Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» Web Ailem Dostuk Sevgi Forumları »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Paylaşmak İstediklerim ::.. => Hikayeler & Öyküler => Konuyu başlatan: Fatih - Mart 01, 2014, 03:58:13 ÖS

Başlık: Değirmenin Suyu Nereden Geliyor?
Gönderen: Fatih - Mart 01, 2014, 03:58:13 ÖS
(http://www.sizinti.com.tr/img/spotimg/422/5934.jpg)

Anadolu insanının gönlünde temiz ırmaklar akmaya başlamıştı. Köy serçeleri dereden su içmekteydi. Anne ceylan bir kuytu köşede yavrusunu emzirmekteydi. Narin söğüt yaprakları uzaktan el sallıyor, kadife gül bir tomurcuk daha patlatıyor, hanımeli cennetten koku taşıyordu…

İşte böyle bir günde Naci Ağabey, namazdan sonra çevirmişti kontağımı. Dört kişi daha almıştık yanımıza. Temmuzdu, hava sıcaktı. Ortalık sapsarıydı. Bozkır, biçilmiş ekin kokuyordu. Çıplak ve yalnız düzlükler hep anızdı.

Ardımızda tozdan kelebekler bıraka bıraka bir köye girdik. Traktörler dolu girip, boş çıkıyordu köyden. Römorklarla buğdaylar taşınıyordu. Evlerin kapısını çalmaya başladılar bir bir.

Meydanda büyükçe bir ev vardı. Zenginliği her hâlinden belliydi. Bahçe kapısı açıktı. Naci Ağabey, "Ev sahibi!" diye seslendi. Orta yaşlarda bir kadın merdivenin başında göründü. Ters ters bakmaya başladı. Söze bizimkilerin başlamasını bekledi. Ağabeyler daha; sadaka, buğday, talebe, yurt demeden kadın lafı ağızlarına tıkadı, kovmaktan beter etti onları…

Bizim kafilenin canı sıkıldı, yüzleri yere düştü. Kanadı kırık bir yaban kekliği gibi boyunlarını içeri çektiler…

Ne mi anlatıyorum ben? Haklısınız, sözün ortasından başladım sanırım. Köylere gittiğimiz bir günden bahsediyorum. Yaz gelip de harmanlar kaldırılmaya başlayınca patronum, haftanın üç dört günü beni hizmete tahsis ederdi. Pazar günleri bize patronum da katılırdı. Yanımızda bir iki esnaf ve birkaç talebe olurdu. Bir de tozlu buğday çuvalları. Köylere, kasabalara giderdik. Bir gün Haymana, bir gün Bâlâ, bir gün Bezirhane, bir gün Ayaş, bir gün Kazan, başka bir gün Beypazarı'na açılırdık. Köy köy, harman harman dolaşırdık buraları.

Oralarda ne mi yapardık? Değirmene su taşırdık canım! Taşıma suyla değirmen döner mi? Dönmez! Ama Allah isterse döner. Eskiden çok sorarlardı "Bu değirmenin suyu nereden geliyor?" diye. Şimdilerde ben pek duymaz oldum. Ama yine de size değirmenin suyunun nereden geldiğini anlatayım.

Anladınız değil mi? Ben bir kamyonetim. 83 model, ateş kırmızısı bir doç. Şaşırmayın canım! Bizim hissiz olduğumuzu düşünmeyin. Duyup gördüklerimiz bize de sirayet eder, bize de tesir eder. Siz ne sandınız? Otuzumu aştım ben. Bizim âlemin ihtiyarlarındanım yani. Ama Allah var, sahibim hatırımı sayar. Başka kamyoneti de var. Ama o hâlâ emekliye ayırmadı beni. Onunla dostluğumuz eski, "Çok hatıralarımız var." diyor benim için. Yağımı, suyumu hiç eksik etmez sağ olsun. Lâstiklerimi iki senede bir yeniler. Aksırıp tıksırmama fırsat vermeden bakımımı yaptırır.

Herkes ona "Naci Ağabey" dediği için ben de öyle diyorum kendisine. Kıyak adam vallahi. Ağabeylik yakışıyor üstüne. Hafta içi gündüzleri, Ankara kazan biz kepçe; mobilya, halı, beyaz eşya taşırız müşterilere.

Kimi akşamları ve hafta sonları, Naci Ağabey anahtarımı şoförden alır; direksiyona kendisi geçer. Ön gözdeki bantlardan birini teybe takar ve yola çıkarız birlikte. O zaman mutluluktan deliye döner, kıpır kıpır olurum. İçim dışım yunup yıkanmaya başlar sanki. Şimdilerde Radyo Cihan'ı veya Mehtap Radyo'yu dinliyoruz. Onlardan aldığım şevkle sahibim ne isterse hemen yerine getiriyorum. İsteyerek hiç aksilik etmem ona. Çünkü o hep hizmete götürür beni. Talebelerin eşyası vardır taşınacak veya onun gibi bir şeyler.
Naci Ağabey, böyle işleri görürken acayip neşeli olur. Bu işler için yaşadığını hissettirir bana. Talebelerle birlikte yük taşır, yük indirir. Şoför mahalline oturunca sırtı terden ıslanmış olur. İnanın kendi işinde böyle çalışmaz bu adam! Üstelik, her seferinde mazot parasını da cebinden koyar.

Eski yıllarda talebeleri de benimle taşırdı. O zamanlar binek arabası yoktu. Her yerde beraberdik yani. Üstüme branda atıp gençleri pikniğe götürürdü. Onlar çimenler üstünde oturup güzel sohbetler yaparken, ben de dinlerdim onları. Minibüs alınınca bu işler onunla yapılır oldu. İlk başlarda biraz kıskanmıştım, lâkin iyi oldu çocuklar için. Çünkü o daha kullanışlı ve rahattı. Kardeşinin meziyetiyle iftihar etmek, ihlâs düsturlarındandı değil mi? Hem hizmette hasede yer yoktur. Ayrıca vazife istenmez, verilir. Onlar konuşurken öğrendim bütün bunları. Daha neler öğrendim neler, duysanız şaşırırsınız.

Bu insanları iyi tanırım ben. Kaç defa yolculuğumuz olmuştur onlarla, tanımam mı hiç? Kendileri için hiç kimseden bir şey isteyemezler. Ancak evleri ve yurtları vardır onların. Buralar açılırken destek olma sözü vermişlerdir. Kendi imkânları bütün ihtiyaçları karşılamaya yetmez. O zamanlar çoğu, kendi yağında kavrulan, el emeği-alın teriyle geçinen gariban veya orta hâlli adamlardı zaten. Evlerde, yurtlarda Anadolu'nun dört bir bucağından gelmiş talebeler vardı. Bu gençlerin büyük şehirlerde mânevî değerlerini kaybetmemesi için başkalarını da yardıma çağırmaktı niyetleri. Köylere de bunun için giderlerdi. Çiftçilerin de sevaptan hissedâr olmalarını isterlerdi. Ben bilirim, bu işi yaparken her seferinde boğazlarına bir yumru otururdu. Utanır, sıkılırlar fakat Allah rızası der, devam ederlerdi.

Düşünün bir; iş güç sahibi koca koca adamlar, esnaflar, işçiler, memurlar, âmirler. Üstelik kendileri verebilecekleri kadar burs ve himmet veriyorlardı. Ama bunlar yetmezdi. Bir de istemeleri, Allah yolunda toza toprağa bulanmaları, utanıp terlemeleri gerekirdi. Cennet ucuz değilmiş, kasetlerden öğrendim.

Cennet dedim de, içime hasreti düştü. Hani Kıtmir adında bir köpek varmış, bir de Kusva adlı mübarek bir deve. Yolculuk esnasında kasetten dinledim, bunlar Cennet'e gidecekmiş. Ben de onlar gibi bir varlığım işte. Acaba Rabbim beni de Cennet'ine koyar mı?

Köylere bizimle giden, üniversiteli gençler vardı bir de. Mahcup, tertemiz yüzlü, pırıl pırıl delikanlılardı bunlar. Davaya bütün samimiyetleriyle inanmıştı onlar. Esnaf ağabeyler nasıl imrenirdi onlara bir görseniz.

Bir gün içinde bu ekibin başına neler gelir, neler. Dört mevsimi birden yaşarlar sanki. Köylülerin kimi ayakta karşılar onları, kimi kapıdan kovar. Kimi dilenci der onlara, kimi evliya. Soğuk bir ayran ikram eder çoğu veya bir dilim soğuk karpuz uzatır. Bazısı da sofra kurmadan göndermez onları. Benim misafirimsiniz, siz Allah adamlarısınız, dünyada bırakmam sizi der.

Neyse, biz yine o güne dönelim. Nerede kalmıştık? Çaldıkları kapı bizim kafilenin yüzüne kapanmıştı. Kovulmuşlardı. Ancak vazgeçmediler. Dolaşmaya devam ettiler. Karşılarına sıvaları dökülmüş, kiremitleri eksilmiş, duvarları kamburlaşmış bir ev çıktı. Evin her yanından fakirlik dökülüyordu. Önce kapıyı çalıp çalmamakta tereddüt ettiler. Naci Ağabey, çalalım arkadaşlar dedi. Hiç olmazsa bir selâm verir, dualarını alırız. Kiminin parası, kiminin duası… İçeride tek başına bir nine vardı. Onları görünce eli ayağına dolaştı. Onları nereye buyur edeceğini, önlerine ne koyacağını bilemedi.

Anacığım, dediler; bizim okuttuğumuz talebeler var, hayır toplamak için gelmiştik. Anlaşılan sizin harmanınız yok. Sizden dua talep ediyoruz. Nine üzüldü. Nurlu yüzünü sis kapladı. Sesi zor çıkıyordu. Yok yavrum, bizim harmanımız yok dedi. Kimimiz, kimsemiz de yok Allah'tan gayrı. Ama durun siz dedi. Avludaki kapılardan birinde kayboldu.

Kucağında, nefes nefese taşıdığı bir tenekeyle geri döndü. Gençlerden biri koşup onu yükten kurtardı. Nine nefeslenirken şöyle dedi: Siz nerelerden kalkıp köyümüze kadar gelmişsiniz. Bizim kapımızı çalmışsınız. Sizi boş çevirmek olmaz. Siz Allah adamlarısınız yavrum. Bir komşu, dün iki teneke buğday getirmişti. Birini size vereyim. Çorbada bizim de tuzumuz olsun. Adımız deftere yazılsın. Bizimkisi az, kusura bakmayın. Azımızı çoğa sayın…

Almak istememişlerdi önce. Ama nine, hüzünlü bir şekilde "Bizim hiç hayrımız olmasın mı?" demiş ve almaya mecbur bırakmıştı onları.

Hani Kanunî Sultan Süleyman rüyasında, kendi parasıyla yaptırdığı Süleymaniye Camiî'yle bir kâse yoğurdun tartıldığını görmüş. Yoğurt, camiden ağır gelmiş ya… Bizim nineninki de o hesap… Veya malının yarısını getirip Allah yolunda veren Hz. Ömer misâli…

Ağabeylerin ve gençlerin, birbirine tamamen zıt bu iki tablo karşısında gözleri dolu dolu olmuştu. İncinen, kırılan yürekleri Allah'ın lütfuyla ne çabuk tamir edilmişti. Sanki nine, yaralı kekliklerin yarasına merhem sürmüştü. Ve kanatları iyileşmişti kekliklerin. Şimdi eskisinden daha iyi uçabilirlerdi hep birlikte.

Başlık: Ynt: Değirmenin Suyu Nereden Geliyor?
Gönderen: Rüya. - Temmuz 10, 2014, 11:42:08 ÖÖ
Emeğine Sağlık, Paylaşım İçin Teşekkürler gull
Başlık: Ynt: Değirmenin Suyu Nereden Geliyor?
Gönderen: Kuskün Çiçek - Şubat 26, 2017, 11:21:33 ÖÖ
 eys bravoo bravoo