“Eğer kalbinizdeki ilk sıraya Allah’ı koymazsanız; hem Allah’ı hem de ilk sıraya koyduklarınızı kaybedersiniz.” İşte, bu kaybedişlerin adı, modern cahiliyedir. Kaybedenler için Necip Fazıl’ın koyduğu isim ise “Marka Müslümanı”… Yani, sadece adı Müslüman!
Helak olmak, sadece maddeten değil ki bir de böyle manen gerçekleşiyor. İnsan, sahip olduğu bütün değerleri, bir başka kültürün yoğun tesiri altında kalarak, bir başka deyimle “Duman altı olarak” kaybediyor. Ortaya ne olduğu pek belli olmayan, şekilsiz, biçimsiz bir ucube çıkıyor. Kıyameti çoktan kopmuş bir insan ya da helak olduğunu fark etmeyen bir insan…
Her şeyi bilen ama kendini bilmeyen bir insan… Oysaki “Kendini bilen, bilir Rabbini…” Başka türlü, her devir cahiliyedir.
Ve bu devir, bilenlerin bilerek yanlış yaptığı, “Bile bile lades dediği” bir devir… Bu ahir zaman fitnesinin ya da modern cahiliyenin putları; para, makam, mevki, şan şöhret, benlik, bencillik ve şehvettir.
Tarihin derinliklerinde kaldığını sandığımız putlar, tam tersine daha etkili olarak ve sadece isim ve biçim değiştirmiş olarak tepemizdeler. Yememizde, içmemizde, giymemizde, markalaşmış varlıklarını daima ve vazgeçilemez halde hissettiriyorlar.
Müslüman, bu putların gölgesinde dura dura kararmış olan imanıyla, tanınmaz hale geliyor. Ve modern cahiliye başlıyor. Müslüman, doğarken, çocukken, tahsil yaparken, iş hayatında evlenirken, hep başka kültürleri yansıtıyor, içiyle dışıyla, ahlakıyla ama öldüğünde Müslüman olarak gömülüyor. Gömülürken de geride kalanların şahitliğine havale ediliyor; tabii ki “İyi biliriz!” diyoruz. İnşallah “Şıracının şahidi, bozacı” deyimine girmiyoruzdur.
Şimdi bütün mesele, Müslüman doğanların Müslümanca yaşaması ve son nefeslerini de Müslüman olarak vermeleridir. Temel dert bu olursa belki de modern cahiliyeye çaldırmayız kalplerimizi…
VEHBİ VAKKASOĞLU