Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» İslami Dini ve Türk Tarihi »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Dini Bilgiler ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Nisan 02, 2014, 06:40:55 ÖS

Başlık: Veli ve Evliyâullah
Gönderen: Fatih - Nisan 02, 2014, 06:40:55 ÖS
Veli; malik, sahip, muîn, sadık, nâsır mânâ­larına gelip, hak dostu, hak eri, dostluk hisleriyle Allah'a yönelen ve O'nun tarafından dostluk muamelesi gören ermiş insan demektir. Böyle bir mazhariyete ermişliğe de velilik anlamında "vilâyet" ve bu konudaki en üst pâyeye de "kutbiyet" denir.

Kâmil mânâda vilâyet, kulun, nefis ve cismaniyet itibarıyla fenâ bulması, mârifetullah, muhabbetullah, Hak müşâhedesi ve esrar-ı ulûhiyetin inkişafıyla "kurb" ufkuna ulaşıp yeni bir vücud-u câvidânî kazanmasından ibarettir. Mağriplerin ayn-ı maşrık olduğu, hazanın bahara dönüştüğü, fenânın beka hâline geldiği böyle bir zirveye ulaşmış hak eri nazarında artık her şey O'nunla başlar, O'nunla biter; O'nunla doğar, O'nunla batar ve O'nun ziya-i vücuduyla varlığa erer. Böyle bir müşâhid, her şeyi O'na bağlaması ölçüsünde bütün varlığı daha bir farklı ve değişik duyar ve görüp hissettiği her nesnenin, gönlünde "kenzen" bilinen Hakikatler Hakikati'ne bağlı cereyan ettiğini daha bir engince müşâhede eder; eder ve doğup batan sabahların-akşamların çehresinde, sürekli bize göz kırpıp duran pırıl pırıl göklerin derinliklerinde, her zaman bir başka türlü tüllenen mevsimlerin rengârenk güzelliklerinde, engin denizlerin mehîb duruşlarında, ırmakların derin bir vuslat iştiyakıyla deryalara doğru çağıldayıp durmalarında, kuşların-kuşçukların çığlıklarında, koyunların-kuzuların meleyişlerinde kemmiyet ve keyfiyet üstü bir sezi ile hep O'ndan gelen ışıklarla irkilir, O'ndan gelip gönlüne boşalan mânâlarla ürperir. Derken müşâhede ufkunda bütün suretler ve şekiller silinip gider de o, kendini, sadece O'nu görüyor, O'nu duyuyor, O'nu hissediyor gibi bir tefekkür ve zevk zemzemesi içinde bulur.

Böyle bir gönül erinde şevk, bütünüyle iştiyaka dönüşür; cezb, incizab hâlini alır; gaflet her türüyle zeval bulur ve her yanda nur-u Hak ayân olur. Akıl kalble el ele tutuşur ve varlık baştan başa okunan bir kitap rengine bürünür. İnsanı aldatan bütün yalancı mumlar bir bir söner ve her yana âdeta semadan yıldızlar iner. Dünyevîliğiyle dünya fenâ bulur ve ötelere ait bir desenle yeniden kurulur. Zulmetler ard arda yırtılır ve bu yırtıklardan etrafa ışıklar fışkırır. Her varlık hak erine can olur, yoldaş olur.. ve gönül tek bir noktada aradığını hemen her şeyde bulur; bulur ve bütün vahşi yalnızlıklardan kurtulur. İşte böyle ruhanî bir miraçla "üns billâh"a ermiş bir sâliki, Cenâb-ı Hak göz açıp kapayıncaya kadar olsun nefsiyle baş başa bırakmaz; bırakmaz ve o artık, bütün benliğiyle "lillâh", "livechillâh" ufkuna müteveccihtir, Allah da sonsuz inayet ve riayetiyle onu koruyup kollamaktadır. Ne keder ne tasa, her yanda üfül üfül vefa, onun gönlünde de köpük köpük uhrevî bir safa, her taraf bağ-ı Cennet, o da bir firdevslik olarak: أَلَۤ إِنَّ أَوْلِيَۤاءَ الّٰلِ لَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَهُمْ يَحْزَنُونَ "İyi biliniz ki, evliyâullah için hiçbir korku yoktur; onlar asla tasa da yaşamazlar."1 hısn-ı hasîni içinde nefsanî karanlıklardan uzak, rahmânî nurlarla kuşatılmış ve –Hakk'a karşı mehâfet ve mehâbet hisleri mahfuz– sürekli öteden bişaret mesajları almakta ve bunlara tayyibatla mukabelede bulunmaktadır.

"Veliyyullah" veya "evliyâullah" dendiğinde, bundan "a'dâullah"ın karşılığı kabul edilen bütün mü'minler anlaşılsa da –ki aslında, Kur'ân ve Sünnet'te evliyâullah sözcüğüyle anlatılan da budur– tasavvufta veli tabirine yüklenen daha başka mânâlar da vardır. Sofîlere göre veli, riyâzet veya daha değişik mücahede yollarıyla, beden ve cismaniyetini aşıp, kalb ve ruhun hayat mertebesine, dolayısıyla da Hak yakınlığına ulaşan, derken şahsı adına fenâ bulup yeni bir mânâ ile bekaya eren, Allah'ın hususî iltifat, ihsan ve teveccühlerine mazhar hak eri demektir. Böyle bir hak dostu, bu pâye ile, bulacağı her şeyi bulmuş ve başka arayışlardan da kurtulmuş demektir ki artık o, fâni ve zâil şeyleri kendi çerçeveleriyle hiç mi hiç düşünmez. "Mal-menal varsın başkalarının olsun, bana Allah yeter." der ve mâsivâya karşı "min vechin" hep kapalı yaşar. Zannediyorum Nâbî merhum da

Evliyâ mâle tenezzül mü eder?
Sıklet-i nâsa tahammül mü eder?

şeklindeki sözleriyle bu hususu hatırlatmak istemişti. Zaten bir veli, Hakk'a tahsis-i nazarda ısrarlı olması, Hakk'ın da sürekli ona ihsan ve iltifatta bulunması itibarıyla, artık onun ağyâra teveccühü asla söz konusu değildir.

Evliyâullah, hemen hepsi de birer kalb ve ruh insanı olmalarına rağmen meşrepleri, mezâkları, mizaçları, mazhariyetleri, vazife ve misyonları itibarıyla ebrâr, mukarrabîn, ebdâl, evtâd, nücebâ, nukabâ, imam, gavs ve kutup gibi farklı ad ve unvanlarla yâd edilirler. Ne var ki, nâm ve nişanları ne olursa olsun, istidatlarıyla "mebsûten mütenasip" hemen hepsinin müşterek vasıfları sıdk, emanet, ihlâs, takva, vera', zühd, rıza, muhabbet, hilm ü silm, tevazu, mahviyet, tevbe, inâbe, evbe, haşyet, mehâfet... gibi hususlardır. Ve bunlar, içlerindeki bir kısım meczuplar istisna edilecek olursa, hemen hepsi de bu esaslar çerçevesinde hareket etmektedirler.

Ebrâr:
Ebrâr; iyiler, hayra kilitlenmiş kimseler, riyâzet ve ahlâkî istikametle Hakk'a ermeye çalışan birr u takva erleri.. ve özleri-sözleri doğru, hayatlarını kılı kırk yararcasına yaşayan Hakk'ın sadık kulları demektir.

Ebrârın bir kısmı Hakk'a bağlılık, vefa ve O'nunla gönülden münasebet içinde bulunmanın yanında, sadece kendileriyle meşguldürler; her hamle ve hareketleri Allah rızası çizgisindedir ama, bu hamle ve hareketler şahsî kemalât yörüngelidir. Bunlar, ağları gerilmiş hemen her zaman, mânevî füyuzât avlama peşindedirler; peşindedirler ve bazen kendilerinden de halktan da o kadar uzaklaşırlar ki, vahdet denizinin gaybî vâridât dalgaları arasında istiğraktan dehşete, dehşetten hayrete sürekli gel-gitler yaşarlar da, görenler onları meczup sanır ve alaya alır. Ne var ki, Hak'la münasebetlerinin derinliği ne olursa olsun, bu çizgideki ebrâr, zihinlerde hâsıl ettikleri bulanıklıktan ötürü muktedâ bih (uyulup örnek alınacak kimse) olamazlar.

Ebrârın diğer kesimi ise, her zaman mişkât-ı nübüvvetin ziyası altında hareket ettiklerinden, hep dengeli davranır, her hamle ve hareketlerini vahy-i semavî, kalb ve aklın vesâyetinde planlar ve seslendirirler. Şer'î meseleleri doğru anlar ve iltibaslara meydan vermeyecek şekilde yorumlarlar. Eşyanın perde önü ve perde arkasıyla alâkalı mülâhazalarında hep muvazeneyi korur, vecd ü istiğrak hâlleriyle alâkalı zuhûrât ve ihsaslarını "usûlüddin" prensipleriyle tashih eder ve istinbatlarını çevrelerine öyle sunarlar. Her zaman dünyayı, enbiyânın kriterleriyle değerlendirir, kalben ona karşı tavırlarını belli etmenin yanında, Hak güzelliklerinin meşheri, ilâhî isimlerin tecellîgâhı ve ahiretin de tarlası olması itibarıyla da ona gereken ihtimamı göstermede kusur etmezler. Bunu yaparken de, bütün gayretleriyle Hak hoşnutluğu ve ebedî saadet arkasında dur-durak bilmeden sürekli koşarlar; koşar ve ömürlerinin saat, dakika ve saniyelerini, yedi, yetmiş, yedi yüz veren başaklara çevirerek hep peygamberâne bir azim içinde bulunurlar. Her zaman, gözlerini kendi üzerlerinde hissettikleri kitlelere karşı birr u takva örnekleri sergilerler. Her görüldükleri yerde birer işaretçi gibi O'nu hatırlatır, herkesi O'na yönlendirir ve O'nu gösterirler. Hâsılı bunlar;

İşleri birr u takva, düşleri birr u takva,
Her zaman Hakk'a uyar ve halkı gözetirler.
Başlık: Ynt: Veli ve Evliyâullah
Gönderen: вαşκαп - Mart 25, 2016, 04:45:44 ÖS
 cgp
Başlık: Ynt: Veli ve Evliyâullah
Gönderen: Özgür Kız - Ekim 01, 2018, 01:08:40 ÖS
 eys