Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» İslami Dini ve Türk Tarihi »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Dini Bilgiler ::.. => Hz.Muhammed S.a.v => Konuyu başlatan: мυαммєя αнмєт - Nisan 27, 2011, 06:08:00 ÖS

Başlık: Gülümse ey güzeller güzeli!
Gönderen: мυαммєя αнмєт - Nisan 27, 2011, 06:08:00 ÖS
Gülümse ey güzeller güzeli!
 
 (http://umuthuzmeleri.files.wordpress.com/2011/02/gc3bcl-efendimiz.jpg)
 
 
Gülüm şöyle gülüm böyle demektir yâre mutadım
Seni ey gül  sever canım ki canana hitabımsın
[/I]
 
Gülümse ey güzeller  güzeli!
 
Lâyık olmasak da merhamet ve şefâat nazarlarından mahrum eyleme  bizi.
 
Seni seviyoruz ve sana hasretiz…
 
Asırlardır gülmedi, derya  coşar, göl ağlar.
 
Yüzümüz güle hasret, mecnûn ağlar, çöl  ağlar.
 
Giden dostlar gelmedi, mızrap vurur tel ağlar.
 
Gözümüz  güle hasret, sazımız güle hasret.
 
‘O gül’e hasret duymayan, ne Yaratan’ı,  ne de yaratılış gayesini anlamıştır.
 
“Kurtulamam üç nesnenin elinden: Bir  ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm”
 
diyor âşık… Her üç nesneyi de bir  arada saydığına göre, demek ki  birinden kurtulsa diğeri sarılıyor yakasına.  Hangisinin daha zor  olduğunu elbette çeken bilir.
 
Aşk ve iman şâiri aziz  dostum ve üstadım Abdürrahim Karakoç ise;
 
“Ayrılıktan zor belleme ölümü,  Görmeyince sezilmiyor Mihriban.”
 
derken, kağıda yazamadığı aşkı uğuruna  ölüm sınırında nöbet tutuyor da,  ayrılığın, hasretin ne olduğunu anlatmaya  çalışıyor sevgiliye.
 
Hasret nedir sahi?.. Hasret ayrılık mıdır, özlem  midir?.. Hasret dert  midir, derman mıdır?.. Yoksa Yaratan’ın ehl-i derde yazdığı  ferman  mıdır?.. Cânı cânâna pazarlıksız hasretmek diyebilir miyiz?.. Umudun   ufkunda hasret gidermek için beklediğimiz nöbet saatleri değil midir   hasret?..
 
Hasret kala kala, hasret gitmek acıların ve ızdırapların en  acısı, en hüzünlü olanıdır bence.
 
Her cânın bir cânânı, cânânın cânı  vardır.
 
Müşerref olduğumuz bir eşref ânı vardır.
 
Dostlar gücenir  diye cân atar gül atamam,
 
Her gülün yaprağında bin bülbül kanı  vardır.
 
Ya hasretiyle yanmak! Nasıl bir duygu, nasıl bir sevda?..  Yananlara sorsak söylerler mi?..
 
Veya hicran ateşiyle yananların hâlinden  anlayanlar, can evini yangına verenler midir?..
 
Bülbüllerin feryâdı,  âşıkların iniltisi, sümbülün, sarı çiçeğin boyun büküşü, suların dertli akışı,  ceylanların mahzun bakışı…
 
Şu gök kubbe altındaki âhlar, enînler, feryâd  u figânlar firak ateşiyle  yananların kendi dillerince cânâna yazdıkları birer  hasretnâmedir…
 
Düşüncelerini, duygularını; acılarını, sevinçlerini bazen  söz, bazen de yazıyla anlatmaya çalışan insanoğlu:
 
“Güle hasretim  güle,
 
Bülbüller misâli hasret
 
Ele denmeyecek hâller var  bende,
 
Artık sen kıyas et.”
 
der de sözü sükûta bırakır. Zîrâ  hâlini ifade edecek kelimeleri bulamaz lügâtlerde. Şâirin dediği  gibi:
 
“Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem,
 
Zîra kalbimin  dili yok ‘ah ey yâr ondan ne kadar bî-zârım.”
 
Ama şu varlık âleminde her  şeyin bir dili var: Uçan kuşların bir dili  var. Bakan gözlerin bir dili var.  Esen rüzgarın, coşan ırmakların,  renklerin kemerini kuşanan çiçeklerin bir dili  var.
 
 (http://umuthuzmeleri.files.wordpress.com/2011/02/gc3bcl-efendimize.jpg)
 
Gülden karanfile, sümbülden lâleye, nergisten  menekşeye, gelincikten  kardelene kadar bildiğiniz bütün kır çiçeklerini, yâr  çiçeklerini  gözlerinizin önüne getiriniz. Farkında olmadan ya;
 
“Ben gülü  deste bağladım
 
Desteye beste bağladım.”
 
diye bir şarkı dökülür  dudaklarınızdan ya da
 
“Ben yârime gül demem
 
Gülün ömrü az  olur.”
 
diye bir türkü.
 
Daha sonra güle dâir ne söylenmişse, birer  birer sıralamak geçer  içinizden. Gül derken gülümsersiniz. Gülüm derken ağzınız  tatlanır. Ten  kafesindeki gönül kuşunuz, uçup da yeşil kubbeye konmak için  hasretle  kanat çırpmaya başlar.
 
Hiç şüphesiz, çiçeklere en erişilmez  mevkileri bağışlayan, bizim hissiyât ve düşünce dünyamızdır.
 
Takdir  edersiniz ki, doyumsuz bir rengi, iç açıcı bir güzelliği,  rahatlık ve huzur  veren görünümü ve sevda dolu kokusuyla çiçekler  arasında en güzeli ve en çok  sevileni güldür.
 
Bütün bu özelliklerini nübüvvet gülzârının tek gülü olan  Hz. Muhammed  (s.av.) efendimizden aldığı için de âşıkların ve şâirlerin ilham   kaynağı ve baş tacı olmuştur.
 
 (http://umuthuzmeleri.files.wordpress.com/2011/02/hz-muhammed.jpg)
 
Bir gül medeniyeti kurmuşuz. Bizim medeniyetimiz,  sevgi, şefkat,  merhamet ve hoşgörü temeline oturmuş, “Gül Medeniyeti” adını  almış bir  yücelişin ifadesidir.
 
Tarihimizi, coğrafyamızi, kültür ve  medeniyetimizi tayin ve tespit eden hemen her unsura, yine güller renk  vermişlerdir.
 
Peygamber’in kutlu müjdesine mazhar olan Fatih Sultan  Mehmed’in Nakkaş  Sinan tarafından gül koklarken çizilen minyatürünü görüyoruz.  Fatih’in  güllerle ilgisinin bundan ibaret olduğunu zannedersek  yanılırız.
 
Babası İkinci Murad’ın bir sabah namazı sonrası Kur’an okurken  bir oğlu  olduğu haberini alınca Allah’a hamd ve şükür içerisinde gözleri   yaşararak, “Murad bahçesinde bir gülî Muhammedî açtı” sözleri ne kadar  anlam  dolu.
 
Ve gün gelecektir, o koca Fatih büyük babası Ertuğrul’un  “İstanbul’u  aç, gül-zâr yap.” vasiyetini yerine getirmekle mesrûr olacaktır.   Üstelik fethettiği dünyanın bu en eski şehrinde, yine dünyanın en güzel   güllerinin yetiştirildiği gül bahçeleri yaptıracaktır.
 
Bir destan  şâirimizin ifadesiyle:
 
“Bursa tomurcuktu, Edirne gonca,
 
İstanbul  gülümüz açmadan önce.”
 
On dört yaşındayken on dördüncü Osmanlı padişahı  olan ve on dört sene  padişahlık yapan Sultan Ahmed’in, bu geceyi armağan  ettiğimiz,  âlemlerin efendisine aşk derecesinde öyle bir bağlılığı ve muhabbeti   vardır ki… Bulunduğu meclislerde Rasûlullâh’ın ism-i şerîfinin her  anılışında,  ona olan hürmetinden dolayı ayağa kalkardı. Efendimiz  aleyhi’s-salâtü  ve’s-selâmın mübârek ayak izlerinin resmi içine:
 
“N’ola tâcım gibi  başımda götürsem dâim,
 
Kadem-i resmini ol Hazret-i Şâh-ı  Rasûlün.
 
Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidir,
 
Ahmed â durma  yüzün sür kademine ol gülün.”
 
şiirini yazdığını ve bunu ölünceye kadar  kavuğunun içinde taşıdığını o ecdâdın nesli olarak bugün kaçımız  biliyoruz.
 
Gül, kokudur…
 
Gül, tazeliktir…
 
Gül,  canlılıktır…
 
Gül, güzelliktir…
 
Gül, hasrettir…
 
Gül,  zarâfettir ve gül, letâfettir. Her halde bunun için olmalı ki  eskiler “Gülü  tarife ne hâcet, ne çiçektir biliriz.” demişler.
 
Manevî atmosferimiz de  baştan başa güllerle doludur. Bir yanda güle  “seyyidü’l-ezhâru’l-cenneh” unvanı  bahşedilir, öte yanda gül kokusu;  misk ve amberle birlikte Kur’ân-ı Kerim’de  zikredilen üç hoş kokudan  biri olma imtiyazına erişmiştir. O inanç, öyle  muhteşemdi ki kokusunu  Peygamber’imizin teri diye kutsadığı gül yapraklarının  yere dökülmesini  dahi günaha yakın sayıp özel bir itinaya muhatap  etmiştir.
 
Aslında sevilen her ne varsa dünyada, onda gülden bir emâre,  bir iz  bulunur. Aşıkların vuslata ermeyen hasretleri açan kan kırmızı ve kar   beyazı güllerle ifade edilir; üzerlerinde uçan sevda kuşları hep bu  hicranı  söyleşip dururlar. İnanç dünyamızın doruklarında gezinen  Fuzûlî;
 
“Suya  versün bağban gülzârı zahmet çekmesün,
 
Bir gül açılmaz yüzün tek verse  bin gülzâre su.”
 
derken;
 
“Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı  Hüdâdır bu,
 
Nazargâh-ı İlâhîdir, makam-ı Mustafâdır bu.”
 
diye bir  edep yoksulunu ikaz eden Nabî’nin bülbüle değil de canânının  sesine ihtiyacı  vardır. Bunun için gülü bülbülden ayırmaya hazırdır.  Lâkin gülden asla  vazgeçemez.
 
“Gonca gülsün, gül açılsın, cûy feryâd eylesin,
 
Sen  sus ey bülbül, biraz gülşende yârim söylesin.” diyor.
 
Nedim de o devre  mana veren sevgiliyi şöyle anlatmakta:
 
“Gülüm şöyle, gülüm böyle demektir  yâre mu’tadım,
 
Seni ey gül sever cânım ki cânâna  hitâbımsın.”
 
Yunus’un sarı çiçeğe “Gül sizin nenüz olur” suâline aldığı  bir cevap vardır ki, insanın gül olup yerlere serilesi gelir:
 
“Çiçek  eydür ey derviş!
 
Gül Muhammed teridir.”
 
Buna nazire olarak Pir  Sultan Abdal;
 
“Yoksa sevdiğimin ilinden misin?
 
Yoksa has bahçenin  gülünden misin?
 
Güzel Muhammed’in terinden misin?
 
Cennet-i âlâda  gül safâ geldin.”
 
derken insanı ötelerde, gül bulutlarının üzerine  çıkarmaktadır.
 
 (http://www.gulresmi.com/wp-content/uploads/2010/02/guzel-kirmizi-gul.gif)
 
Gül, bir manada zamanın elinden tutmaktır. Belki de  Akif, “Gül devrini  görseydim onun bülbülü olurdum.” diye bunun için iç  geçiriyor.
 
Sevginin olduğu yerde sitem olmaz mı? Kişi en çok sevdiğine  sitemkârdır. En çok ona darılır. En çabuk ona küser.
 
Gül bülbülün nazlı  yari, bülbül güle kavuşamamaktan bî-tâb. Tükenmek  bilmeyen ezelî sitemler içinde  yine de onları ayrı düşünmek mümkün  değildir.
 
“Gel gül dedi bülbül güle,  gül gülmedi gitti,
 
Bülbül güle gül bülbüle yâr olmadı  gitti.”
 
Gevherî, bülbülün güle yakarışını;
 
“Bülbülün feryâdı gonca  gülünden,
 
Gülşen ağlar, bülbül ağlar, gül ağlar.”
 
diye dile  getirirken, Emrah daha mütevekkil;
 
“Ezelden mâiliz gonca  güllere,
 
Bülbül-i şeydâyı zâr eğlendirir.” 
 
diyor.
 
Dâimî’nin şu mısraları türkü olarak hepimizin ezberinde  değil midir?
 
“Bir gülün çevresi dikendir, hârdır,
 
Bülbül gül  elinden âh ile zârdır,
 
Ne de olsa kışın sonu bahardır,
 
Bu da gelir  bu da geçer ağlama.”
 
Dâimî geleceğe umutla bakarken  Hasretî:
 
“Baharı bekleyen yaralı bülbül,
 
Gül üstüne rahmet yağar  sabreyle.”
 
diye teselli bulmaktadır.
 
Her ikisinin dileklerine biz  de gönülden katılarak yağacak rahmeti bekliyoruz.
 
“Size gönül bahçemden  deste deste gül derdim,
 
Güller gibi gülüşün ağlayana gül  derdim
 
Derdi gül, dermânı gül, bir mü’min kardeşimin.
 
Derdiyle  dertleneli, diken oldu gül derdim.”
 
 
 
Güle hasret duyan gönül  dostlarını saygıyla selamlıyorum.[/SIZE]
 
 
 
 Gül üstüne  Gül düğümü/ Abdullah Gülcemal / ilkadımdergisi
[/COLOR][/FONT]
Başlık: Ynt: Gülümse ey güzeller güzeli!
Gönderen: вαşκαп - Mart 25, 2016, 02:23:34 ÖS
 cgp
Başlık: Ynt: Gülümse ey güzeller güzeli!
Gönderen: Özgür Kız - Mart 25, 2016, 04:26:45 ÖS
(http://siirfm.org/Smileys/default/cgp.gif)