Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» Web Ailem Dostuk Sevgi Forumları »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Paylaşmak İstediklerim ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Şubat 27, 2014, 01:45:33 ÖS

Başlık: Paradokslar Cenderesinde Bir Millet
Gönderen: Fatih - Şubat 27, 2014, 01:45:33 ÖS
Yıllar var ki milletçe pek çoğumuz, hususiyle de zirvedekiler, bir türlü düşüncelerimizi saran vehimlerden sıyrılarak gerçeklerle yüz yüze gelmeye cesaret edememişizdir. Yalan-doğru ayırımı yapmadan her söze kanmış, mesnetsiz ve nesebsiz düşüncelerin te’sirinde kalmış, bilim yaftalı plastize hurafelere kapılmış ve batıl anlayışların kulu-kölesi olarak yaşamışızdır... Oysa ki, hakikatlere göz kapamadan daha tehlikeli bir körlük ve onları araştırıp öğrenmemeden de daha büyük bir talihsizlik yoktur. Böyle bir körlük ve talihsizliğe maruz kalan fert de cemiyet de iflah olmamıştır.
Bir ülkede yığınlar hakikata karşı böylesine kör, aydınlar da vurdumduymaz veya “Düşünce hürriyeti, fikir hürriyeti” deyip kimseye bir şey anlatamıyorlarsa, ya da onlara, birşeyler anlatma fırsatı verilmiyorsa, o ülkede umumi inhiraflar, vicdani ve ruhi rahatsızlıklar sürüp gidecek, dolayısıyla da yığınlar bir türlü “infialler fasid dairesi”nden kurtulamayacaktır.
Yakın geçmişimiz itibarıyla biz, sürekli inhiraflar içinde yaşadık; defaatle onun zehir-zenberek neticeleriyle sarsıldık.. ve kim bilir kaç kere, kıl payı ölüm çukurlarına yuvarlanıp gitmekten kurtulduk. Geçirdiğimiz badirelerden bir tanesi dahi, mezardakilerin dirilip gelmesine yetecek kadar kıyamet endamlıydı ama; “Ya mahşer!” deyip kendini ölüm uykusuna salanlar üzerinde hiç mi hiç te’siri olmadı.
Şimdiye kadar çevremizde meydana gelen bunca kızıl-kıyametle uyanmamış kafaların, şu andaki hadiselerle uyanacaklarına ihtimal vermek bir hayli zor. Görünen şu ki bunlar, hadiseler ne kadar ürpertici olursa olsun, yatakta vaziyet değiştirip eski uykusuna devam eden bir uyku kolik gibi, bu çıldırtan gafletlerini sürdüreceklerdir...
Bir zamanlar “kimse başımızı ağrıtmasın, oturup biraz da keyfimize bakalım” diye, ülke topraklarını bahşiş gibi sağa- sola tevzi ederek onun daralmasına, büzülmesine hatta maddi-manevi çoraklaşmasına göz yuman bahtsızlar, şu anda olsun, o korkunç tarihi hatalarıyla karşı tarafın iştihasını kabartıp onlarda yeni yeni arzular uyardıklarının farkına varıp bu büyük yanlışlığı tamir etmesini ne kadar arzu ederdik..! Heyhat; ne o anlayış, ne o idrak, ne de o basiret “Ne olmuş, ben de bilmem, pek karanlık şimdi hissiyat!” M. Akif.
Uyanıp kendine gelmek şöyle dursun, belli bir dönemde bu ülkede, başkalarının hesap ve çıkarları çizgisinde sürekli, zafer kılıklı falsoların gururu yaşandı.. ve bu karanlık devrede, milletçe, değişik muvazaaların ortak paydasını bir başarıymış gibi görüp göstererek, o günün sahte kahramanlarının yalancı destanları altında iki büklüm olup, bilerek veya bilmeyerek o günün en merğüb metaı düzmeciliğe yahşiler çekip alkış tuttuk.
Ve işte ta o zaman defaatle tarihe yön vermiş bir milletin hayatı ruh ve mana planında sona eriyordu., ona yeni bir hayat üflemeye çalışan mesih soluklular ise, ya sık sık dostların vefasızlığına çarpılıyor veya düşmanların husumet ağında derdest edilip. “Sabrı cemil” çekiyorlardı. Şimdilerde çokları: “Aylardır çevremizde olup-biten kızıl-kıyameti, bir cansız cenaze sessizliği içinde seyrediyoruz” diyor ve hayıflanıyorlar. Hayır, benim safderun dostlarım! Aylardır değil, hatta senelerdir de değil; biz bir asırdan beri, daha doğrusu can alıcı hasımlarımızın visaline koşmaya başladığımız günden beri “cihanda sulh” un büyüleyici
atmosferinde çevremizi sinema seyrediyor gibi mahmur mahmur temaşa etmiş ve zalimlerin her seviyedeki satranç oyunlarına karşı hep alakasız kalmışızdır.
Bu talihsiz dönemde işin serkarı olanlar, hiç mi hiç müteşebbis olamamış, medeni cesaret gösterememiş, üç adım ötesini görememiş, dünya gündemine katkıda bulanamamış; hemen her zaman başkalarının ruznamesine mevzu, başkalarının oyunlarına piyon olmuş, doğrudan doğruya milletimizi alakadar eden meselelerde bile başkalarının kararlarını esas almıştır. Bugünün işini, yüzlerine-gözlerine bulaştırarak eda ettiklerine ve birkaç günlük ihtiyaçlarını yerine getirdiklerine inanınca da, daha doğrusu sorumluluklarını yerine getirdikleri vehmine kapılınca hemen yan gelip yatmadan başka hiçbir dertleri olmamıştır. Bunların çoğuna göre oturmak ayakta durmaktan, yatmak oturmaktan, uyumak da yatmaktan, kimbilir belki de ölmek yaşamaktan daha dinlendirici, daha akıllıcaydı..!
Biri diğerini yiyip bitirmeden başka bir emel taşımayan bu ufuksuz insanların teşkil ettiği heyet, kaynağı kendi ruhunda bunca entropiyi aşarak gelip bu günlere nasıl ulaştı? Bence, asıl hayret edilecek husus da işte budur..!
Zerreleri arasında cazibe bulunmayan bir bütünün dağılıp gitmesi mukadderdir. Hususiyle bu bütün cüz-i fertleri itibariyle bozulup çözülmeye açıksa.. evet bu dönemde, milletin önünde bulunanlar milleti, millet de onları sevememiş; hemen herkes birbirini koltuk değneği gibi kullanmak istemiş, vakıa zaman zaman bir kısım çıkarlar etrafında ve dar bir dairede bir araya gelmeler olmuş ise de, beklenen şeyler elde edilemeyince eskisinden daha beter çözülmelere, dağılmalara gidilmiştir.
İçimizde millet fertlerinin birbirlerine karşı davranışları böyle olduğu gibi, dünkü tarihi beraberliğimizin bedelini ödeyen vesayemizde bulunmanın ah u efganını yaşayan mazlum ve mağdur milletlere karşı da aynı olmuştur: Saraybosna’dan Somali’ye, Karabağ’dan Filistin’e, çok geniş bir dairede, soydaşlarımızın cesetleri kan seylapları önünde sürüklenirken.. ırz çiğnenip namus payimal olurken.. Güneydoğu’da eşkıya haysiyetimize tükürüp gezerken.. Kıbrıs’ta ezeli hasımlarımız tarafından iki ayağımız bir ‘kab’a sıkıştırılırken, biz, behimi hislerimizi yaşamış, keyfimize bakmış, deliler gibi çalıp-çığırıp oynamış ve bir hıristiyan gecesinde televizyon kanallarıyla evlerimizin içine levsiyat akıtmadan utanmamışızdır
Bir-iki asırdan beri milletimiz, kendi kendinin musibeti ve kendi kendinin mağduru olarak yaşamıştır. Evet, millet ruhuna, Allah ve Peygamberine baş kaldırmanın dışında ciddi hiçbir şeyin öğretilmediği bu karanlık dönemde, bütün kara seslerin, kapkara ağızların yaptıkları tek şey geçmişi tezyif, atalarımızı tahkir ve bin senelik muazzam mirası inkâr olmuştur. Yine bu talihsiz dönemde, en mebzul meta, gururdur, çalımdır, cakadır. Şair-i şehirimizin de ifade ettiği gibi; deve izi derin gölde (!) saman çöpüne binip yüzen bir sineğin kendini bir diritnotda zannetmesi gibi, bunlar da bir kısım levsiyat bataklıklarında düşe-kalka yürürken, kendini, okyanuslarda hem de transatlantiklerde seyahat ediyor sanıyorlardı. Kanları sürüngenler gibi soğuk, zekâları bütün bütün şehvetin ağında, keseleri sefahetle delinmiş ve hayatları, sindirim-dolaşım ıtrahata göre programlanmış bu bedenin kulları, gelecekte, tarihimizin dünüyle yarını arasında rutubetlenmiş, güvelenmiş bir bölüm olarak hatırlanacak ve nefretlerle anılacaklardır.
Bilindiği gibi, Osmanlı’nın son döneminde bazı kimseler, bir yolunu bulur, bir memuriyete intisab eder ve şahsi, aileyi masraflarını “Dersaadet”e yüklemeye bakardı. Vali, hakim,
defterdar, üniversite hocası, asker, hekim, postacı gibi devletin bakım-görüm mecburiyetinde olduğu değişik sınıfların yanında ne işe yaradığı belli olmayan bir kısım nazırlıklar, müşavirlikler, müdür-i umumilikler vardı ki bunlar da parazit gibi devletin sırtından geçinirlerdi.. ve çok defa bu tufeyli güruh için iş icad ederlerdi. Mesela; beyefendi “Semaya yol nazırı veya müdür-i umumisi” tayin edilseydi. “Bu memuriyetten maksat nedir? Böyle bir memuriyete intisab edenler ne iş yaparlar?” demeden, hemen bir müsteşar, birkaç müdür, birkaç müşavir alarak bu hayati(!) nazırlığı teşkilatlandırmağa çalışırdı. Hatta her sene bir kısım yeni yeni şubeler ihdas ederek dünya kadar amelmandaya maaş bağlar ve bağlatırdı.
Günümüzde de durum bundan çok farklı değil; millete zimamdarlık yapanların bir kısmı siyaset malulü.. hemen hepsi yorgun ve asabi.. büyük çoğunluk, hep korkulu bekleyişlerin streslerinde.. riya ve tabasbus en büyük sermaye ve mavi kart.. hemen herkes hayali mesai ile göze girme yarışında.. rica ederim yürüyeceğine yerinde tepinmeye takılmış bu talihsizlerden ne beklenir ki..?
Evet, etrafımızı saran bunca fezai ve fecainin tek sorumlusu bizler ve zimamdarlarımızdır. Boş yere hilali-haçı, müezzini-nakusu, imamı-papazı çekiştirip durmayalım.. biz İncil ve Tevrat’ın, Zebur ve suhufun kahrına uğramadık; biz milletçe şahsiyetsizliğin, mihrapsızlığın, sürekli yüzüp gezmenin, hergün ayrı bir alüftenin arkasında koşmanın, bir kısım paradokslara takılıp kalmanın ve ma’na kökümüzü baltalamanın kahrına uğradık...
Bu ülkede bir iki asırdır, bir anlayış tıkanıklığı, düşünce tıkanıklığı ve fikir hayatımızın önünü kesen bir inkıbaz yaşanmaktadır.. belki ara sıra hükümet şekli değiştirilerek bir kısım teselli devreleri yaşanmış, idare şekli plastize edilerek kitlelerin hiddet ve öfkesi dindirilmiş ama, bunların hiçbiri milletin beklentilerine cevap vermemiştir.
Aslında, idare şekli ve idare edenlerin kalb ve kafaları değiştirilmedikten sonra hiçbir şeyin olmayacağı muhakkaktı ama, ister fantezi densin, ister kitlelerin kin ve nefretinin yatıştırılması ameliyesi densin, bazı şeyler yapıyor gibi görünmeyi maslahat saydık.
Evet, son bir iki asrın insanı, tanzimattan meşrutiyete, meşrutiyetten cumhuriyete, ondan da demokrasiye uzanan yolda dünya kadar değişikliklere şahid oldu ve olduk ama, bağı kopmuş tesellileri istisna edecek olursak, bu sistemlerin en ilklerinin bile henüz bütünüyle toplum hayatına mal olmadığının münakaşası yapılabilir... Rica ederim, siyasi ideolojiye rağmen bir kısım vatan evladının tarih şuuru ve tarihi dinamiklere dayanarak kendi gayretleriyle elde ettikleri başarıların dışında iftiharla dem vurduğumuz aydınlık ve ilericilik adına gösterebileceğimiz ne vardır?..
Bereket ki, Hakk’ın inayetinin temsilcisi bu bir avuç insan da vardı. Yoksa, inkisarlarımız ümitlerimizi de alıp götürecek ve bizler hasımlarımızın tahakkuk eden rüyaları olacaktık.
Evet, hiçbir milletin cihangirliğinin “İlelebed” devam etmeyeceği muhakkaktır.. tabii ma’na köküyle münasebetini devam ettirmiyorsa “İlâ nihâye” kuruyup gitmesi de. Her millet gibi biz de, bir tarihi engebeye takılıp sendeledik, hatta belki yüzü koyun kapaklandık.. bunları inkara mecal yok.. yok ama, Yaratan’ın inayetiyle dirilip toparlanacağımızda da şüphe edilmemelidir. Elverir ki, sinelerimizde, hayattan kam almaktan daha ziyade biraz da başkaları için yaşama arzusu yeşerebilsin. Ve mefluç insanlar gibi tir tir titreyen iradelerimiz, yeni bir “Ba’sü ba’delmevt”le canlansın, canlansın ve iradesinin yaradılış gayesini ortaya koysun.

Biz, düşmanlarımızın sarsmasıyla değil, kendi iç sarsıntılarımızla yıkıldık.. ve yine kendi sinelerimizde tutuşturacağımız korla ve vicdanlarımızda kaynayıp köpüren var olma aşkıyla dirileceğiz.
Başlık: teşekkürler
Gönderen: Enthunting - Şubat 28, 2014, 04:04:26 ÖÖ
Teşekkürler  gull
Başlık: teşekkürler
Gönderen: Wiustvor - Şubat 28, 2014, 04:21:26 ÖÖ
Teşekkürler gull
Başlık: teşekkürler
Gönderen: Skelat - Şubat 28, 2014, 04:38:34 ÖÖ
Emeğine sağlık  gull
Başlık: teşekkürler
Gönderen: Olddenris - Şubat 28, 2014, 05:12:54 ÖÖ
Teşekkürler gull
Başlık: Teşekkürler
Gönderen: Radce - Şubat 28, 2014, 05:43:26 ÖÖ
Teşekkürler gull   nazarr
Başlık: Teşekkürler
Gönderen: Benal - Şubat 28, 2014, 05:47:54 ÖÖ
Teşekkürler gull
Başlık: Teşekkürler
Gönderen: Leight - Şubat 28, 2014, 08:26:08 ÖÖ
Teşekkürler gull
Başlık: Ynt: Paradokslar Cenderesinde Bir Millet
Gönderen: 'Đüş'eş.. - Temmuz 04, 2014, 05:11:56 ÖS
Teşekkürler Fatih.
Başlık: Ynt: Paradokslar Cenderesinde Bir Millet
Gönderen: Rüya. - Temmuz 09, 2014, 12:17:33 ÖS
Emeğine Sağlık, Paylaşım İçin Teşekkürler gull
Başlık: Ynt: Paradokslar Cenderesinde Bir Millet
Gönderen: Kuskün Çiçek - Şubat 25, 2017, 06:23:54 ÖÖ
 eys bravoo