Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» İslami Dini ve Türk Tarihi »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Türk ve İslam Tarihi ve İz Bırakanlar ::.. => Konuyu başlatan: Fatih - Kasım 21, 2013, 12:20:44 ÖÖ

Başlık: Bir Meydan Üç Medeniyet
Gönderen: Fatih - Kasım 21, 2013, 12:20:44 ÖÖ
(http://www.sizinti.com.tr/img/spotimg/402/5626.jpg)

(http://www.sizinti.com.tr/images/konular/402/3.jpg)

"Eğer dünya tek devletten meydana gelseydi, İstanbul bu devletin başşehri olurdu." diyen Napolyon, muazzam bir coğrafî konuma sahip İstanbul'un değerini dile getirmişti. Tarihten bugüne hep bir cazibe merkezi olan ve her köşesi ayrı bir sırrı barındıran İstanbul, bu söze lâyık bir şehirdir. Sultanahmet Camiî ile bütünleşen tarihî meydan ise, Roma İmparatorluğu, Bizans ve Osmanlılar devrinde önemini hiç yitirmeyen şehrin en hareketli noktasıydı. Roma ve Bizans devirlerinde "Hipodrom", Osmanlılar devrinde "At Meydanı" adıyla bilinen meydan, iki bin yıldır dinî, idarî, kültürel ve sosyal yapıların, âbide eserlerin yoğunlaştığı bir merkez oldu.

Gülhane Parkı'ndan bu meydana doğru yol alırken, hemen sağ tarafta bulunan "Yerebatan Sarnıcı", şehirdeki en büyük ve muhteşem kapalı sarnıçtır. Bizans İmparatoru 1. Jüstinyen (527?565) devrinde kayalık bir arazinin oyulmasıyla yer altında oluşturulan alan, 336 sütunla desteklenmiş ve şehre su temin eden önemli bir su haznesi hâline getirilmiştir.

Az ötede "Million Taşı"nı görüyoruz. Roma İmparatorluğu, Million Taşı'nı dünyanın merkezi kabul ediyordu. Üzerindeki bilgi notunda bugün de, "dikili olduğu yerin dünyanın sıfır noktası olduğu" yazılıdır. Bizanslılar, ülkenin bütün uzaklıklarını bu taşa göre ölçüyorlardı. İslâm ülkeleri 1924'e kadar saatlerini İstanbul'a göre ayarlıyorlardı. Ama İngiltere, dünyadaki hâkimiyetini artırmak için bu tarihten itibaren Greenwich'i öne çıkardı.

Million Taşı'nın yanında Osmanlı'dan kalma "Su terazisi" bulunur. Daha ileride tramvay yolunda Cevri Kalfa Sıbyan Mektebi'yle karşılaşırız. Sultan 2. Mahmud tarafından 1819'da Cevri Kalfa adına yaptırılan ve bir dönem kız rüştiyesi olarak da hizmet veren bina, günümüzde Türk Edebiyatı Vakfı tarafından kullanılıyor.

Sultanahmet tramvay durağının yanından karşıya geçiyor; Sultan 2. Bayezid ve Yavuz Sultan Selim devrinde yaşamış devlet adamlarından Firuz Ağa'nın yaptırdığı camiyi görüyoruz. 1491 tarihli bu cami, tek kubbeli namaz mekânı ve üç gözlü cemaat yeri ile bu tür camilerin tipik bir misâlidir. Osmanlı'da devlet adamlarının yaptırdığı camilerin boyutları padişahların yaptırdığı, "Selâtin" adı verilen camilerden daha küçüktü ve minarelerinin sayısı biri geçmezdi.

Camiden aşağıya, meydanla bütünleşen çınar ağaçlarına doğru ilerlediğimizde, kubbesi içerden altın mozaikle süslü çeşmeyi görüyoruz. Bu çeşme, Alman İmparatoru 2. Wilhelm'in Sultan 2. Abdülhamid ve İstanbul'a hediyesidir. Almanya'da yapılan çeşme 1898'de buraya monte edilmiştir.

Meydanın kuzeyinde 1524'te inşâ edilmiş bir sarayla karşılaşıyoruz. Bu güzel yapı, Rum asıllı bir Müslüman olan ve Kanunî'nin kız kardeşiyle evlenen Sadrazam İbrahim Paşa'nın sarayıdır. Günümüzde, İslâm medeniyetinin farklı dönemlerine ait çok kıymetli eserlerin sergilendiği "Türk İslâm Eserleri Müzesi" olarak kullanılmaktadır.

Meydanın ortasında 25 metreyi aşan boyu ile dikkat çeken Dikilitaş vardır. Eski Mısır'da Firavunlar kazandıkları zaferlerin şerefine pembe granitten yapılan Obeliskler dikmiş ve üzerlerine hiyeroglif yazısıyla icraatlarını yazdırmışlardı. Şehrin toplantı, eğlence ve spor merkezi olan Hipodrom Meydanı için halkı heyecana getirecek bir eser düşünen İmparator Theodosius, Firavun 3. Thutmossis tarafından diktirilen bir obeliski İstanbul'a getirtmiştir (MS. 390). 33 günde gemiden karaya çıkarılan bu taşın nasıl dikildiği hep merak edilmiştir. Romalılar, bunu taşın mermer kaidesinin Alman Çeşmesi'ne bakan yüzüne rölyeflerle işleyerek anlatmışlardır.

Roma devrinde zemini kumla kaplı, dev ölçüde bir U harfi şeklinde olan bu meydan, bazı tarihçilere göre 30, bazılarına göre ise 60 bin seyirci kapasiteliydi. İnsanlar taş tribünlerden, araba yarışlarını, müzisyenleri, akrobatları ve gladyatörlerin vahşi hayvanlarla yaptıkları mücadeleleri seyretmişlerdi.

Biraz ötede şehrin en eski eserlerinden Yılanlıtaş duruyor. Eserin orijinal boyu sekiz metreydi ve birbirine dolanmış üç yılanın kafaları, altın bir kazanın üç ayağı şeklini alıyordu. MÖ. 5. asırda Persleri yenen 31 Yunan şehri, elde ettikleri bronz ganimetleri eriterek bu eseri yaptırmış ve Delfi'deki Apollo mabedine dikmişlerdi. Yılanlıtaş, İmparator Konstantin tarafından getirtilerek (324) Hipodrom'un ortasına diktirildi. 17. asırda yılanların kafaları yerlerinde duruyordu. Payitahtta çıkan bir isyanda kaybolan kafaların bir parçası, sonradan bulunarak Arkeoloji Müzesi'ne konuldu.

Biraz daha ileride bulunan, kaba yontulmuş taşlarla örülü taklit obeliskin (Örme Sütun) yapılış tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Bir zamanlar üzerini kaplayan, altın harflerle süslü bronz plâkalar, 4. Haçlı Seferi'nde yağmalanmıştır. 1204'teki bu Lâtin istilâsı sonrasında Hipodrom Meydanı, önemi yitirdi ve birçok eser harap oldu. Fetihten sonra yerli halka dokunmayan Osmanlılar, aynı hassasiyeti Roma ve Bizans eserlerine de göstermiştir. Dikilitaşların etraflarını duvarlar örerek korumaları, yıkılma tehlikesi geçiren Çemberlitaş'ı, demir çemberlerle sararak muhafaza etmeleri, ecdadımızın eski medeniyetlere saygısını göstermesi açısından son derece önemlidir.

Örme Sütun'un karşısında Marmara Üniversitesi Rektörlük Binası bulunmaktadır. Sultanahmet Külliyesi'nin bir parçası olan darüşşifa ve imaretin yerine yapılan bu binadan geriye dönüyor ve Sultanahmet Camiî dış avlusunu kuşatan duvarlara paralel yürüyerek içeriye giriyoruz. Yüksek bir podyum üzerindeki iç avlu ve esas mekâna bizi ulaştıracak merdivenin mermer basamaklarını adımlarken, iç avluya açılan ana kapıdan evvelâ üzeri kubbeyle örtülü fıskiyeli havuzu, sonra da ahenkle birbiri üzerine yükselen cami kubbelerini görüyoruz. Caminin ihtişamı ve mekânın estetiği bizi tamamen kuşatıyor. Şahane oyma işçiliği olan mermer minber, işlemeli mermer mihrap, kalem işi bezemeler, sedef kakmalı kapı, pencere kanatları ve sayısı 20 bini aşan İznik çinisinin camiye kattığı göz alıcı güzellik karşısında hayranlık duymamak mümkün değil. 260 pencerenin aydınlattığı ferahfeza iç mekânı örten 23,5 m çapında, 43 m yüksekliğindeki kubbe ve 5 m çapındaki 4 fil ayağı da çok etkileyici.

Sultan Ahmed'in (1603?1617) Sedefkâr Mehmed Ağa'ya yaptırdığı bu muhteşem cami, Türk-İslâm âleminin en meşhur eserleri arasındadır. Aynı zamanda şehrin en büyük sultan camisidir. Mimar Mehmed Ağa, Mavi Cami olarak da bilinen mabedin içini, esas mesleğine yakışır şekilde bir kuyumcu titizliğiyle dekore etmiştir. Bu arada Sultanahmet Camiî'nden evvel dünyada altı minareye sahip tek caminin Mekke'deki Mescid-i Haram olduğunu ve Osmanlı ulemasının, "saygısızlık olmasın" diye Mescid-i Haram'a bir minare eklenmesinden sonra altı minareli bir caminin yapılmasını uygun gördüğünü hatırlıyor, ecdadımızla bir defa daha iftihar ediyoruz.

Altı minareli camide 16 müezzin, 16 şerefeye çıkıyor ve müezzinlerin ahenk içinde okudukları ezân-ı Muhammedî dalga dalga şehre yayılıyordu. Yahya Kemal'in dediği gibi;
"Gök nura garkolur nice yüzbin minareden
Şehbal açınca Ruh-ı Revan-ı Muhammedî.
Ervah cümleten görür Allah-u Ekber'i
Akseyleyince arşa Lisan-ı Muhammedî."

Haluk Nurbaki'nin, Sultanahmet imamlarından Saadettin Kaynak'tan naklettiğine göre, 16 müezzinin aynı anda ezan okumasını, makamlarını da kendisi tespit ederek Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri rica etmişti. Sultanahmet ve Firuz Ağa camilerinin müezzinlerinin çifte ezan okuma geleneği bugün de devam etmektedir.

Sultanahmet külliyesinin Ayasofya tarafında bulunan tek kubbeli türbede, bu muhteşem eserin bânisi Sultan 1. Ahmed'in, oğulları Sultan 2. Osman ve 4. Murad'ın, hanımı Kösem Sultan'ın kabirleri bulunuyor. Türbenin bitişiğinde medrese binası yer alıyor. Meydana bakan dış avlu duvarına bitişik sıbyan mektebinin zemin katında bir çeşme ve dükkânlar, üst katında ise dershaneler var.

Sultanahmet ve Ayasofya camileri arasında bulunan havuzlu meydan, yemyeşil dokusu, rengârenk çiçekleriyle ziyaretçileri kendine hayran bırakıyor. Meydanın güneyinde, Hürrem Sultan tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan İstanbul'un en büyük hamamı yer alıyor. Daha ileride Topkapı Sarayı'nın ana giriş kapısı olan Bâb-ı Hümâyûn ve önünde 18. yüzyıl Türk sanatının en güzel örnekleri arasında yer alan 3. Ahmed Meydan Çeşmesi görülüyor. Ayasofya'nın avlusundaki türbelerde, Sultan 2. Selim, 3. Murad, 3. Mehmed, 1. Mustafa ve Sultan İbrahim yatıyorlar.

Sanat tarihinin en önemli eserleri arasında sayılan Ayasofya'ya giriyoruz. Bu yaşta ve bu ebatta zamanımıza gelebilmiş ender eserler arasında yer alan Ayasofya, Bizans döneminde bir kilise olarak inşa edilmiştir. 537 yılında merasimlerle ibadete açılan Ayasofya, en kötü günlerini Lâtin istilâsı sırasında yaşamış, yağmalandıktan sonra bir daha eski ihtişamlı günlerine dönememiştir. İki defa kubbesi çökmüştür. "Âdem'den beri hiçbir devirde görülmemiş ve görülmeyecek bir ibadethane" yapmak için harekete geçen İmparator Jüstinyen tarafından ülkenin farklı yerlerinden getirtilen malzemelerle kubbesinin yeniden inşasına başlanmış; fakat çok büyük olan kubbe bir türlü tutturulamamıştır. Evliye Çelebi'nin Seyahatname'sinde naklettiğine göre, Arabistan toprağının yapışkan ve tutucu özelliği duyularak Medine'ye toprak almaya gelen Bizans heyeti, Peygamber Efendimiz'e haber verilince, Efendimiz, heyetle görüşüp, maksatlarını öğrenmiş; kendi tükürüğünü koyduğu topraklardan vererek, "Bu toprağı kubbenin yapımında kullanın. Kubbe Allah'ın izniyle tutacaktır. O mabed benim ümmetimin mabedi olacaktır." buyurmuşlardır.

Her devirde büyük masraflar yapılarak ayakta tutulabilen Ayasofya'yı yeniden ihya etmek, şanlı ecdadımıza nasip olmuştur. 1453'te İstanbul'un fethinden sonra doğruca mabede giden ve onun harap hâlini gören Fatih'in emriyle Ayasofya camiye çevrilmiş; o tarihte başlatılan çalışmalar, sonraki yıllarda da devam ettirilmiştir. Koca Sinan, yaptığı payandalarla yapının ayakta kalmasını sağlamıştır. Hepsi birer sanat şaheseri olan minare, minber, mihrap, hünkâr mahfili, şadırvan, sıbyan mektebi, imaret, medrese, kütüphane ve muvakkithanenin inşâ edilmesiyle Ayasofya muazzam bir külliyeye dönüşmüş; bu eşsiz sanat harikası farklı medeniyetlerin sanatının inceliğiyle ihtişamını muhafaza ederek bugünlere ulaşmıştır. Mabedin orijinalliğini bozmayan, aksine güzelleştiren çalışmalar esnasında, duvarlarındaki çok kıymetli mozaikler bozulmayacak şekilde sıvayla örtülmüş yani tahrip edilmemiştir. Diğer süslere ve melek resimlerine dokunulmamıştır.

Ayasofya 1934'te müzeye dönüştürüldü. 916 yıl başkilise, 482 yıl cami olarak iki farklı dine hizmet eden, 1920'lerin başında İstanbul işgal altında iken dahi düşmana teslim edilmeyip ibadete açık kalan, Millî Mücadele'de kazanılan zaferler sonrasında içini hınca hınç dolduran Müslümanların dua ve şükür dolu ibadetlerine şahit olan Ayasofya, 1935'te müze olarak ziyarete açıldı.

Asya ve Avrupa kıtalarını birbirinden ayıran Boğaz'ın iki yakasında yer alan İstanbul, bir kültürel varlık olarak 1985'te UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi'ne dâhil edilmiştir. Tabiî güzellikleriyle dolu İstanbul'un kalbi sayılan Sultanahmet Meydanı'nı dolduran eserler, tarihî süreçte nice hâdiseye şahitlik etmiştir. Bunların muhafazası ve gelecek nesillere aktarılması, başta idarecilerimiz olmak üzere hepimizin vazifesidir. Ümidimiz o ki, herkes bu hususta üzerine düşeni yerine getirir.
Başlık: Ynt: Bir Meydan Üç Medeniyet
Gönderen: вαşκαп - Ekim 15, 2017, 04:54:38 ÖS
Emeğine Yüreğine Sağlık
Başlık: Ynt: Bir Meydan Üç Medeniyet
Gönderen: Özgür Kız - Eylül 29, 2018, 04:33:43 ÖS


 Emeğine Yüreğine Sağlık