Şiir Fm | Şiirler | Şairler | Sesli Şiirler | Aşk Şiirleri | Fon Müzikleri | İbretlik Sesli Hikayeler

»»-(¯`v´¯)-» Web Ailem Dostuk Sevgi Forumları »»-(¯`v´¯)-» => ..:: Paylaşmak İstediklerim ::.. => Hikayeler & Öyküler => Konuyu başlatan: Fatih - Kasım 29, 2013, 11:28:00 ÖS

Başlık: FANİ DÜNYA
Gönderen: Fatih - Kasım 29, 2013, 11:28:00 ÖS
İşte geldik, işte gidiyoruz. Dünya fani dostlar, aldanmakta fayda yok. Defne dalı gibi solmaz sanıyor insan bir müddet kendini. Sonra öğreniyor, yaşayarak, görerek, hissederek akıbetini. Sonbaharda, son dalda ürperip duran son yaprak gibi. Sapsarı kesilmiş yüzüyle, korkulu, endişeli. Rüzgâr biraz şiddetlense bitirecek işini. Serecek onu da yere. Kendinden önce yere düşen yapraklara benzeyecek o da. Hâlbuki hiç düşünmemişti bu hazin sonu baharda. Gelin gibi salınırdı rüzgâr estikçe ona doğru. Fırtınalar bile söküp alamazdı onu bulunduğu yerden. Sımsıkı yakalamıştı dalı. Sonsuza dek sürecek sanıyordu beraberlikleri. Ama dal aldırmıyordu bile şimdi onun ayrılıp gideceğine. Yeni yapraklar bekliyordu dal. Bunun bir kader olduğunu biliyordu o. Nice yapraklar bürünmüştü o bunca seneler. Hazanla hepsi gitmiş, baharla yenileri gelmişti. Dal da kırılacak birgün, ağaç da devrilecek. Ayakta kalan birşey kalmayacak yeryüzü üstünde canlı, cansız varlıklardan. Dağlar hallaç pamuğu gibi atılacak ortalıkta. Yıldızlar kümelenecek birbiri üstüne. Güneş bir daha doğmayacak, ışığıyla, ısısıyla yakın olmayacak bize. Biz de olmayacağız o zaman yeryüzünde. Temizlenecek dünya kirlerden, günahlardan. Ermişler gibi buud değiştirecek. Ahiretten bir menzil, bir köy olacak sakinleri için. Koca dünya küçülecek o âlemde, bir köye dönecek veya büyükçe bir kulübeye benzeyecek. Büyük zannettiğimiz bir şeyin daha büyüğünü görünce gözümüzde küçülmesi gibi olacak bu. Küçülecek gözümüzde dün- ya, iyice küçülecek. Hayret edeceğiz onun için verdiğimiz kavgalara, hırslarımıza, kaprislerimize, birbirimizi didiklemelerimize, onun uğruna boğuşmalarımıza, biriktirdiğimiz servete, dağlar gibi yığdığımız mala ve bunları sayıp durmakla oyalanışımıza hayret edeceğiz. Ağaç sayar gibi ormanda, zevk almaya heveslendiğimiz dünya lezzetlerinden. “Bir, iki, üç...” deyip saydığımız aynı lezzetler, meğer nasıl da oyalamış bizi, beynimizi doldurmuş cinnî gibi biz farkına varmadan. Sonra sevketmişler bizi, istedikleri yönlere. Kendimizden etmişler, unutturmuşlar bize varlık gayemizi. Kulluğumuza kement atmışlar, kendilerine kul etmek için. Heveslerimiz oyalamış bizi uzun süre. Oyun ve oyuncak olan dünya hayatı kandırmış bizi böylece. Tuzak olarak kullanmış güzelliklerini, nefse güzel gelen şeyleri. Düşmüşüz tuzağına. Örümcek ağında can verene dönmüşüz insan olduğumuz halde. Allah katında sinek kanadı kadar kıymeti olmayan şeye talip olmakla, değerimizi yitirmişiz. Değersiz sineklere dönmüşüz, ufunetli yerlere konan. Dünya da istememiş bizi o zaman. Alay edercesine gülmüş yüzümüze. Gülmüş ve kandırmış gülücüğüyle. Sevgi sanmışız bu yakınlığı. Anlayamamışız fendini. Sevmişiz onu delicesine. Mecnunu olmuşuz onun. Kudurmuşuz onun için. Gözü dönmüşler gibi olmuşuz biz de. Dünya talibine benzetilen hadiste. Önemlidir hadisteki benzetme. Dünya cifeye, pisliğe benzetilmiş, isteklisi de “kelb” e.. Bıraksan da üzerine varsan da dilini sarkıtıp durana. Allah Resülü’nün: “Eğer ümmet olmasalardı öldürülmelerini emrederdim” dediği mahluka.. Hem de kudurmuşuna onun. Alçaltıcılığın en çukuruna. Ona benzerdi dünya arkasından koşup duran, ruhu cesed giyecek olsa. Meshe uğramış hali bir görülse. Tiksinir elbet, nezih ruhlar böyle bir akıbetten. Yüceler yücesinden, böyle bir çukura düşmekten ürperir elbet. Ürpermeli elbet. Endişelenmeli kendi adına, içinde dünyaya az bir meyil duyduğunda, ben de onlardan olmayayım diye. Bütün hataların başı olan halkaya takılmayayım diye. Dünya sevgisi denen hataların başına baş kaptırmayayım diye.

Hatadır bel bağlamak, faniye, gelip geçici şeylere. Hz. İbrahim’in Kur’an’laşan ifadesiyle “uful eden” e gönül kaptırmak gedik açmaktır inanç surunda. Ay, güneş ve yıldızlar da sevmeye değmezse, ne sevilebilir ki, dünya üstünde. Onlarsız düşünüverin bir kere dünyayı. Kapkaranlık buzulları. Yaşayın bir, renklerden mahrum baharı, güneşi olmayan yazı hayalinizde. Gerçek hallerini asla göremeyeceğiniz, bilemeyeceğiniz insanları dost edinin bir süre. Bulanık görüntülere, bulanık bakışların eşlik ettiği manzaraları seyredin. Sevimsizleştiğini anlayacaksınız o zaman, göklerin, yerin, denizlerin. Akarsular okşamayacak içinizi. Ufku seyredemeyeceksiniz mengene gibi kafatasınızı sıkan düşüncelerden, saplantılardan uzaklaşmak için. Mesafe anlayışınız da olmayacak o zaman. Tekleşecek buudunuz. Derinliği kavrayamayacaksınız. Zamanı düşünemeyeceksiniz bile. Tadı var mı böyle bir dünyada yaşamanın? Sevebilir misiniz orada yaşamayı? Yoklukları bu neticeleri doğuracak dahi olsa, gönül kaptırmak doğru değildir yine, aya, yıldızlara ve güneşe. Öyle olmalara da, öyle olanlara da insanlar arasından. Faniye bel bağlamak olur bu. Boşa sarılmak olur boş şeylere, boşluklara.

Ne alakamız var bizim dünya ile. Uzun bir yolculuk sonrası gölgeleneceğiz bir ağaç altında, dinlenecek, soluklanacağız biraz. Önümüzde çok uzun bir yol var daha. Menzil uzakta. Varacağımız yere çok ıraklarda bulunuyoruz. Gölgede oyalanmanın faydası yok. Zaten sıramız geldiğinde istesek de bizi durdurmazlar, sevkiyat var. Sonra istemek de manasız burada kalmayı. Hele, dünyamızı kendileriyle süslediklerimiz, bir bir ayrılıp gitmişse... Sevdiklerimiz toplanmışlarsa bir başka gölgelikte ve bekliyorlarsa bizi, yetişelim onlara diye. Çevremiz vahaya dönmüşse bizim, niçin isteyelim ki burada kalmayı? Berzahta açmışsa hep güller, zambaklar, sümbüller, akasyalar, menekşeler, karanfiller renk renk, çölleşmişse dünyamız sevdiklerimizin yokluğu ile, değer mi oyalanmaya, kalmaya, bağlanmaya şu yıkılası dünya? Değmez billâh. Dört ayaklıların bizden daha mutlu olabildikleri bir hayat için katlanılmaz yaşamaya. Onlar gibi yaşamaya. Ahirete tarla olmayan dünyada yaşamaya.

Zindandır dünya bizler için, düşlerimizdeki hayata kıyasla. Gerçekleşecek bugün düş gibi, rüya gibi görünen o hayat, cennet olarak çıkacak karşımıza. Bin senelik dünya hayatı, değmez, karşı gelemez onun bir dakikasına. Cennet beklerken insanı, durmak ister mi insan zindanda. Cehennem soluklarının eksik olmadığı zindanda. Onun nefesiyle kavrulan dünyada. Yaz sıcaklığının azabını tattıran ruha. Fırınlaşan, bazen harplerle, savaşlarla. Yekpare inilti olan, mazluma, mağdura. Bir arada yaşanan inançtan mahrumlarla. Onları da barındıran bir konakta. Zıtlarla, zıtlıklarla kucak kucağa. Sarmaş dolaş yılanla, çıyanla. Kalbimizi, mana yanımızı ipotek almak isteyen yılanla, çıyanla... Dine bakışları öyle olanlarla. İnkârcıya yataklık yapan dünyada, rahatı yoktur inanan insanların. Dini adına hep huzursuzdur, tedirgindir o. Din, Allah’ın oluncaya dek sürecektir onun tedirginliği. Din gününün sahibinin huzuruna varıncaya kadar devam edecektir huzursuzluğu. Şahsî değildir elbet onun huzursuzluğu. O cihanın en huzurlu, en mutlu insanıdır imanıyla, inancıyla. Kendi tattığı şahsi huzuru başkalarına da tattırabilecek midir? İşte budur inançlı insanı tedirgin eden, huzursuz kılan. Bilânçosu ahirette görülecektir bu işin. O zaman dinecektir endişeleri imanlı kişinin. Bir an evvel görülsün isteyecektir hesap. Hesaba çekilmeden evvel kendilerini hesaba çekmişlerin iç serinliğiyle. Bu sebeple katlanması zordur onun hesabı geciktiren günlere. Rahatını, huzurunu, sevincini geciktiren günlere. Zindanda geçen günlere.

Son gününü yaşar insan zindanda. Yaşadığını son gün sayar. Geçen geçmiştir çünkü. Elem gitmiş lezzet kalmıştır hafızada o günlerden hatıra olarak. Gelecek ise henüz gelmemiştir. Yoktur öyle bir gün. Olmayana kederlenmek de olmaz elbet. Sabır gücünü, yaşadığı zaman dilimine harcamalı insan, ki zindanda dayanabilsin, güç yetirebilsin başına gelenlere. Aksi halde yenik düşer, mağlup olur vehimlere, vesveselere. Olmayan şeylere karşı yenik düşer, yenik düşer zaaf gösterdikçe nefsin dediklerine. Olmayan şeylerdir çünkü nefsin dedikleri de ona. Ümniyedir, kuruntudur hep nefsin dedikleri. Sonsuza dek kalacağına inandırması insanı bu dünyada, bununla kandırması. Kamçılayarak emellerini, makama, mansıba, gösterişe, şöhrete, mala, mülke, servete karşı. Baş olma- ya heveslendirmesi onu, halifeliğini, zaten baş olduğunu unutturarak. Zindana kral olma komikliğine düşürmesi insanı, bilmediği bir oyunla sahneye çıkarması onu ve rezil etmesi seyirciler önünde. Herbiri sahnedeki oyunun bir parçası olan seyirciler önünde. Ve hepsini birbirine güldürmesi, birbirine düşürmesi senaryo dışına taşarak. Rollerini unutturması veya onlara. Sahiplenmek doğru değildir bu rolleri. Hiç kimse elindekine sahip değil çünkü hakiki manada. Oyun gereği paylaştırılmıştır roller. İstidatlara göre misyon pay edilmiştir insanlar arasında. Vazifesini yerine getirip getirmediği hesap edilerek verilecek ücretler hesap gününde. Ceza görecektir misyonunu eda etmeyenler. Bir daha rol verilmeyecek zaten kimseye. Kapanacak sahne. Oyun bitmiş olacak. Üzülecek rolünü güzel oynayamamış krallar, sevinirken kır bekçileri, rollerini güzel oynadıkları için. Fayda vermeyecek kimseye sahnedeki rolü. Kral olmalar, başkan olmalar, zengin olmalar rol icabı, oyun gereği. Şekil dönemi bitmiştir perde arkasında. Sadece yapılmış olanlar (ameller) değerlendirilir orada. Zorlamalar boşu rol kapmada. Hem de faydasız. Kader projesini aşmak imkânsız. Çalışma esas. Fakat rolü edada, verileni yerine getirmede istenilen seviyede. Onu tayin ve tespit, görevimiz değil. İsteğimizi soran da yok. Ötesi lüzumsuz gayret. İstekli olmak başka, hırs başka. İstek duaya vesile. Yine de hep hayırlı olanı istemeli insan. Hayır ve haseneyi mutlak söylemeli, Rabbin hoşnutluğunu gözetmeli isteklerinde. O’nun kararına bırakmalı işi. Ve sevmeli payına düşeni. Hırs gülünç. Kötü. Sevimsiz. Kendini aşamama göstergesi. Cezası ağır. Mümine hırsının tersiyle cevap verilir dünyada. Diğerleri için ceza öteye bırakılır. Onun için başarılı gibi görünür onlar, hırslarıyla. Ama öyle değildir işin aslı. Kader sınırı aşılamaz hiç kimse tarafından. Hırs hiçbirşey katmaz elde ettiklerine onların. İstekleri verilmiştir. Çünkü, istekteki samimiyet kaderce gözardı edilmemiştir. Ama elde ettikleridir onların bütün gördükleri, görecekleri. Artı, hesap günü görecekleri. Verilen herşeyden, dirhem dirhem hesap verilecek olan günde. Keşke verilmeseydi diye inlenecek günde, şükrü eda edilmemiş nimetler için.. Nankörlere nedamet getirecek günde.
 
Doğmak ve ölmek. İşte dünya serüveni. Yaşamak bir çizgi. Uzun veya kısa. Birbirine kıyasla. Kısadır hayat, asırlarca sürse de. Ölüm gelecek sonunda. Gelecek ise yakındır daima.

Temeli yok dünyanın. Kurulan mutlak yıkılmaya mahkûm. Doğanların ölmeye mahkûm olması gibi. Baki kalmış var mı dünyada kurulup da? Hangi saltanat ömür sürmüş devr-i Âdem’den günümüze? Yine ebedilik olmazdı ki bu süre, kalan olsaydı bile. Ama yok işte. Dünyanın temeli olmazsa, içindekiler nasıl temelli olabilir ki? Olmaz. Olmamış da. Olmayacak da. Öyleyse kavga niye? Niçin boğuşmak? Yıkılmak için kalmaya çalışmak hangi aklın işi? Kim şimdiye kadar bir başkasının nasibini sahiplenmiş ki? Kimin kursağına girmiş diğerinin ekmeği? Herşey ezel taksimli değil mi? Var mı, olmuş mu bir yudum su içebilen, kader çizgisinin dışında? Öyleyse niçin boğuşma, çobanca, suyun başında?

Çalışmak şart, evet, ama bereketli kılmak için ömrü. Faydalı olmak için başkalarına. Ahireti sığdırmak için şu kısacık hayata. Kapaklanmak için şükür secdesine. Verilen nimetler adına. Ve doya doya secde etmek için Allah’a çalışılır dünyada. Kuvveti Hakk’ın emrine vermek için çalışılır güçlü olmaya. Ve inananlar öyle olmalı da. Nizam vermeliler âleme kuvvetleriyle. Teslim etmeliler cihanı hakiki sahibine. Çalışmalılar bunun için, kuvvetle çalışmalılar. Ebed için çalışıp faniye kanmamalılar...
Başlık: Ynt: FANİ DÜNYA
Gönderen: Kuskün Çiçek - Şubat 25, 2017, 08:41:58 ÖS
 eys bravoo bravoo