Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» Web Ailem Dostuk Sevgi Forumları »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Paylaşmak İstediklerim ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Kasım 19, 2013, 06:01:10 ÖS

Başlık: Sevgi Dili
Gönderen: Fatih - Kasım 19, 2013, 06:01:10 ÖS
(http://www.sizinti.com.tr/img/spotimg/413/5792.jpg)

Birkaç yıl önceydi. Milletlerarası Türkçe Olimpiyatları organizasyonunda vazifeli arkadaşıma; "Bu sene kaç ülke katılıyor?" diye sorduğumuzda, arkadaşımın gözleri sevinçle ışıldamış ve: "120 ülkeyle yarışmayı yapıyoruz inşallah." demişti. Türkçenin bu gibi organizasyonlarda, değişik renk, din ve dilden insanlar tarafından seslendirilmesi neden önemli? Bundan sevinç duyan insanların bu duygu ve düşüncelerinin arka plânında bir üstünlük mülahazası mı var?

Asırlardır yoğrulduğumuz değerlerimiz ve bunlarla şekillenen hayat anlayışımız insanı Rahman'ın (celle celâluhu) aziz bir misafiri gördüğünden, UNESCO, Mevlâna Hazretleri adına dünyada yıl ilân ediyor. İnsanlık, arayış içindeki bazı Batılı mütefekkirlerin de dediği gibi, kendisinde huzur bulacağı sevgi insanlarına ciddi bir ihtiyaç duyuyor. İnsanlığın kaybettiği değerlerin farkında olan birçok Batılı: "Şayet 21. asır mistik bir asır olmazsa, bu, dinî ve ahlâkî değer kaybıyla hızla yol alan insanlığın sonu olacaktır." diyor. Sevgi dili Türkçeyle insanlara renkleri dinleri farklı olsa da, aynı Yaradan'ın kulları oldukları gerçeğini hatırlatmak, paha biçilemeyecek kıymette bir vazifedir.

Bu topraklarda yaşayan insanlar, bu vazifeye ehil insanlardır
Bu topraklarda yaşayan insanların gönlü, Yara­dan'dan dolayı varlığa ve varlığın meyvesi insa­na karşı muhabbetle dopdoludur. Reşat Nuri Gün­te­kin'in Anadolu Notları'nda insanımızın seciyesine dâir ilginç anekdotlar vardır. Devrin meşhur Rus senaristlerinden Zarhi, ülkemize gelmiş; köy köy, kasaba kasaba Anadolu'yu gezmektedir. Senarist bu seyahatlerinde insanımızı yakından tanıyacağı köy kahvehanelerinde, sohbet meclislerinde bulunur, insanlarla mülâkatlar yapar. Zarhi, büyük kısmı okuma yazma bilmeyen bu insanlarda derin bir irfanın ve diğer coğrafyalarda pek rastlamadığı karşılıksız bir muhabbetin izlerini gördüğünü söyler. Bu tespitlerde de vurguladığı gibi, Anadolu insanı misafirine ikram edecek bir şeyler bulamayınca, ona türküleriyle ikramda bulunacak kadar ince düşüncelidir, sevgi yüklüdür. Çünkü insanımız vicdanında asırlardır bu iklimde söylenegelen "Biz kimseye hor bakmayız kamu âlem birdir bize." mısralarını duyar. Onun ahlâkı İlâhî ahlâkın bir tecellisidir âdeta. Böyle olduğu içindir ki, onun öfkesinde dahi mecazî bir muhabbet vardır. O, daha dün Millî Mücadele'de kendisine kurşun sıkmış olan esir düşman askerinin yaralarını sarmak için kendi temiz mintanını sargı bezi olarak kullanacak, Bilecik Garı'ndaki esirlere yemek taşıyacak kadar yüksek bir seciyenin sahibidir.

Süreyya İlmen Paşa anlatır: Talebelik yıllarında bir gezi sırasında arkadaşlarıyla misafir oldukları köyde yemekler yendikten sonra, sıra kahve ikramına gelmiştir. Bu ikramın diğer kahve ikramlarından bir farkı vardır. Köylülerin hepsi küçük küçük keselerde getirdikleri az miktardaki kahveleri tepsiye boşaltır ve böylece herkesin payı olan bir kahve pişirilir. Süreyya İlmen, bu ikram tablosu için şöyle der: "Bu ikram şeklinde, kahveden iktisat düşüncesi yoktu. Öyle olsa yoğun ayrılma ısrarlarımıza rağmen bizi köyde birkaç gün daha misafir olarak alıkoymaz, her gün o güzel kahvelerinden ikram etmezlerdi. Köylülerimizin bu davranışında sadece ve sadece misafire ikramda bizim de payımız olsun düşüncesi vardı."

Evet, bizim insanımızın inancı ve asırlardır yoğrulduğu kültürü gereği varlığa bakışı Rahmanîdir (celle celâluhu). O, toprağına ayak basan yerli yabancı herkese aynı sevgiyle davranmasını bilir. Anadolu insanının irfan dili kendisine Yunus'la, Eşrefoğlu Rumî'yle seslenmiş: "Elindeki sükkeri ayruğa sunup, ağuyu kendi yutmanın aşk olduğunu" öğretmiştir.

Bu milletin irfanı elbette Kur'ân'dan ve onun aziz mübelliği Hz. Peygamber'den (sallallahu aleyhi ve sellem) beslenir. Büyük mutasavvıf Molla Cami, edebî açıdan bir şaheser olan ve mânâ yönüyle de bütün insanlığın idrakine muhtaç olduğu mısralarında:

"Kâbe bünyâd-ı Halîl-i âzer'est
Dil nazargâh-ı Celîl-i Ekber'est"

(Kâbe Âzer'in oğlu İbrâhim Peygamber'in (aleyhisselâm) inşâ ettiği bir yapıdır. Gönül ise yüce Allah'ın (celle celâluhu) nazargâhıdır. İnsanoğlunun kıymetini ona göre bil.) der. Ondan asırlar sonra gelen Alvarlı Muhammed Lütfi Hazretleri'yse şöyle diyecektir:

"Sakın incitme bir canı
Yıkarsın Arş-ı Rahmanı."

Can ve Arş-ı Rahman, gönül ve Kâbe… İşte bu kelimelerin mânâsını derinden müdriktir Anadolu insanı.

"Bir Elif tahsil eden münezzehtir ilimden."
Anadolu insanının ilmi Elif'tir.
"Elif Allah aşkıdır, gönlümde mihmânım benim
Mim Muhammed mürşidim, hem canda cânânım benim"

Tasavvufî kültürümüzde yer alan bu mealdeki binlerce beytin, dörtlüğün yansıdığı dilimizde, milletimizin, renkleri, dinleri, ırkları aşan Allah için sevme anlayışı vardır. Cihan Okuyucu Bey anlatıyor: "Romanya'ya gittiğim zaman, orada serapa nur olmuş, süzülmüş bir arkadaşımızla tanıştık. Kendisi bir müddet Afrika'da Gine'de bulunmuş. Bana bir hatırasını anlattı: 'Orada eşim ve çocuklarımla pikniğe gittik. Yemek yerken elli-yüz metre ilerimizde yedi-sekiz yaşlarında kalabalık siyahî çocuklar vardı. Dizilmiş, bize bakıyorlar. Yaklaşmıyorlar, bir şey de istemiyorlar; ama neden böyle bakıyorlar, diye merak ettim. Sebebini oradaki park görevlisine sordum. Dedi ki: 'Sizin gitmenizi bekliyorlar. Siz gittikten sonra yemeklerinizden arta kalanları yiyecekler.' Çok tesir etti bize. Onun üzerine ertesi gelişimizde daha fazla malzemeyle geldik. Yarım ekmeklerin içine köfte koyarak her birine verdik. Birisi dedi ki: 'Ben iki tane alabilir miyim?' 'Neden?' diye sordum. Uzakta çömelmiş bir çocuğu gösterdi; 'Bu benim felçli kardeşim. Ona da alabilir miyim?' Şimdi, bakınız, Mevlâna'nın gönül zenginliğini günümüzde temsil eden kardeşlerimiz oralarda hepimizin hayranlığını celb edecek işlerle meşguller…"

Evet, yıllar yılı bu güzel topraklarda camide, medresede, tekkede, evlerde Mesnevi, Yunus Divanı okunmuş, nice Hak dostunun şefkat ve merhamet kokan mısraları nesilden nesle zihinlere ve kalblere nakşolmuş, böylece fikir dünyamız ve gönül saraylarımız teşekkül etmiştir.

Neden Türkçe?
Diller, milletlerin iç dünyalarının da bir yansımasıdır. Beyan, ferdin olduğu gibi, milletinin de gönül aynasıdır. Kelimeler, cümleler, mısralar gönül ufkumuzu yansıtan pencerelerdir. Millî ve insanî değerlerimiz, duyuşlarımız şiirde ve nesirde, kelimelerle örülür. Peyami Safa'nın ifade ettiği gibi: "Kelimelerin ruhu vardır." İlâhilerimizdeki, türkü ve şarkılarımızdaki kelimelerimiz ve bunlarla örülen eserlerimiz benliğimizde silinmez izler bırakmıştır.

"Benim bir evim var, gök kubbe.
Benim bir ailem var, bütün insanlık.
Her insanın bir evi var,
Benim de bir evim var, ama o ev bu gök kubbe."

Bir insanın ailesi bütün insanlıksa, o, bütün insanların dertleriyle dertlenmez mi?!.. İşte ilhamını Kur'ân'dan ve Efendimiz'den (sallallahu aleyhi ve sellem) alan bu ifadeler Mevlâna'nın sevgisidir.

Türkçemiz Yunus Emre'dir, Hacı Bayram Veli'dir, Eşrefoğlu Rumî'dir. Hâsılı sevgidir Türkçemiz. İnsanoğlu her zamankinden daha fazla bir hasretle sevginin tercüme gerektirmeyen dilini aramaktadır. Her yıl Mevlâna Hazretleri'ni anma törenleri için yaşanan izdiham ve gelenlerin ve bu türbeyi gözyaşlarıyla ziyareti bir ihtiyacı, ihtiyaçtan öte bir hasreti anlatmaktadır.

Martin Lings ve A. Maurois gibi Batılı sosyologların da dediği gibi 21. asırda insanlık ya aradığı sevgi dünyasını bulacak, ya da bu asır insanlığın sonu olacaktır. Doğrusu bu hazin sonu yaşamak istemeyen, maddede ruhunu tatmin edemeyen insanlık, yitirdiği değerleri aramaktadır. Anna Masala kendisiyle yapılan bir mülâkatta "Hazineler üzerinde oturup o hazineden haberi olmayan insanlar gibisiniz." der. Bugün, yitirdiği hazinelerini keşfeden Anadolu insanı bunları dünyanın dört bir bucağına taşıyor. Yıllar önce bir Ramazan ayında Ankara Kocatepe Camii'ndeki konuşmasında Bahtiyar Vahapzâde, Yunus Emre için şu güzel sözü söylemişti:

"Bir yerde ölmüşsün,
Niye min (bin) yerde mezarın senin?"

Sevgi insanlarının mezarları gönüllerdir. Yunus Emrelerin, Mevlânaların gönüllerde taht kurduğu bir kültürün çocuklarıyız. İşte Türkçemiz bu kültürün, bu marifetin sese yansımış hâlidir. Evet, Türkçe, Divan-ı Hikmet'te de, Yunus Divanı'nda da, Mevlid'de de, Su Kasidesi'nde de, Aziz İstanbul'da da, Çile'de de, Yağmur'da da büyüktür. Fuzuli'de, Hacı Bektaş'ta, Ali Şir Nevai'de, Şehriyar'da, Necip Fazıl'da, "Sakın incitme bir canı yıkarsın arş-ı Rahmanı" diyen Alvarlı Efe'de de (ks) büyüktür. Türkçe âdeta büyük bir mânâ ummanıdır. Ve bu denizde en çok dalgalanan kelimeler rahmettir, merhamettir, şefkattir, selâmdır, gönüldür, İlâhî aşk'tır.

"İşitin ey yârenler aşk bir güneşe benzer.
Aşkı olmayan kişi misali taşa benzer.
Taş gönülde ne biter, dilinde ağu tüter.
Nice yumşak söylese sözü savaşa benzer."

mısralarını söyleyen Hak dostları bu milletin ruh ve mânâ dünyasını yoğuranlardır. Onların nesilden nesile yaşayarak aktardıkları; Güneşler Güneşi'nin (sallallahu aleyhi ve sellem) "Siz yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin… Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız…" ifadeleridir Türkçeyi sevgi dili yapan. Elbette, renkleri ayırmadan bu temiz duygularla Rahman'ın kullarını kucaklamaya çalışan insanların diline bütün bir insanlığın ihtiyacı vardır.

Kıtalara sevgi taşıyanlar
Türkçeyi dünyaya taşıyan barış elçisi insanlarımızın Yunus meşrepli olmalarıdır onları dünyanın farklı renklerine, farklı dinlerinden insanlarına sevdiren. Yunus Türkçesinin ulaştığı okullarda bir dönem çalışan ve yakalandığı amansız hastalıktan vefat eden Elina Lefter'in Yunus gönüllü öğretmenlere söylediği: "Keşke buralara daha önce gelseydiniz! Sizleri tanımakla insanlığın ölmediğini gördüm. İnsanların kardeş olduğu inancımı sizin sayenizde kaybetmedim." sözleri herhâlde Yunus Türkçesine olan ciddi ihtiyacı izah ediyor. Sevginin dili ortaksa, şarkıları, türküleri, şiirleriyle bu sevgiyi en iyi yansıtan dillerden Türkçemizin yaygınlaşması insanlık adına sevinilecek bir gelişmedir. Bu olimpiyatlar düne kadar hayal dahi edilemeyen güzelliklerin gerçekleşmiş hâlidir ve insanlığın yarınları için çok önemlidir. Yunus dün "Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun." diyordu. Bugünün fedakâr Türkçe gönüllüleri, bütün dünyaya bu ballar balını sevgi diliyle ulaştırmaya çalışmaktadırlar. Sevgi için koşanların yolları her dem açık olur…

Bu sevinci paylaşan insanların hemen hepsinde, kamu âleme bir gözle bakan, insanlığı kuşatan bir gönül zenginliği olduğu kanaatindeyim.
Başlık: Ynt: Sevgi Dili
Gönderen: Kuskün Çiçek - Şubat 24, 2017, 04:24:25 ÖS
 eys bravoo bravoo