Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» Web Ailem Dostuk Sevgi Forumları »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Paylaşmak İstediklerim ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Mayıs 14, 2014, 02:27:21 ÖS

Başlık: Mü'min Bir Doktor Olmak
Gönderen: Fatih - Mayıs 14, 2014, 02:27:21 ÖS
(http://www.sizinti.com.tr/img/spotimg/424/5954.jpg)

21. yüzyılın en zor mesleklerinden biri, eski adıyla "tababet", yeni adıyla "doktorluk" ama asıl ismiyle "hekimlik" olsa gerek… Ülkemizde altı yıllık tıp fakültesini bitiren herkes, doktor olabilmektedir. Aynı kişi, mesleğini iyi yaparsa kendisine "iyi bir tabip" sıfatı verilebilir. Fakat "hekim" olmak çok zordur.

Hekim olabilmenin zorluğu, insan ve sağlıkla alâkalı bütün meselelere "hikmet" nazarıyla bakılması lazım geldiğindendir. Bu itibarla, her hekim hem bir mânâda mütefekkir olmalı, hem de kendisine aklen, kalben ve vicdanen sağlam bir meslek felsefesi inşa etmelidir. Nitekim tarihe adını yazdırmış hekimler, bu vasıfları hâizlerdi. İbn-i Sina bunlar arasında en zirve isimdir.

İbn-i Sina: "Bütün hastalıklar, esasen yenilen ve içilen şeylerden ileri gelir." diyecek kadar tıbbın hikmetini kavramıştı. Diğer yandan, "Hiç kimse görmek istemeyen kadar kör değildir." şeklindeki tespitinden de anlaşıldığı gibi, toplumlarının bakış çarpıklıklarını da özlü ifadelerle dile getirebiliyordu. Benzer bir tespit, tıp tarihinin diğer önemli ismi Hipokrat'ın: "Besininiz ilâcınız olsun, ilâcınız besininiz." ifadelerinde de görülebilir.

Günümüzde, pozitivist felsefenin kanaatleri ışığında doktorluk yapmaya çalışmak, mü'min bir doktor için dar bir elbise giymek demektir. Bugün, ne yazık ki, yaygın bir temayül olarak Müslüman hekim, hasta muayene odasına girerken "Müslüman vasfı"nı terk etmekte ve pozitivist bakış açısıyla hasta tedavi etmeye çalışmaktadır.

Bu asırda, görünen tablonun arkasındaki görünmeyen fırçaları idrak etmek ve kendisine âdeta dikte edilen "Bu hastalığın tedavisi yok… Bu hastalık mezara kadar gider." nev'inden anlayışları sorgulamak, akl-ı selim sahibi bütün hekimlerin vazifesidir. Çünkü insanlığın iftihar tablosu Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hak Teâlâ şifasını vermediği hiçbir dert yaratmamıştır. Her kim o şifayı bilirse, ilâç edip kurtulur, her kim bilemezse o dertle kalır. Fakat ölümün dermanı yoktur."1 mealindeki hadîs-i şerîfi, hem bu konuya İslâm'ın temel bakışı olan "Şifa Allah'tandır!" hakikatini ortaya koymakta, hem sebeplere müracaatın kulluğumuzun ve Allah'a saygının bir gereği olduğunu ihtar etmekte, hem de ölümü bu dünyanın bir gerçekliği olarak hatırlatmaktadır.

Bilim câmiasına hâkim pozitivist paradigmanın bir tavrı olarak, bütün mânevî değerlere şüpheyle bakılan bir zamanda, insanı beden veya ruh, akıl veya kalb ayrımıyla değil, akıl, nefis ve kalbiyle bir bütün olarak ele alması gereken mü'min hekimlerin de, bilimsel etiketiyle dayatılan yaklaşımlara şüpheyle yaklaşması gerekir.

Batı dünyası, İslâmiyet'in 9 ilâ 13. asırlar arasında insanlığa kazandırdığı ilmî birikimi çok iyi değerlendirmiş ve bilhassa son üç asırda tamamen maddî ve kültürel kriterler açısından dünyaya hâkim olmuştur. Tıp da bundan nasibini almış ve Batı tesirindeki Müslüman doktorlar kendi değerlerine yabancılaşmıştır. Ne yazık ki birçok Müslüman doktor, bugün pozitivist felsefeyle beslenen Batı Ortodoks tıbbının takipçisi ve taklitçisi durumuna düşmüştür.

Diğer yandan Batı tıbbının hakkını da teslim etmek gerekir. Son 150 yıla damgasını vuran bu ekolün önemli başarılarından biri, âcil müdahale ve tedavilerdir. Meselâ, bir insanın kalbi durmak üzereyken veya yeni durmuşken verilen ilâçlarla ve yapılan manevralarla hastanın kalbi yeniden ritmini bulabilmekte ve kişi toparlanıp kendine gelebilmektedir. Yine alerjik reaksiyon neticesi anafilaktik şoka sürüklenen bir hasta, yapılan ilâç enjeksiyonlarıyla dakikalar içinde normal hâline dönebilmektedir.

Batı tıbbının bir başka hayatî başarısı da ameliyatlardır. Meselâ apandisit problemi olan bir kişi, müdahale edilmediği takdirde komalık olabilecekken, sadece yarım saatlik bir operasyon sayesinde ertesi gün evine dönebilmektedir. Batı Ortodoks tıbbının antibiyotikleri geliştirmesinin en önemli neticesi, ameliyat sonrasında enfeksiyon riskini minimuma indirmesidir. Tarihte, bir çıbana bağlı şiddetli enfeksiyon (iltihap) neticesinde hayatını kaybetmiş hükümdarlar vardır.

Bu tıp ekolünün başarılı uygulamalarından birisi de, hastalıklara karşı mücadelede, doğumdan itibaren belli bir takvim çerçevesinde uygulanan aşılardır. Bununla bebek ve çocuk ölümleri dünya genelinde önemli oranlarda azalmış, ortalama insan ömrü uzamıştır.

Batı tıbbının geliştirdiği bir diğer faydalı uygulama, serumla tedavilerdir. Şeker komasına girmiş bir hasta hiç ağızdan beslenmeden, sadece serumla komadan çıkmakta, birkaç gün içerisinde normal hayatına devam edebilmektedir.

Bütün bu yeri doldurulamaz başarılar, Batı tıp ekolünün muvaffakiyet hanesini yüksek notlarla doldurmuştur. Fakat konu kronik (müzmin) hastalıklara geldiğinde, Batı tıbbının mevcut tedavi anlayışı zayıf ve başarısız kalmaktadır. Koruyucu hekimlik anlayışını -her nedense- kısmen de olsa göz ardı etmesi, 21. yüzyılda bu tıp ekolünü tartışılır hâle getirmiştir.

Batı Ortodoks tıbbı, elinin tersiyle ittiği geleneksel tıbbın aksine, koruyucu hekimliği değil, tedaviye yönelik müdahale ve ilâçları öne çıkarmıştır. Bu tutum ne yazık ki, kronik hastalıkların katlanarak artmasına yol açmıştır. Böylece kronik hastalıklar, Batı'da olduğu kadar, geçmişinde ağırlıklı olarak uygulanmış koruyucu hekimlikten ve mânevî dinamiklerinden bîhaber Müslüman toplumlarda da yaygınlaşmıştır. Hâlbuki İslâm Peygamberi'nin (sallallahu aleyhi ve sellem) tavsiye ettiği zeytin, zeytinyağı, çörek otu gibi hem antioksidan, hem anti-enflamatuvar ve hem de adaptojen tesirlere sahip yaratılmış birer nimet olan besinlerin en büyük hususiyeti hastalıklara karşı koruyucu ve tedavi edici olmalarıdır.

Neredeyse her ailede görülmesi tabiî karşılanan şeker (Diabetes Mellitus), damar sertliği (Atherosclerosis), romatizma (Rheumatoid arthritis), ülser ve kanser gibi hastalıklar, hayatın kalitesini ve süresini düşürmektedir. Bunu kabullenir olmak, yukarıdaki hadîs-i şerîfin ruhuna ters bir durum oluşturmaktadır.

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Mısır Hükümdarı Mukavkıs'a, Hz. Hatip bin Ebi Belta'yı (ra) elçi olarak gönderir. Bu güzide sahabe efendimiz, Mısır hükümdarına Peygamberimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) mektubunu okuyunca Mukavkıs çok etkilenir ve teşekkürlerini sunar. Halkının bu inancı kabul etmeyeceğini öne süren hükümdar, en iyi doktorlarından birini Müslümanları ücretsiz tedavi etsin diye gönderir. Bu doktor, sahabeler arasında uzun süre kalmasına rağmen, doğru dürüst hasta göremez ve bunun hikmetini Efendimiz'e (sallallahu aleyhi ve sellem) sorar ve O'ndan şu cevabı alır: "İslâm, hasta olmamanın yollarını göstermiştir. Ashabım hasta olmaz. Çünkü temizliğe çok dikkat ederler, acıkmadıkça sofraya oturmazlar, doymadan sofradan kalkarlar."

İnsan fıtratına uygun olan bu uygulama, ancak 20. asrın sonlarında yapılan çalışmalarla literatüre girmiştir ("Günlük kalori kısıtlaması kronik hastalıklardan korunmanın, kaliteli ve uzun bir hayat sürmenin sırrıdır."2). Buna rağmen, nedense Batı Ortodoks tıbbının ve ecza sanayinin ilgisini pek çekmemiştir. Literatürdeki bu veriler, kendisi az yemeyi tavsiye eden, düzenli oruç tutarak bu konuda örnek teşkil eden ve ashabına "Oruç tutunuz ki sıhhat bulunuz!" nasihatinde bulunan bir Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmeti hekimleri heyecanla harekete geçirmeli değil midir?

Görünen o ki, bir müddet daha, kanser, diyabet, damar sertliği, romatizma, Parkinson, ülser, Alzheimer gibi her bakımdan insanı yıpratan rahatsızlıklar, mü'min doktorların, ama asıl itibariyle hakiki "hekim"lerin uyanmasını, zamanı idrak etmesini ve Şâfi olan Allah'ın (celle celâluhu) izniyle dertlere deva bulmasını dört gözle bekleyecektir. Ümit ederiz ki, bu süreç uzamaz. Üzerinde hem "Müslüman ahlâkı ve emniyeti" hem de "doktor önlüğü" olan değerli hekimlerle inşallah bu da mümkün olur.



Dipnotlar

1. Önder Çağıran, Tıbb-ı Nebevî, 1. Baskı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1996

2. Effect of 6-Month Calorie Restriction on Biomarkers of Longevity, Metabolic Adaptation, and Oxidative Stress in Overweight IndividualsA Randomized Controlled Trial, -Leonie K. Heilbronn, PhD; Lilian de Jonge, PhD; Madlyn I. Frisard, PhD; for the Pennington CALERIE Team, JAMA. 2006;295(13):1539-1548. doi:10.1001/jama.***********.
Başlık: Ynt: Mü'min Bir Doktor Olmak
Gönderen: Kuskün Çiçek - Şubat 25, 2017, 07:39:04 ÖÖ
 eys bravoo bravoo
Başlık: Ynt: Mü'min Bir Doktor Olmak
Gönderen: Özgür Kız - Eylül 30, 2018, 11:28:22 ÖÖ
 eys