Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» Web Ailem Dostuk Sevgi Forumları »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Paylaşmak İstediklerim ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Şubat 27, 2014, 01:39:18 ÖS

Başlık: Gönüller Sevgi Arıyor
Gönderen: Fatih - Şubat 27, 2014, 01:39:18 ÖS
(http://www.sizinti.com.tr/images/konular/232/146.jpg)

Eski düşünce kendini yenileyememenin kurbanı oldu; yenisi ise, tepkilerle, fantezilerle kendi kendini yiyip bitirdi. Her iki düşüncenin de kendi içinde bazı tutarlı yanları olduğu muhakkak; ama hep karşı karşıya ve çekişmeli olduklarından birbirlerini nakzetmenin yanında, toplum hayatında da sürekli buhranlara sebebiyet verdiler. Eski düşünce, toplumun temel dinamiklerinden, örf, âdet ve geleneklerine kadar hemen her meselede bütün bütün dışa kapanarak her şeyi kendi içinde aradı, kendi doğrularına dayandı ve bunların dışındakilere hakkı hayat tanımadı.. hatta bazı durumlarda o, hemen her yeniliğe karşı çıktı.. zamanın yorumlarını görmezlikten geldi.. aklın hikmet-i vücudunu kavrayamadı.. çağı kendi muhtevası ve mana basamağı itibarıyla değerlendiremedi.. derken, bir zamanzede olarak asrına yenik düştü ki; bu da, lakayt, laubali, fütursuz, endişesiz o toy Faust’un Mefisto’ya bir kere daha mağlup olması demekti.

Doludizgin eski düşüncenin yerini almaya yürüyen yeni anlayış ise, geçmişe ait her şeyi düşman ilan ederek dünya görüşünü ve hayat felsefesini kinler, nefretler üzerine kurdu; sonra da kavga ile besledi. Öyle ki, bir kasırga gibi esip geçtiği her yerde bütün eski değerleri silip-süpürüp-götürdü ve manevi yapısı itibarıyla bütün toplumu adeta çölleştirdi. Bu korkunç içtimai erozyondan sonra, Akif’in ifadesiyle geriye sadece, “harap eller, yıkılmış hanumanlar, kimsesiz çöller / Emek mahrumu günler, fikr-i ferda bilmez akşamlar” kalıyordu. Eski düşünceyi her parçasıyla, atılmaya müstahak bir partal urba gibi gören bu alabildiğine aceleci, bu fantastik ve bu banal telakki, geçmişten gelen her şeye baş kaldırmayı çağın hikmeti sayarak atılması düşünülecek bazı üstûrelerin yanında koskocaman bir tarihi mirası da yere çaldı.. tekmeledi.. yerinde bütün bir mâzinin yüzüne tükürdü.. hatta cedlerimize sövdü.. o muntazamlardan muntazam inanç sistemimizi hafife aldı.. an’ane ve geleneklerimizle alay etti..cihan hakimiyeti uğrunda ortaya koyduğumuz bütün hamleleri bâğilik saydı.. ve can alıcı hasımlarımızı güldürme adına tarihi mefâhirimizi bir komedi gibi yorumladı ve seslendirdi... Allah’a imanı boş bir teselli ve aldanmışlık, ibadet ü taatı ömrü, zamanı israf, aşk u şevki hezeyan, ruh köküne bağlılığı nostalji sayan bu çarpık felsefe, eskiden tevarüs ettiğimiz her şeyin suratına yumruklar halinde kalkıp indi ve “eskiyi unut, yeniyi tut” nakaratıyla gönül dünyamızda mânâ köklerimizin zeminini paramparça etti.

Eski düşünce bazen, yanlış yorumları itibarıyla ilme, hür düşünceye karşı çıkıyor ve toplumu yaşadığımız çağın gerisine çekmek istiyordu ki, bu apaçık bir taassuptu. Yenisi ise, korkunç bir km ve nefretle geçmişten gelen bütün değerlerimizin üzerine yürüyerek, ruh kökleriyle çağlar ötesine kök salmış bir millete, mâzisizlik ve nesepsizlik aşılamak hummasına tutuldu. Her iki anlayış da oldukça saldırgan, müsamahasız ve bir kısım beşeri hatta milli realitelerden habersizdi. Birinciler, bazı ahvalde her yeni düşünceye lanetler yağdırıyor ve çağın yorumlarına karşı kapalı kalmada ısrar ediyordu; ikinciler ise, eski saydıkları her şeyi deviriyor ve devirdikleri şeylerle bir gün milli kimliklerinin de yıkılıp gideceğini fark edemiyorlardı. Birincilerin, hiçbir değişiklik ve inkılâba tahammül edememelerine karşılık, ikinciler, bize ait her şeyden uzaklaşmayı inkılâp sayıyor ve körü körüne her türlü ‘değişim” ve “dönüşüm”e “evet” diyebiliyorlardı. Bir gün geldi bazı kesimler itibarıyla “ne din kaldı ne iman; din harâb iman da serap oldu” (Akif). Aslında geçmişin belli bir diliminde yaşandığı gibi, günümüzde de bu iki cereyan ve bu iki düşünce tarzı bütün önleyici gayretlere rağmen hâlâ iç içe fakat birbiriyle yaka-paça; öyle ki aydınlanma iddiasında bulunanlar karanlıklara yenik.. bazı inanmış gönüller ise aklın bedahetiyle savaş içinde., demokrasi ve insani değerlerin müdafii görünenler, kendi aralarında bile her türlü değere karşı fevkalade saldırgan.. Allah’la münasebeti kimseye bırakmayan bir kısım nadanlar ise, ellerinde “dabbetü’l-arz” mührü herkese bir küfür damgası basmakta.. hürriyet kahramanları, gezdikleri her yerde ellerinde esaret tasmaları.. bazı saf müminler kendi değerlerine düşmanlık içinde.. bilenler, bilmeyenlere karşı çalım çakıyor ve gurura esir.. bilmeyenler, bilenleri hilkat garibesi görüyor.. evet, her iki kesim de birbirine karşı olabildiğine gergin ve öfke solukluyor, pür hiddet ve patlamaya hazır bir bomba gibi

Gerçi, her iki cephenin de bir kısım haklı yanları var; ama itidal korunamayıp ifrat veya tefritlere girildiğinden, kazanma kuşağında hep kaybetmeler yaşanıyor. Dine, diyanete sahip çıkanlar, sırtlarını, yüzlerce yıllık muhteşem bir geçmişin, mana, öz ve usaresine dayadıklarından, yerli olmanın verdiği bir haklı gururun yanında, gönüllerini kine, nefrete kaptırdıklarından ötürü, haklılıkları içinde haksızlık ediyor ve sevap yolunu günahlarla kirletiyorlar. Ayrıca, o mana, o ruh ve o özün ne ölçüde bir samimiyetle temsil edildiği her zaman münakaşası yapılacak ayrı bir konu. Şayet, öz ve mana dediğimiz şeyin muhtevası kaybolmuş da onun yerine alışkanlıklar gelip oturmuş; şuur uçup gitmiş de tahtı insiyaklara kalmış; dolayısıyla da toplumda bütün tekâmül yolları tıkanıvermiş; yenilenme istidadı körelmiş; inşa gücü durmuş; düşünce, sanat ve araştırma aşkı sönmüş ve her şey nirvanaya dönmüş gibi bir durum söz konusu ise, bu ahval içinde “cemiyet yaşar derlerse pek yanlış / Bir ümmet göster, ölmüş maneviyatıyla sağ kalmış” (Akif).

Esasen toplumumuzda, tıpkı metafizik mülâhazalar gibi, bir medeniyet, bir kültür, bir sanat istidadı bulunmakla beraber bu potansiyel dinamikleri pratiğe geçirecek hakikat aşığı kahramanlar bulunmadığından, ciddi manada varlık içinde bir yokluk yaşanmakta; onca imkana rağmen, herkes adeta çaresizlikle kıvranmakta; hemen her yerde sürpriz inayetlere bağlı görünen pasif bir beklentiye rastlanmakta ve insan şuuru, insan iradesi bir kısım mitolojik muhayyileler elinde kırılıp atılacak değersiz birer oyuncak derekesine düşürülmektedir. Doğrusu, bu ölçüde bütün değerleri alt-üst olmuş bir cemiyetin yığından farkı yoktur. Bu ise, insan gibi mükerrem bir varlığın sürü, ona ışık tutanların da çoban sayılmaları manasına gelir ki, bu da hem insana hem de onun öncülerine en büyük bir saygısızlık demektir.

Özündeki cevherleri itibarıyla fevkalade zengin, ancak bütün bu mevhibeleri kullanamamaktan ötürü fakirlerden fakir bu birinci zümreye karşılık, ikinciler, alabildiğine maddeci, alabildiğine pozitivist veya müfrit birer rasyonalist ve realisttirler ki, sadece etlerinin tuttuğu, gözlerinin gördüğü, kulaklarının işittiği şeyleri kabul eder ve bunu her zaman o baş döndürücü mantık oyunlarıyla kitlelere kabul ettirebilirler. Ve bunlar her zaman bir kısım çocuksu düşünceleri rahatlıkla avlayabilirler; avlayıp onlara pozitivizmin, rasyonalizmin, realizmin o baş döndürücü şaraplarını içirerek, muhatap aldıkları hemen herkesi sarhoş edebilirler. Aslında bunların ortaya attıkları düşüncelerin tutarsızlıkları açık olsa da, ifratkar, cerbezeci ve bastırmacı üslupları sayesinde dünden bugüne saf kitleleri, hususiyle de inancı zayıf, başkalarının mantığıyla oturup kalkan ve din-diyanet mevzuunda şüphelerden kurtulamayan yığınları hep aldata gelmişlerdir. Yıllardan beri bir kanlı kâbus gibi millet ruhunun üzerine çöken ve onu çökerten fikir şeklindeki bu evham kümelerini parça parça edip dağıtmadıktan sonra, hiçbir zaman hakikatle yüz yüze gelemeyecek, hakikat aşkını duyamayacak ve kendi ruhumuzu keşfetme imkânını bulamayacağız. Aslında, bu evham bulutları, insan muhayyilesinin uydurup, ruhun hakikatler dünyasına soktuğu, ona mal ettiği, onun gücünün tezahürü gösterdiği öyle vahi fakat yerleşmiş, öyle tutarsız ama zihne mal olmuş bir tabular mecmuasıdır ki, vahiyle bilenmiş akıl ve fikrin darbeleriyle paramparça edileceği güne kadar bu üst üste tersliklerden sıyrılmamız mümkün olmayacaktır. Dünküler, ses-soluk olarak bizi ifade ediyorlardı ama bize ait olan değerlerin, değişen dünya şartlarına göre, yoruma açık yanları itibarıyla yeniden yorumlanmaları, yeniden seslendirilmeleri lazım geldiğini değerlendiremiyor ve kendi şartları içinde genişleyen bir dünya karşısında adeta büzülüyor, daralıyor ve yetersizleşiyorlardı. Evet, temel disiplinler olarak dünkü değerlerimizin kıymet-i zatiyeleri mahfuz, ama zamanın sesine-soluğuna açık olanların, içinde bulunduğumuz zaman diliminin memelerinden beslenerek inkişaf ettirilmesi de bir gerçekti. Şimdi acaba biz, zamanın yorumlarını da yanımıza alarak yeni bir içtimai telakki, alternatif bir ilim anlayışı, farklı bir hukuki inkişaf ve bilinenin ötesinde apayrı bir araştırma zihniyeti ortaya koyabildik mi? Ben bu konuda olumlu bir şey söyleyemeyeceğim.. ve zannediyorum, yenilikçilerin seslerini bu kadar yükseltmelerinin asıl sebebi de işte bu konuda, yerli görünenlerin şimdiye kadar net bir şey söyleyememiş olmalarıdır. Evet, bazı dönemler itibarıyla birer değer ifade eden, fakat bugün için genel maslahatlarla çatışan ve hikmet-i vücûdu kalmamış bir kısım telakki ve anlayışlar, devrimci geçinen bazı mefkuresiz ruhların, her zaman olumsuz şekilde değerlendirebilecekleri birer sermaye haline gelmiştir. Ve işte bu noktada düşmanlıklar el ele ve ifratlar da bağırlarında tefritleri beslemektedir.

Zaten, yıllardan beri sık sık ortaya atılıp hemen her vesile ile kavga denemeleri yapan bu kör ve topal cephelerin ne ilkinin ne de sonuncusunun yarınları yeniden inşa adına hiçbir gayretleri olmadı.. olamazdı da; zira her iki kesim de henüz ismi konmamış “bir hiç”in kavgasından başlarını kaldırıp ileriye bakma fırsatını bulamıyordu.. bulamıyordu ve milletin en hayati kaynakları “tearuzlar-tesakutlar” ağında harcanıp gidiyor; onlar ise yıkılıp giden onca değerin enkazı arasında birbirlerine karşı zafer işaretleri yapıyorlardı. Ve zannediyorum, geçmişe sırtını verdiği aynı anda geleceğe yürüyen ve dünyayı bir kere daha ilim ve hikmetin birleşik noktasında yorumlamaya namzet hakikat erlerini yetiştireceğimiz ana kadar da bu körler ve topallar dövüşü sürüp gidecek...

Genel ahval böyle bir olumsuzluğu gösterse de, biz, bilmem kaç yüz senelik o şanlı geçmişin özünü, manasını koruyarak geleceğe doğru şahlanan, bahar-yaz, sonbahar-kış demeden her mevsimi kendi hususiyetlerinin üstünde değerlendirebilen.. ve millet ağacını senenin her gününde meyve verecek bir cennet sidresi haline getiren yarının hakiki sahibi bu alperenleri hep bekleyip duracağız. Gün gelip de bu alperenler kendilerini ifade etme fırsatını bulunca, dünya yeni bir sürece girmiş olacak ve hemen herkes eşya ve hadiseleri daha bir farklı görecektir. Ve işte o zaman kinler, nefretler, gayzlar bir bir sönecek.. taassup putları üst üste yıkılacak.. bağnazca düşünceler götürülüp mezbeleliğe atılacak.. münasebetsiz tartışmalar yerlerini insanca musahabelere bırakacak.. öfke ile sıkılan yumruklar, bugüne kadar gerçek bir hasım gibi gösterilen insanları sımsıcak kucaklayan ellere dönüşecek., ve insanoğlu yükselen kendi değerlerini bir kere daha yeniden keşfedecektir.

Kim nasıl düşünürse düşünsün, ben gözlerimi yummuş hep sağanak sağanak sevginin yağdığı, herkesin sevgiyle oturup sevgiyle kalktığı o günleri tahayyül ediyor ve talihime gülücükler gönderiyorum.
Başlık: Ynt: Gönüller Sevgi Arıyor
Gönderen: Kuskün Çiçek - Şubat 24, 2017, 08:29:48 ÖS
 eys bravoo bravoo
Başlık: Ynt: Gönüller Sevgi Arıyor
Gönderen: Özgür Kız - Eylül 30, 2018, 11:07:18 ÖÖ
 eys