Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» Web Ailem Dostuk Sevgi Forumları »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Paylaşmak İstediklerim ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Kasım 19, 2013, 06:02:43 ÖS

Başlık: Kardeşçe, Dostça Yaşamanın Sırrı
Gönderen: Fatih - Kasım 19, 2013, 06:02:43 ÖS
(http://www.sizinti.com.tr/img/spotimg/409/5733.jpg)

Aynı şehirde, mahallede hattâ apartmanda oturuyor olmak, insanın yalnızlığını gidermesi, maddî-mânevî ihtiyaçlarını karşılaması için yeterli olabilir mi? Ne yazık ki birçok insan, kalabalıklar içinde yalnız yaşamakta ve iki çift kelâm edecek; dertlerini, acılarını, hüzünlerini paylaşacak birini bulamamaktadır. Hayatı kolaylaştıran cep telefonu, bilgisayar, internet gibi vasıtalara rağmen, çeşitli problemlerle boğuşan günümüz insanının, zayıflayan aile bağları gibi sebeplerle kalabalıklar içinde yalnız olması ne acıdır? "Eskiler ne kadar da talihliymiş." diyesi geliyor insanın. Torununun elinden tutup, teravihlere giden nineler; arife günlerinde yapılan kabristan ziyaretlerinde torunlarına aile büyüklerinin mezar yerlerini gösteren, "Bu benim dedem, bu da dedemin dedesi…" diye soyunu tanıtan dedeler, anneanne veya babaanneden masal dinleyerek büyüyen çocuklar ne kadar mutlulardı kim bilir? Ne psikolojik rahatsızlık bilirlerdi, ne panik atak, ne depresyon… Evlâtları vardı onların, en uzağı avlunun diğer köşesinde oturan. Torunları vardı akşamları "Ben bu gece lokum dedemle yatacağım, cici nenem bugün bizde kalacak, yaşasın!" diyen. Dağ gibi babaları vardı, başı her sıkıştığında, yanında olacağından emin olduğu. Sokaklara düşmezdi insanlar; yaşlıların evin süsü, bereketi, zenginliği olduğu bilinirdi. Onlara "öf’ bile denmemesi gerektiğinin şuurundaydı herkes.

Yalnızlık ve irtibatsızlık çekmezdi insanlar bir zamanlar. İrtibatları kaviydi. Tahammüllüydüler çünkü. Bencil davranmıyorlardı. Öfkelerini zapt u rapt altına alabiliyorlardı. Birbirlerinin duruşunu, bakışını, gülüşünü anlayabiliyorlardı. Arifti insanlar umumiyetle. "Niçin yol vermedin, ne diye korna çaldın, niye ters bakıyorsun, neden bağırıyorsun?" gibi sataşmalarla başlayan kavgaların yol açtığı problemlerle uğraşmıyorlardı. Zîrâ insanlar; anne babalarıyla, evlâtlarıyla, eş dost ve konu komşularıyla mutlu vakitler geçiriyorlardı. Ne zaman insanlar, en yakınlarındakilerle bile irtibat kurmaktan imtina etmeye başladılar; o zaman kavgaları çoğaldı, huzursuzlukları arttı, mutsuz olmaya başladılar. Öyle ya kendisini canından can katarak dünyaya getiren annesine tahammül edemeyen, gecesini gündüzüne katarak maişeti için uğraşan babasının ağzını şapırdatmasına laf söyleyip, ona ayrı sofralar kuran, kulağı duymadığı için söylediklerini tekrar ettirmesine kızan evlâtların; çocuklarının bir yarış atı gibi sadece kazanmaya odaklanmasını isteyip, en önemsiz bir imtihanda bile arkadaşlarından geride kalmasına kızıp, emdiği sütü burnundan getiren anne ve babaların, kendi yakını olmayan kişilerle irtibat kurması elbette beklenemezdi.

 "Şimdiki aklım olsaydı…" deyip anlattığımız hayal kırıklıkları, kalblerde açılan onulmaz yaralar, hep tahammülsüzlüğümüzün, öfkeyle, başını sonunu düşünmeden yaptığımız davranışların, nereye gideceğini hesap etmeden kurduğumuz cümlelerin, neticesi değil midir? Hâlbuki bizden öncekilerin bir araya gelme, diyalog kurma, arayıp sorma, selâmlaşma, güzel ve doğru konuşma, hediyeleşme, müşfik davranma, öfkeye hâkim olma, sabretme, teenni ile hareket etme gibi birçok hasleti; günümüz insanının yalnızlık hastalığını tedavi etmez mi dersiniz?

Arılar, karıncalar, vahşi hayvanlar bile birlikte hayat sürüp dururken, içtimaî bir varlık olarak yaratılan insanların tek başına kaliteli bir hayat sürmesine imkân var mı?

Cemaatle kılınan namazın sevabının daha fazla olduğunu ve cemaat içinde bulunan kişilerin günahlarının affedildiğini okumuş, dinlemiş bir insanın irtibat kurmanın ehemmiyetini idrak edip ona göre davranması gerekmez mi? "Birlikte yaşayıp hareket etmek" rahmet; "ayrılık", azap olarak tavsif edilmişti bizim inançlarımızda.

Bir zamanlar gelemeyene gidilir; tutamayana el, göremeyene göz olunur; ama mutlaka irtibat sağlanırdı. Hastalık veya başka bir sebeple cemaate ve cemiyete katılamayanlar, evlerinde ziyaret edilerek onlara yalnız olmadıkları hissettirilir ve kuvve-i mânevîyeleri takviye edilirdi. Hasta ziyareti için evinden çıkan birinin, çıktığı ândan itibaren kendisiyle birlikte yetmiş bin meleğin de çıktığını ve o kişi için akşama veya sabaha kadar istiğfar ettiklerini öğrenmiş insanların başka türlü davranması da beklenemezdi zaten. Psikoterapist ilim adamlarının son asırda farkına vardıkları tedavi metotlarının, asırlardır cemiyetimizde tatbik ediliyor olması, göğsümüzü kabartıyor, kabartıyor ama, her geçen gün kendi öz değerlerimizden uzaklaşmak da bir o kadar üzüntüye gark ediyor insanı.

Kimi zaman hiç tanımadığımız bir ihtiyarın bizden büyük olduğu hâlde, bize selâm verdiğini görüyor ve hayretler içinde kalıyoruz. Hayattaki her şeyin karşılıklı olduğunu düşünen günümüz insanı için karşılıksız verilen selâm, karşılıksız tebessüm elbette şaşırtıcı olmaktadır. Bir şeyler biliyor olmalı, tanımadığı küçüklere bile selâm veren aksakallı dedeler, ak yaşmaklı nineler. Onlar kendi dedelerinden, ninelerinden edindikleri irfanı son bir gayretle yeni nesle aktarmaya mı çalışıyorlar acaba? Muhabbet, hürmet, irtibat tohumları ekiyorlar kalblere bir gün belki yeşerir diye. "Şayet size selâm verilirse, siz de ondan daha güzel bir tarzda selâmı alın..."1 mealindeki âyeti, Yüce Nebi’nin (sallallahu aleyhi ve sellem) "Ey insanlar, aranızda selâmı yayın." dediğini ve bir meclise gelinince veya meclisten ayrılırken selâm verilmesini istediğini, hattâ Allah katında en makbul insanın karşılaşmada selâma önce davranan kişi olduğunu kim bilir hangi rahle-i tedriste öğrenmişti o aydınlık yüzlü ihtiyarlar. Karşılaştıklarında samimiyetle birbirilerinin elini tutan kişilerin ayrılmadan küçük günahlarının affedileceği müjdesini alan ve musafahanın kalblerdeki kini yok ettiğini öğrenen bir Müslüman için aslında başkalarıyla selâmlaşmak, sevgiyle birbirinin elini tutmak, irtibat kurmak ne kadar lüzumlu, zahmetsiz ve semereli bir iştir.

Bazen de gözlerimiz, sözlerimiz koparıyor irtibatlarımızı, özlerimizi ayrı ayrı diyarlara savuruyor. Konuşurken kelimeler itinayla seçilse, kırıcı olunmasa, doğru sözlü olunsa, konuşulduğu zaman hayır konuşulsa veya susulsa… Birbirimizi daha çok aramaz mıyız? İlâhî Beyan’da mealen: "Söyle o kullarıma: Hep en güzel sözleri söylesinler; çünkü Şeytan aralarını bozmaya çalışır."2 buyrulmuştu. Diline sahipti insanlar huzurlu zaman dilimlerinde. Peygamber Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem); "Ey Allah’ın Resulü bizim hakkımızda en korktuğunuz şey nedir?" diye sorulunca, O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem), eliyle dilini tutup "İşte şu!" buyurduğunu bilen bir mümin farklı davranamazdı ki… Yerinde konuşmanın, insanın dünya hayatı kadar âhiret hayatı üzerinde de tesiri olduğunu öğrenen insanlar; sözleriyle, üslûplarıyla irtibatı koparmamaya, tam tersine kavileştirmeye çalışıyorlardı. Çünkü inandığı gibi yaşamaya çalışanların, başkalarıyla diyalog kurarken hareketlerine, sözlerine, ibadet şuuruyla çekidüzen vermesi, ahlâklarının gereği idi.

Alay etmenin, kötü lâkaplar takmanın, insanları karalamanın İlâhî Beyan’da açıkça yasaklanması, münasebetlerde üslûbun ne derece ehemmiyetli olduğunu ortaya koyuyordu.3

Üç günden fazla küs durmanın yasaklandığı, dargın olanlardan barışmak için ilk adım atanın daha hayırlı olduğu belirtildiği hâlde, bu prensiplerin hayat düsturu yapılmaması ne acıdır. "Ameller her pazartesi ve perşembe günü arz edilir. Allah (celle celâluhu), o gün Allah’a hiçbir şirk koşmayan kulun günahını affeder. Bundan sadece kardeşiyle arasında düşmanlık olanı istisna eder ve der ki: Bu ikisini barışıncaya kadar terk edin."4 gibi hadîs-i şerîflerden haberdar olup da, dargın durmaya devam eden, irtibat kurmaktan kaçınan bir Müslüman’ın ne kadar büyük bir hata yaptığı açık değil mi? İnsanlarla irtibatını koparmamak önemli olduğu gibi, birbirine küsen müminlerin arasını bulmak da dinimizde son derece önemlidir.5

Zanlardan sakınsak, başkalarının gizli hâllerini araştırmasak6, dostluklarımızın ne kadar kalıcı olduğunu göreceğiz hep birlikte. Dostlarımızla münasebetlerimizde her işittiğimize inanmayıp, işittiklerimizi tahkik etmek, doğruluğunu, yanlışlığını araştırmak, bizi birçok yanlıştan kurtaracaktır.

Birbirini sevmeyen insanların tam mânâsıyla iman etmiş olamayacağı ve Cennet’e giremeyeceği belirtildiğine göre, irtibat kurmaya birbirimizi sevmekle başlamalıyız. İrtibatı korumak ve güçlendirmek için de, birbirimize itimat etmeli, birbirimizle yardımlaşmalı, birbirimize karşı teselli edici ve affedici olmalı, mütevazı davranmalıyız; enaniyeti ve kibri en büyük tehlikelerden biri olarak görmeliyiz. Kardeşçe, dostça ve barış içinde bir arada yaşamak ancak o zaman mümkün olur.


 Dipnotlar
1. Nisa Sûresi, 86. âyet.
2. İsra Sûresi, 53. âyet.
3. Hucurat Sûresi, 11. âyet.
4. Kütüb-ü Sitte, 9. Cilt, s. 457.
5. Hucurat Sûresi, 10. âyet.
6. Hucurat Sûresi, 12. âyet.

Başlık: Ynt: Kardeşçe, Dostça Yaşamanın Sırrı
Gönderen: Kuskün Çiçek - Şubat 24, 2017, 04:23:06 ÖS
 eys bravoo bravoo