Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» İslami Dini ve Türk Tarihi »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Dini Bilgiler ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Nisan 02, 2014, 06:41:34 ÖS

Başlık: Ebdâl
Gönderen: Fatih - Nisan 02, 2014, 06:41:34 ÖS
Ebdâl, "bedîl"in cem'i olup temiz, safderûn, derviş adam mânâlarına gelen ve evliyâullahtan, halkın işlerine nezaret etmeye mezun, ilâhî icraatın perdedârları ve alkışçıları hakkında kullanılan bir tabirdir. Osmanlılardan evvel bu kelimeyi İranlılar, kalender, ışık insan, sofî yerinde kullanmışlardı. Sonra Babaîliğe bağlı bir tarikatın adı oldu. Osmanlılar döneminde ise, fütursuzlukları ve pervasızlıkları itibarıyla bir kısım fütüvvet erleri bu ad ve bu unvanla anıldı. Tekye ve zaviyelerde ise ebdâl sözcüğü, hep "ricâlullah"ın unvanı olarak yâd edilegeldi.

Biz, dilimizde, ebdâlı "abdâl" şeklinde kullandığımız gibi, bazen ahmak mânâsına "aptal" dediğimiz de olur. Tıpkı büdelâya bön ve ebleh mânâlarında "budala" dememiz gibi. Bazen de abdal şeklinde yanlış telâffuz ettiğimiz bu kelimenin sonuna bir "-lar" ilâvesiyle "abdallar" deyiveririz.

Sofiyeye göre ebdâl, vilâyet mertebesini ihraz ettiği hâlde, çok defa görünüp bilinmeden hayır işlerinde koşan hak erleri demektir.. ve bunlar, birbirinden farklı iki grup teşkil etmektedirler:

Birinci grup itibarıyla ebdâl, bütün kötü hasletlerden sıyrılmış, mesâvi-i ahlâkını mehâsin-i ahlâka çevirebilmiş ve her türlü şekavete karşı duran süedâ zümresinin müdavimi olmuş hak erlerine;

İkinci grup itibarıyla da, üç yüzler ya da kırklar, yediler gibi "evliyâullah"dan muayyen bir misyonu olan belli sayıdaki kimselere denir. Bunların sayılarının, kırk, yedi ya da daha çok ve daha az olması hiç de önemli değildir; önemli olan, onların Hak nezdindeki yerleri, pâyeleri, vazifeleri ve hususiyetleridir. Ebdâlden biri vefat edince ondan boşalan yer, hemen alt tabakadan biri ile doldurulur. Bunlardan herhangi biri, bir hizmet münasebetiyle yerinden ayrılmak istediğinde, ya dublesiyle ayrılır ve kendi olduğu yerde kalır veya kendi gider, dublesini bedîl olarak orada bırakır. Parapsikolojide, insanın perispirisi veya dublesiyle alâkalı benzer şeyler nakledildiğini hatırlamakta yarar var... Konumuzun dışında olduğu için biz şimdilik o hususa temas etmeyeceğiz.

Bazıları, evtâd, iki imam ve kutbu bunlardan tamamen ayrı ve bir üst tabaka kabul ettiklerinden, ebdâle hâl ehli, ikincilere de makam sahibi nazarıyla bakmaktadırlar; birincileri "seyr ilâllah" yolcuları olarak görmekte, ikincileri de "seyr fillâh", "seyr anillâh" müntehîleri farz etmektedirler.

Ebdâli yedi kabul edenlerin bir diğer mütalâaları da şöyledir:

Bu yedi zattan her biri, ayrı bir iklimde ika­metle, oradaki ilâhî icraata nezaret eder; faaliyet-i Sübhâniye'yi alkışlar ve şuursuz varlıkların şuurdârâne hareket ve aktivitelerinin şuurlu bir temsilcisi olarak Cenâb-ı Hakk'a tayyibâtla mukabelede bulunurlar. Sofîlere göre, bu yedi zatın aynı zamanda belli birer makamı ve o makamlara göre de birer unvanı vardır:

Birinci bedîl, Hz. İbrahim Aleyhisselâm'ın kalbinin aksi ve izdüşümü mahiyetindedir; unvanı da "Abdülhayy"dır.

İkincisi, Musa Aleyhisselâm'ın kalbî hususiyetlerini hâizdir, namı da "Abdülalîm"dir.

Üçüncüsü, Harun Aleyhisselâm'ın kalbi­ne ayna durumundadır, hususî ismi de "Ab­dülmürîd"dir.

Dördüncüsü, İdris Aleyhisselâm'ın kalbî özel­liğini aksettirir ve "Abdülkadir" namıyla anılır.

Beşincisi, Yusuf Aleyhisselâm'ın kalbiyle murtabıttır ve "Abdülkahir" unvanıyla meşhurdur.

Altıncısı, İsa Aleyhisselâm'ın kalbî muhtevasına bağlıdır, o da bu mazhariyetiyle alâkalı "Abdüssemî" unvanıyla yâd edilmektedir.

Yedincisi, Âdem Aleyhisselâm'ın kalbi üzerinedir; "Abdülbasîr" namıyla bilinmektedir.

Bu tespitlerin hiçbiri, âyât-ı Kur'âniye ve­ya Sünnet'le müeyyed olmayıp, ehl-i keşfin müşâhedesiyle sabit ve yoruma açık hususlardandır; bu itibarla da, herkesin kabul etmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Ancak, vazife, konum, mazhariyet ve unvan ne olursa olsun, ehlullah silsilesinde bulunanların hemen hepsi "ârif-i billâh", Hak tarafından müeyyed ve musaffâ kalbleri, müzekkâ nefisleriyle de her zaman ilâhî esrara açık kimselerdir.

Ebdâl unvanı altında ricâlullahın yer ve vazifeleriyle alâkalı diğer bir tevcih de şöyledir:

Bunların üç yüzü, Âdem nebinin kalbi; kırkı, Hz. Musa'nın kalbi; yedisi, Hz. İbrahim'in kalbi; beşi, Cibril-i Emin'in sinesi; üçü, Mikâil Aleyhisselâm'ın sinesi; biri, birincisi ve vilâyet-i kübrâ temsilcisi olanı da, Hz. Ruh-u Seyyidi'l-Enâm'ın (aleyhi ekmelüttehâyâ) kalbi üzerinedir ve O'nun aynasıdır. Bunlardan en sonuncusu vefat edince, üsttekilerden biriyle; onlardan biri ölünce de daha yukarıdan bir başkasıyla meydana gelen boşluklar doldurulur ve mevcut adet yeniden tamamlanmış olur.

Ebdâlin sayılarıyla alâkalı rivayetler farklı farklı olduğu gibi, ikamet ettikleri yerler ve yâd edildikleri adlar, unvanlar da oldukça birbirinden farklıdır. Ricâlullah arasında böyle bir sınıfın mevcudiyetiyle alâkalı, yirmi kadar hadis vardır3 ve özet olarak bu hadislerde, onların şu mazhariyet ve mümeyyiz vasıfları anlatılmaktadır: Ebdâlın yüzü suyu hürmetine Cenâb-ı Hak yağmur yağdırır.. düşmanlarına karşı mü'minlere yardım eder.. ve onlardan belâları def ü ref eyler. Ebdâl, yerküre için mânevî bir cazibe merkezi gibidir; Allah, esbab-ı mâneviye planında onlarla arzı yörüngesinde durdurur.. Cenâb-ı Hak onların hürmetine başkalarını da rızıklandırır.. ebdâl, kendilerine haksızlık yapanları affeder, kötülük edenlere iyilikte bulunur.. sehâvet ve semâhatle hep Cennet yolunda yürür. Kalb selâmeti onların baş şiarıdır ve onlar her zaman Müslümanlara hayırhahlıkta bulunurlar. Dünyaya karşı asla hırs göstermezler.. ve düşmanlarıyla bile nizâ ve cidale girmezler. Konuşurken, her zaman mübalâğadan uzak durur ve itidali temsil ederler. Bid'atlardan kaçınır, ibadetlerinde de ifrat ve tefrite düşmezler. Seviyeleri ne olursa olsun asla kendilerini beğenmezler. Kazaya rıza, haramlara karşı tavizsiz davranma ve Cenâb-ı Hakk'a karşı da fevkalâde bir gayret ve saygı içinde bulunma.. ve ne olursa olsun kimseyi lanetlememe, ebdâlin en önemli hususiyetleri olarak zikredilmektedir.

İbn Teymiye ve İbn Kayyim gibi hadisçiler, ebdâlle alâkalı hadislerin bütününü mevzû görerek reddetmişlerdir.4 İmam Süyûtî, konuyla alâkalı rivayetler birbirini takviye ettiğinden, bu hadislerin mânevî tevatür derecesine yükselebileceği mülâhazasıyla mevzua farklı bakmıştır.5 Hafız Sehâvî ise, kendince orta bir yol takip ederek, konuyla alâkalı rivayetlerin hemen hepsinin zayıf olduğunu söylemiş ve mülâhaza dairesini açık bırakmıştır.6 Konu bu kadar karmaşıklaşınca, herhâlde bize de, "Her şeyin doğrusunu Allah bilir." deyip sükût etmek düşecektir...

Ebdâl kelimesine yakın diğer bir tabir de "büdelâ" sözcüğüdür. Türkçede galat olarak "ebdâl"ı "aptal" şeklinde kullandığımız gibi "büdelâ"yı da "budala" yaptığımıza daha önce işaret etmiştik.

Bedel'in çoğulu olan "büdelâ", sofîler arasında ricâlullahtan yedi önemli kimsenin müşterek unvan-ı mahsusu olarak bilinmektedir. Bunlar, yerinde tayy-i mekân eder ve yerinde de nuraniyet sırrıyla bir anda farklı bölgelerde bulunabilirler. Bu intikal ve bulunuşlar dublelerin ve misalî vücudların aksi mi, yoksa bizzat vücudun "tayy-i mekân" etmesi mi?. konu net değildir. Aslında, bazen büdelâ, kendileri bile böyle esrarlı bir intikalin farkına varamayabilirler. Fütuhât-ı Mekkiyye sahibi, büdelâyı yediler diye kaydeder ve yaklaşık olarak şu mütalâada bulunur: Büdelâ, yedi ayrı iklimde Cenâb'ı Hakk'ın icraatının nezaretçileridirler. Bunlar, Cenâb-ı Hakk'ın şuûnât-ı Sübhaniyesini te­mâşâ eder ve insan ufku itibarıyla hem o icraata perdedâr görünürler hem de alkışlarlar. Bunların hepsi üveysiyyü'l-meşrebdir; dolayısıyla da herhangi bir pîrin daire-i irşadına girmeleri söz konusu değildir.
Başlık: Ynt: Ebdâl
Gönderen: вαşκαп - Mart 25, 2016, 04:45:28 ÖS
 cgp
Başlık: Ynt: Ebdâl
Gönderen: Özgür Kız - Ekim 01, 2018, 01:09:07 ÖS
 eys