Hislerimizi ve duygularımızı doğal halinden çıkarıp, süslü kelimelerle bize pazarlamaya çalışan tüm anlaşılmaz; rijit ve sükseli sözlere hayır! Hayatın içinden; yaşarken, düşünürken ve de dalarken kendiliğinden akla gelen; doğal, sade ve yapmacıksız sözlere evet!
Şurada, çay ocağının en kuytu köşesinde, bir bardak şekersiz çayın tam kıyısında, aklımın gidemeyeceği hiç bir yer bırakmadan, fütursuzca dolaşmak istiyor içim..
Gözlerine bak. Hepsi orada çünkü, her şey orada. O saklayamaz hiçbir şeyi. Ya döker usulca, ya da güler sana. Kızar, konuşur seninle, susar. Yapamazsa hiç bir şey,... dolar en azından, ama asla yalan söyleyemez. En fazla kendisini saklar, yumar kendini, kapar seni de içine, kendini de, susar.
Gidelim mi sisler içerisinden geçip de, kuşanıp sevdanın yalın halini... Duranlara inat; susanlara, konuşanlara, karanlığa gözlerini yumanlara inat gidelim mi ? Hayatın tüm acımasızlığına, insanların tüm hayırsızlığına inat.. Kirletmeden temiz kalan yanımızı da alıp, Bir sonbaharda, yağmurlu bir günde, senle ben vuralım sırtımıza yüreklerimizi gidelim mi?
Hep düşünmüşümdür; bir kuş, gökler dolusu yolu hangi yürekle alır diye. Sonra da kendimi teskin edici cevabın hiç değişmediğini görmüşümdür; yüreğin gidemeyeceği yer, kat edemeyeceği mesafe yoktur diye...
Yazılmayanı da, konuşulmayanı da anlar yürekler değil mi? Dile düşmeyen, söze gelmeyen kelimeleri de anlar. Anlamını bulduğu yüreklerin kelimelere, sözlere, yazılara ihtiyacı yoktur çünkü değil mi, yoktur. Şimdi burada, içimin en kenarında, sana en yakın olduğum yerde; Tüm sessizliklerimle, sessizliğimin en zarif haliyle, en masum, en içli, en yürekten sesiyle susuyorum şimdi, duyuyor musun?
Ben seninle konuşamam. Çay bile içemem ya çay bile! Öyle bakar kalırım görmediğim gözlerinle, bir görsem. Ben seninle konuşamam, bakıp da kalamam üstelik Dalar giderim Bu memleketten Bu şehirden Bu yerlerden İnce bağ yaprakları döşeli bozkırlara, düşlerinle düşlerim. Sesim bile çıkmaz her düşüşümde Vuslata hasret bir sessizlikle... Susturamadığım gerçeklerin kelimelerini İnce ince,sızı sızı çeker de düşerim Tutmazsan düşlerimden..
Sana şiirler yazayım ister misin, içerisinde benzetmeler olan… Umuda dair çoğaltılmış hisler ile besleyip. Etrafını gökyüzü ve denizler ile süslediğim. İçine de seni gizlediğim.
Sana şiirler yazayım ister misin? Yağmurdan sonra gelen gökkuşağı renginde. Yağmurdan sonra ki toprak kokusun da. Sen tadında, sen kıvamında.
Sana şiirler yazayım ister misin? Küçük bir kulübe içerisinde. Yamaçlarında orman olan Sen olan,umud olan,sukut olan,sade olan…
Sana şiirler yazayım ister misin? Okuyunca gözlerimi görebileceğin Bu şiirin devamı olan Sen olan İster misin?
Ben içimden ağlarım Bakma sen bana... Kafanı da yorma... Yan duruşun olsun hayallerime Sesimi de duyurmam kimselere Susarım,yutkunurum geceye.... Bak ne güzel doğuyor güneş Bugün kuşlar bir başka ötüyor Çimenin en yeşilinde kuzucukların yüreği Hem yağmur da yagıyor bak. Ben içimden ağlarım Bakma sen bana
Ve kitap bitmiştir... Usulca kapatır kapağı ama hemen bırakamaz elinden. Gözleri arka kapağındadır. “Bitirdin değil mi?” diye bir ibareye takılır gözü. Okumaya devam eder sonra; “Kapağını kapadığın her şey bitti sanıyorsun değil mi? Tıpkı göz kapaklarını kapatıp görmemeye çalıştığın gibi. Hayır! Asıl okumaya o zaman başlarsın Yarım kalmış cümleleri, söylenemeyen sözleri… Yazılmamış ama hissettirilmiş duygular yakandan tutmuştur çünkü Artık kapattığın tüm kapaklar bu okumaları bitiremez Yarım kalmış bir cümlesindir çünkü Bir ömür karşılaştığın her şey de bir parça bulursun okuduklarından Köşe de aniden karşına çıkan şemsiyeli bir adam, Aniden yakalandığın yağmur Öylesine dinlediğin bir türkü İzlediğin bir dizi;… yüreğine yüreğine vurur kendini Çünkü hala okuyorsundur Hem de yüreğin kekeleye kekeleye.."
Ben sana hep üşüyordum, çünkü kıştım... Nakıştım, bakıştım, inkar etmiyorum da. Seni sevmek gibi büyük işlere kalkıştım... Ve lütfen inkar etme, sana en çok, en çok ben yakıştım...
Sonra akıp giden zamanın gerisinde bırakılacak tüm bu dilekler Kim kime ne dilemişse unutacak üstelik Öyleyse, şöyle harbisinden,samimi ve de candanından … “dualı”sını bulmalı insan. Dilediği “iyi günde”lerin takipçisi olan En ücra vakitlerde dualarına katan, üstelik ‘DUASINI TAKİP EDEN’ Dualısı olmalı,kırık yüreklerimizin. ”Dualım olur musun ? “
Ağlayacağım. Neresi olursa olsun. Bir marketin içinde, tam otobüse binerken, gece vakti yüzünü görmediğim insanlarla söyleşirken, ekmek arası birşeyler hazırlarken..
Telafisi yok bu gidişin... Sonsuzluğa çıkan dik yokuşlu bir sokağın başında.. En mülteci yanımda kurmuştum hayallerimi.. Yâr demiştim sana.. Ama şimdi görüyorum ki en kapanmaz Yaram olmuşsun.. ...Ve bir kurşun yarası gibi öldürmüyorsun tek seferde Her saat.. her dakika; en yaman Yokluklara atıyorsun .. Sevgili.. Öldür beni bu gece.. Öldür ve sakın bakma gözlerime
Yürümektesin halen eve az kaldı ; merdivenleri çıkacaksın kapıyı açıp Keşmekeş bir halde odana koşacaksın; Bilirim odanı senin.. Küçük pencereni..aynanı;perdelerini Soğuk havalarda camdan bakıp hayal kurduğunuda bilirim.. Buğulu sesinle türküler mırıldandığını.. ve buğulu camlara Adımı Yazdığını ......Bilirim sevgili... Annen koşacak ardından;teleşla Su isteyeceksin; hüzünlü bir tebessüm fırlatacaksın ortalığa Susacaksın önce;dilin susacak cümlelerin çoraklasacak ve Bitti Diyeceksin .. Bitti.. Bitti... artık Diyebilecekmisin ?
‘‘Bir daha düşün, gideceğin yerlerde olmayacağımı. Bıraktığın yerde durmayacağımı, dönmeye meylettiğinde beni bulamayacağını, son defa bir daha düşün.’’
Yaz soğuğunu tanıdım senden sonra. Senden sonra, başka sonralar da oldu. Ama ben en çok seni bekledim senden sonra. Ne kadar çoğalsam, hep bir kişi eksik kaldı. Şimdi herkes biraz sen gibi ama kimse değil senin gibi…