Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» Web Ailem Dostuk Sevgi Forumları »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Paylaşmak İstediklerim ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Şubat 27, 2014, 01:41:01 ÖS

Başlık: Ahlâk Aşkı
Gönderen: Fatih - Şubat 27, 2014, 01:41:01 ÖS
(http://www.sizinti.com.tr/images/konular/210/242.jpg)

Milletimiz, bir-iki asırdan beri, bir yandan çeşit çeşit buhranlar içinde kıvranırken, diğer yandan da, disiplinli disiplinsiz hummalı bir gayretle, eğitim faaliyetleri, vakıf ve dernek çalışmaları, medya kuruluşları ve mabedleriyle kendi olarak dirilmenin yollarını ve çarelerini aramakta. Bu millet, eğer, bundan birkaç asır önce, Sonsuz Nur’un neşrettiği ledünniliğe, aşk ahlakına, ebed için yaratılmış bulunan ve ebede açık olan insanlığın Allah’a yönelme hamlesine bağlanabilseydi, o, bugün yeryüzünün söz götürmez varisi ve devletler muvazenesinin de en hakim unsuru olacaktı.

Batının karanlıklar içinde yüzdüğü bir dönemde, cihanları aydınlatan bizim medeniyet ve rönesansımız, işte bu ledünniliği ve bu aşk ahlakının eseri olmuştu. Eğer bundan sonra da böyle bir beklentimiz varsa, bu yine aynı dinamikler sayesinde gerçekleşecektir. İslam düşüncesinin insanlığa armağan ettiği bu anlayış, kahrolası bir yanlış maddecilik telakkisi ve kuvvetin gelip, hakkın yerini almasından ötürü, doğru yorumlanamadı,. nurunu tam neşredemedi.. bu yüzden de bazı dönemler itibariyle kendinden bekleneni veremedi.. bu olumsuzlukların, büyük ölçüde günümüzde de bahis mevzuu olduğunu söyleyebiliriz.

Ne var ki, dünya döne döne, Kudreti Sonsuz’un vazettiği fıtri çizgiye doğru kaymakta ve insanımız da, kendi özünü bulma, kendi değerleriyle yeniden dirilme konusunda kararlı görünmekte. Hatta bu mevzuda onun bir hayli mesafe aldığı da söylenebilir. Bir diğer yaklaşımla buna millet ruhunun diriliş hamleleri de diyebiliriz ki; bu hamleleri şu şekilde özetlemek mümkündür:

Talihsiz bir dönemde, topyekün insanlık olarak gidip maddeciliğe aborde olma sonucu düşünce hayatımızda insanın zatı değerlerini yıkarak insanoğlunu “eşref-i mahluk” tahtından alaşağı etmiş, alaşağı etmek bir yana, hayvanlardan herhangi bir hayvan derekesine ittirip, sözde eski telakkileri sorgulama adına, onu hor görmüş ve bütün insani değerlerin altını-üstüne getirmiştik. Ne acıdır ki, telafisi çok zor bu büyük yanlışlığı yaparken, ne korkunç bir cinayet işlediğimizin farkında bile değildik.. değildik ve o gün-bugün de hala o sadmenin tesiri ile sarsık, kararsız ve “teşettütü ara” içinde bulunuyoruz.

Oysa ki, insan denen bu yüce varlık, haklarına kat’iyen dokunulamaz, hürriyetlerine ilişilemez, her türlü tebcil ve takdiri aşkın, dünya kadar hususiyetleri olan müstesna bir varlıktır. Merhum Akif’in ifadesiyle; “Onun mahiyeti hafta meleklerden de ulvidir / Avalim onda pinhandır, cihanlar onda matv?dir.” Onu hor görme, varlığın yaratılış gayesini hor görme, onu tezyif etme de hilkatin nihunu tezyif etme demektir. 0, hor görülüp tezyif edilmeyecek kadar ali olduğu gibi, asla feda edemeyeceği bir kısım hususiyetleri de olan müstesna bir yaratıktır: Onun hürriyeti elinden alınamaz.. ona tahakküm edilemez.. o kat’iyen zulme uğratılamaz.. ve hele asla sömürülemez; zira bunların hepsi, insanlık manasını tahkir ve insan? ruha haksızlıktır; dolayısıyla en büyük ahlaksızlıktır.

Bu itibarla da, günümüzde insan! değerleri, zannediyorum bir kere daha gözden geçirmek icap edecektir.

Evvela, bizi biz yapan kaynaklarımız ve temel düşüncelerimiz, insana saygıyı emretmekte ve ona değerler üstü değer vermektedir., değer vermekten de öte, insanı “eşref-i mahluk” tahtına oturtarak, onun iradesini, haklarını ve hürriyetlerini selamlamakta ve onun dünya ve ukba mutluluğunu bir dantela gibi bu dinamikler üzerinde örgülemesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Evet islam, insanı; imanı, marifeti, muhabbeti, aşkı ve ruhani zevkleriyle, bir manada meleklerin dahi önünde görür ve onu sevmeyi Yaratan’la münasebetin önemli bir ifadesi bilir., ve tabii ona karşı saygısızlığı da sahibine karşı ciddi bir hürmetsizlik telakki eder. Bu itibarla da bizim en başta yapmamız gerekli olan şey, insanoğlunun elinden alınan değerleri yeniden ona iade etmek ve bu değerleri “ebed müddet” koruyacak nesiller yetiştirmek olmalıdır.

Saniyen, cemaat düşüncesi de çok önemlidir. Her ferdin, şahsi duygu, şahsi düşünce ve hissiyatını yüksek bir idealin emrine vererek, onun etrafında akli, mantıki, kalbi, ruhi birleşme manasında bir cemaat düşüncesi. Aslında hakiki manada bir ahlakilik veya laahlakilik de, ancak dört başı mamur böyle bir cemaatin ferdi olmakla ortaya çıkacaktır. Toplumdan kopuk olan münzevilerin ahlakilik veya laahlakiliklerinden söz edilemez. Kaldı ki, toplum içinde bulunup ve toplu yaşamaktan kaynaklanan bazı olumsuzluklara katlanmayı İslam cihad saymıştır. Zaten, gerçek bir ahlak toplumu da, herkese kendi ihtiyarıyla dünyevi ve uhrevi mutluluk vaadeden ve kendi iradeleriyle bir mefküreye teslim olan topluluktur. Böyle bir toplum içinde, imanın birleştiriciliği, aşkın eriticiliği, gayenin yüceliği, ego kaynaklı olumsuzluklara yol vermez ki, kaynağı egoizma olan laahlakilik o bünyede boy atıp gelişsin.

Bir kere, inancın, aşkın, ihlas hedefli yaşamanın hasıl ettiği aşkınlık, ferdi, kendine ait hususi yanlarıyla toplum içinde öyle yumuşatır ve eritir ki, o kendi olarak kalmanın yanında, adeta umumileşir ve damla iken derya, zerre iken güneş ve hiç ender hiç iken de her şey olma ufkuna ve zenginliğine ulaşır. Bu açıdan denebilir ki, varlık, yokluktan geçer; zenginlik fakirlikle beslenir; kudret aczin bağrında tomurcuklaşır ve nikmet, aynı nimet olur, şükür de şevke inkılab eder. Bu yolda hizmet, memuriyetlerin en yücesi; gaye, Yaradan’ın hoşnutluğu, netice de uhrevi mutluluktur. İşte bu saflardan saf mülahazaya, az dahi olsa, şahsi çıkar veya cemaat menfaati, cemaat düşüncesi karıştırıldığında, ferde de, heyete de hayat veren sonsuzluk rabıtaları kopar, derken ferd çizgisinden uzaklaşır, cemaat da sarsıntıya girer ve kazanma kuşağında kaybetme “fasit daire”leri işlemeye başlar.

Evet, her işini, Allah’la irtibatlandırıp götüren bir heyette, ferdi emeller, şahsi hırslar ve kaygılar olmaması gerektiği gibi, gidip sonsuzla noktalanmayan gaye-i hayaller ve mefküreler de olmamalıdır. Gerçek bir cemaat, ferdleri ebediyete teslim olmuş öyle mukaddes bir topluluktur ki; Bediüzzaman’ın yaklaşımıyla: Onlar, Allah için işler, Allah için başlar, Allah için konuşur, Allah için görüşür, lillah, livechillah, lieclillah rızası dairesinde hareket ederek ömrünün saniyelerini seneler haline getirir ve faniliğin çehresine bakilik damgasını vurur. Evet onun bütün çalışmaları, fevkalade içten, olabildiğince bir duruluk içinde ve hep sonsuza müteveccihtir.

Bu itibarla da denebilir ki, her kalabalık, cemaat değildir. Hatta ferdleri birbirine karşı olan bazı yığınlar; cemaat olmak şöyle dursun, onların çokluğu, kesir sayılarının çarpımlarında olduğu gibi azalma ve küçülme vesilesidir. Hakiki cemaat ruhuyla serfiraz olan peygamberlerin arkadaşları, kemmiyet itibariyle az oldukları halde güçlü bir cemaatten bekleneni yerine getirebilmişlerdir. Hatta bir Hz. Ebu Bekir ve Ömer’i, tek başına bir cemaat ve millet kabul etmek kat’iyen mübalağa değildir. Hz. Mesih’in bir avuç havarisine de en güçlü ordulardan daha güçlü nazarıyla bakılabilir. Aslında, bütün bir tarih boyu, tam kıvamında olan bu ölçüdeki bütün “azlar”, kıvamında olmayan dünya dolusu yığınlardan daha güçlü ve bereketli olmuşlardır.

Ayrıca ahlak aşkı, ruhi hayatın disipline edilmesinin en önemli yolu olduğu gibi, toplum içinde istikrarın en ehemmiyetli unsuru ve ahengin de en hayati esasıdır. Doğruluk, emniyet, hakperestlik, sözünde durma, medeni cesaret, başkalarına karşı saygılı olma ve maneviyata bağlılık gibi hususlar, ahlakın özü ve ruhun da temel dinamikleridirler.

Milli tarihimizin bize armağan ettiği ahlak anlayışı -son birkaç asrın ahlak adına benimsediği muzahrafatı söz konusu etmezsek- bizi bütün milletlerin önüne çıkaracak kadar zengin ve sağlam bir ahlak anlayışıdır. Önümüzdeki yıllar itibariyle hayatımızı bu anlayışa göre tanzim edebildiğimiz takdirde, pek çok milli problemimiz kendiliğinden aşılmış olacaktır ki, o zaman daha doğru düşünebilecek, daha verimli çalışacak; daha hızlı ve ahenkli yürüyecek, daha pratik olacak ve tabii düşünce hayatımızdaki birkaç asırlık boşluğu da daha süratli doldurabileceğiz.

Buna muvaffak olabilirsek, ülkemizin geleceği daha bir canlı, daha bir sıcak ve daha bir renkli olacağa benzer...
Başlık: Ynt: Ahlâk Aşkı
Gönderen: Kuskün Çiçek - Şubat 24, 2017, 08:28:12 ÖS
 eys bravoo bravoo