibarıyla alabildiğine sığ, azim ve iradeleri açısından fevkalade kararsız; insani değerlere saygı bakımından eskilerden daha geri, hevâ ve hevesleri itibarıyla olabildiğine hercai; her sabah ayrı bir cereyanın zebunu, her akşam ayrı bir anlayışın meftunu; sürekli gel-gitler içinde ve hep istikrarsız; bazen ateist ve nihilist, bazen kapitalist ve liberalist; bazen uysal ve aşamayacağı güçler karşısında iki büklüm, bazen de serseri ve asi; ama her zaman dengesiz ve hedefsizdirler. Aslında böylelerinin, her an ayrı bir akıntıya kapılıp bir meçhule sürüklenmeleri ya da herhangi bir yanlışın cenderesinde preslenmeleri mukadderdir. İşte kara bahtlarının rüzgarlarıyla, hazan yemiş yapraklar gibi savrulup zebil olan bu zavallıları kurtarmaya da kimsenin gücü yetmeyecektir.

Öyle tahmin ediyorum ki, bu sosyal zıvanasızlığı -belki de buna içtimai paranoya demek daha uygun olacak-yarınlara ait tehditleriyle görebilenler, daha şimdiden ürperip titremeye başlamışlardır bile. Ancak, kim ne kadar ürperip titrerse titresin, çare ve çözüm adına ortaya atılan düşünceler, dönüp dolaşıp yine sosyalizm, kapitalizm, liberalizm,.. gibi doktrinlere gelip dayanmakta. Arızanın hakiki merkezi ve inhirafların gerçek sebepleri tesbit edileceği ana kadar da, zannediyorum biz hep bu fasit daire içinde dönüp duracağız, toplum da bir türlü bunalımlardan kurtulamayacak.

Evet, o siyasi buhranlardan sıyrılırken iktisadi krizlere gidecek, askeri handikapları aşarken idari kaoslara sürüklenecek ve hep öldüren bu “kısırdöngü”ler içinde harab olup-türab olup gideceğiz. Şayet önümüzdeki günlerde de bu mantıkla -daha doğrusu bu mantıksızlıkla- hareket edilecek olursa, bir çuvaldız boyu yol almamız mümkün olmayacak ve paneller, konferanslar dönüp dolaşıp yine “fert’ ve ‘devlet” makûlesine gelip dayanacak ve ‘hürriyetçi bir düzen mi yoksa devletçi bir nizam mı? Kapitalist bir sistem mi, sosyalist bir idare mi..?’ mülahazaları asla aşılamayacak.. sonra da bir sürü diyalektik, bir sürü mantık oyunu, derken onca kaybedilmiş yıllar ve heder olup gitmiş imkanlarla kendi egoizmamız etrafında daireler çizip durduğumuz görülecektir. İsterseniz şimdi birkaç asırdan beri milletçe, yapılması gerekirken her ne hal ise bir türlü yapılamayan hususların bazılarını arzetmeye çalışalım:

Biz, bir-iki asırdan beri millet olarak onca yenilik teşebbüslerimizin yanında, kendi milli kültürümüze dayanarak kendi ahlak sistemimizi kuramamış; kendi metafizik mülahazalarımızı geliştirip sistemleştirememiş; Allah, kâinat ve insan gerçekleri açısından kendi iç dünyamızı aksettirecek bir sanat telakkisi ortaya koyamamış ve mana köklerimize göre bir talim ve terbiye sistemi geliştirememiş bir milletiz.

Dünyada hemen her ahlaki sistemin özünü, sağlam bir inanç, hazmedilmiş hürriyet duygusu ve yaygınlaştırılmış bir mes’uliyet şuuru teşkil eder ki, bunların hemen hepsi de metafizikle alakalı konulardır. Küfür ve ilhadın hâkim olduğu, insanların hürriyet duygularının öldürüldüğü, gönüllerden sorumluluk hissinin sökülüp atıldığı bir toplumda metafizikten bahsetmek mümkün değildir. Böyle bir ortamda ahlaktan söz etmek ise bütün bütün imkânsızdır. Kendi metafizik düşünce sistemini kuramamış toplumlar, böyle bir metafizik mülahazaya göre kendi iç kimliklerini belirleyememiş fertler, zamanla ruhlarını, inançlarını yitirecekleri gibi, uzun zaman kendi soy kütüklerini korumaları da mümkün olmayacaktır.

Oysaki biz, millet olarak tarih boyu bizi besleyen o bereketlilerden bereketli kendi hayat kaynaklarımızı kendi ellerimizle kuruttuk.. kuruttuk ve bütün bütün ithalata yöneldik. Öyle ki, dünyanın dört bir yanından getirip dayatmalarla herkese kabul ettirmeye çalıştığımız o tuhaf milliyet telakkisi, o acayip hayat felsefesi ve ruhumuzu yaralayan o garip sanat anlayışıyla topyekûn milletin hafızasını karıştırdık, birkaç bin seneden beri par par yanan kendi meş’alelerimizi söndürerek yarasalar gibi adeta karanlığa teslim olduk.

Şimdi bizim, şuna-buna değil, şu felsefe bu felsefeye de değil, bize kaybettiğimiz kendi ruhumuzu kazandıracak; bizi belirsizliğin anaforlarından kurtarıp kendi ahlak, kendi anlayış ve kendi törelerimiz çerçevesinde yeni bir hakikat aşkına, ilim telakkisine ve düşünce derinliğine ulaştıracak sihirli bir reçeteye ihtiyacımız var. Bu reçete, yüzlerce senelik milli hayatımızdan süzülüp gelen kendi metafizik mülahazalarımız, kendi ukba buudlu hayat felsefemiz ve Allah-kâinat-insan gerçeğiyle alakalı nübüvvet eksenli kendi sesimiz, kendi soluklarımızdır. Öyle zannediyorum ki, yitirdiğimiz değerleri elde edeceğimiz güne kadar da kendi üslubumuzu bulabilmemiz, kendi konumumuzu belirleyebilmemiz ve düşünce kaymalarından kurtulmamız mümkün olmayacaktır.
Başlık: Ynt: Düşünce Kaymaları
Gönderen: Kuskün Çiçek - Şubat 24, 2017, 08:27:41 ÖS
 eys bravoo bravoo