-
Kadir ZORLU; Yakın Dostum.. Can Arkadaşım ..
O Kendini Yıllar önce su cümlelerle anlatmış;88´de Ankara´nın Şereflikoçhisar ilçesinde doğdu, gözlerini açtığında "ulan ne kadar az insan varmış burada" dedi ve kimseye ilk kez bir şey anlatamadı. Hayal kırıklıklarıyla dolu hayatı onu taa buralara kadar sürükledi ve kendisini buldu. Kendini bulduğunda da her şey için çok geçmişti, çünkü bir şeyler yazıyordu ve hiç bir şey geçmiyordu. Aksine, filizleniyordu.
Allah´a inanıyordu, annesine inanıyordu, saygıya sevgiye inanıyordu, acıya inanıyordu, aşka hep inanmak istiyordu. Elma şekerine kanıyordu, umutla bakan gözlere kanıyordu, dostlarına kanıyordu, sigarayı içine çekip hiiiiiii babam geldi diyordu... Büyüyordu!
Okumak istiyordu, ama ne zaman bir şeyler okusa daha ilk paragrafta hayallere dalıyordu. Kurduğu hayaller okuduğu romanlardan daha akıcı geliyordu. Şiir yazıyordu, insanlar şair diyordu. Bazen şiyir yazıyordu insanlar şayir diyordu. Bazen hiç bir şey yazmıyordu insanlar hiç bir şey demiyordu. Herkes susuyordu, herkes bir şeyler susuyordu sessizce.
Şuan 23 yaşına geldiğini düşünüyorum ama sadece rakam olarak. Bazen çocuk bazen ihtiyar görüyorum onu. Bazen olgun bakıyor bazen dolgun. Onu kimse anlamıyor, o da kimseyi anlayamıyor bu yüzden insanlarla çok iyi anlaşıyor. Size selamı var kendimin. Öyle işte. Vesselam!
Tümüne Baştan Sona Katılmakla birlikte küçük bir düzeltme;Şuanda 25 yaşında ayakları yere sağlam basan..
Popülaritesinin kendisine zarar vermesine asla izin vermeyen biri O!
Herkesten sır gibi sakladığı benligi ile küçücük bir ÇOCUK!
ve yaşadığı tüm olumsuzluklara ragmen kocaman bir yürekle dimdik ayakta durabilen bir ADAM!
(http://u1312.hizliresim.com/1j/s/vv8u3.jpg)
Burcu Seul
-
sesini duydum bir ateşin çıtırtısında
uzanamadım, dokunamadım, öpemedim avcunun içerisinden .
suyun yükselmesine benziyordu yaşamak
ayak bileklerine, rujunu sürdüğün vakit dudaklarını içeriye çekmene
ben kimim ki senin yanında dedirtecek kadar beni büyülemene.
elimde olsa eğer ellerin, gözlerine bakıp
son nefesimi boynuna emanet etmek gibi sözler veririm
elimde değil, veririm.
hayat işte...
neresinden bakarsan bak seni anımsatıyor,
sırtımdan geçinen bıçakların
köşeye sessizce yığılan bedenime alkış tutması kadar acımasız.
nasıl oluyorda
sana mükâfat olan bu güzellik
bana mülakat oluyor anlamıyorum
sürekli seninle sınandığımı düşündükçe
sırtıma eşlik ederek, ağlıyorum.
zamanın pıhtılaştığını hissediyorum akarken
kırılmış bir saz ile yarım kalmış bir türkünün
hüznünü kulaklarıma fısıldıyor sessizce.
onu dinleyerek uyuyorum kaç zamandır
rüyalarım beni görüyor
kabuslarım korkuyor bu halimden.
daha ne diyeyim ki, yerle bir oluyorum sürekli
en sevdiklerim,
üşümesin diye ikişer kürek toprakla ve sırayla üzerimi örterken.
uçurumlar geliyor aklıma
sonra hemen kıyılarıma
ve son olarak sen geliyorsun
yine yüksek topuklu ayakkabın şakaklarımda...
artık yapma demeyeceğim sana
beni ezme,
gitme demeyeceğim,
öpme o adamı beni düşünürken demeyeceğim
çünkü sol göğsümdeki açtığın o derin boşluğa sağ elimi koyup
insanlara eyvallah demeyi öğrettin bana
iyiyim ben demeyi öğrettin
mutsuzluğu öğrettin
umutsuzluğu öğrettin
gittin sonra, bütün hepsinde başarılı olduğum halde
başarımı özetleyen hiçbir şey vermeden
meselâ gülmeden...
hadi şimdi sustur bu sessizliğimi,
havada kalp krizi geçiren serçeleri düşünürken
set koy kafamın içerisine,
gözyaşlarımı yine eski rengine çevir,
ellerim titremesin, yenmesin dudaklarım kendi dişlerimle,
her gece büyük büyük kaya parçaları
evimin tavanından bedenime düşmesin.
çok şey istemiyorum senden
çünkü artık anormal şeyler hayatımda normal bir hâl aldı
ayırt edemiyorum.
sen ise yıllardır unutursun diyerek geçiştiriyorsun beni
ama gördüğün gibi her şey artıyor
bu acı geçmiyor...
sen bilmiyorsun ama
ben nicedir darağaçlarında ölümler hasat ediyorum
esaret altında işkenceler görüyor
seni soranlara
o gitmedi, ben kaldım diyerek
bazı şeyleri hafifletiyorum.
çünkü hâlâ varmışsın gibi yaşıyorum
yan odada bir şeylerle uğraşıyorsun yıllardır
sürekli filmlerin başını kaçırdığından böyle tek başıma izliyorum
yorgun olduğun için kahvaltıyı ben hazırlıyorum
alış-veriş listesi yapacak vaktin dahi olmadığı için
kafama göre şeyler alıyorum
ve farkındayım bu aralar çok zayıfladın
çünkü her gün bir bayat ekmek çöpe gidiyor...
hadi, daha fazla çık hayatımdan
çünkü uzaklaştıkça daha çok oluyorsun
kim bilir,
belki dokunmaya başlarsın birgün,
ağzının tadı damağımda kalır yeniden.
kadir zorlu - olmayışlarına tanık olmak
-
son günlerimi yaşarken
kalbimin artık ne kadar yorgun düştüğünü düşünmeni isterim
bacağının birisi kırılan sandalye kadar gereksizim
sanki bütün yaşama sevincimi almışlar
ve bir kürtajdan sonra kalan ne varsa bir kadında
o kadar kalmışım, o kadar kalmış bir şeyler.
içinde yaşadığım şu dünya da içimde yarattığım bu boşlukta
midemden başlayıpta bütün vücudumu dolaşan bu korkutucu hortumla
savrulup duruyorum yıllardır
kimseye derdimi anlatamıyorum
ki zaten dinleyen herkes için başka bir lisan gibiyim.
bu yüzden ve senin gül kokan yüzün yüzünden
eskimiş, anlamını yitirmiş
yırtık pırtık cümlelere kendimi yama yapıyorum
bana ait bir kapı, bir kalp
veya çocuktan bozma şu nefsime bir dönme dolap
çok şey istemiyorum ki...
bir çocuk parkının tam ortasındaki mezar kadar değil
bir mezarlığın yanındaki çocuk parkını gören bir mezarlık kadar
ve bunların baş rolünü oynayamayan bir ölü adamın şansı kadar
şanslı olmak istiyorum bu hayatta.
ben ellerini tutmak istiyorum, seninle yürümek
yürürken başını omzuma yasladığında
gökyüzüne bakıp, şükretmek
garantisi bitmiş bir elektronik parça değil kalbim
kalbim bir serçe, küçük bir serçe
kaçmayı asırlardır savunmak sanan
kanatları yeri geldiğinde dağları kaplayan
yeri geldiğinde bir yaprağın kalıbına bile sığmayan
aç ve susuz, yersiz ve yurtsuz
karlar altında kalan sevginin üzerinde olabilecek
bir ekmek kırıntısını umut edinmiş
umut edinmiş gövdene kök salan bu ağaçların dallarını
gözü yollarda, belki de baharda
geriye kalan ne varsa kalkan şu trenden
geriye kalan ne varsa sallanan bir elden
ve dolan o gözün gördüğü puslu seslerden
birazda ben kaldım işte
çünkü benim bir hikayem vardı
gece vardı, biraz başağrısı vardı
uykusuzdum, uykusuzluğum vardı
o kadar çok şey vardı ki
bir sen yoktun, yokluğun vardı
ve yokluğunun getirisi olan
içime, içime çektiğim sigaranın dumanı gibi sinmiş hiçliğim vardı
her şeye biraz vardım
kapılarını tıklattım her zaman ki gibi iki kere
sağa sola baktım
kapıyan bakan pencerenin hereket eden perdelerine baktım
sana baktım uzun uzun gözlerinin içine baktım
açarsın da kapıyı alırsın diye beni kalbinin bir köşesine
geçmeyen,
aslında geçen ama hissettirmeyen saatime baktım
biraz karışıktım biliyorum
yazdığım şiiri sadece kendim anlayacak kadar karışıktım
bir okul dağılırken, akşam üzeriyken
hafif soğukken
o birbirine giren soğuk ses titreşimleri kadar karışıktım
sadece kendimi duyuyordum,
o da çok zordu
kulağımı iyice vermem gerekiyordu duymam için
ki duysam bile anlayamıyordum o sıralar
her tarafı ayna ile kaplı bir odanın içerisine düşen
ve ilk defa aynayı gören
hatta aynanın ne olduğunu bile bilmeyen bir insanın
düştüğü o odada gördüğü suretler
ve o suretlere yüklemeye çalıştığı anlamlar...
anlamıyorsun beni benim gibi
ben bir uçurumdan düşüyorum
ama uçurumun dibi o ayna denilen şey ile kaplı
düşüyorum...
kendime yaklaşıyorum,
büyüyorum...
ve her gece şakaklarımdan aşağıya
bazen ayaklarımın tabanından yukarıya
kan yürüyor.
kan, elleri ceplerinde yürüyor
bir sağa bir sola
cezaevinde volta atan bir mahkum gibi
geçmeyen zaman kavramını kafasından çıkarmak isteyen o mahkum gibi yürüyor
intihar eden hiç kimse kendisini izleyemez biliyorum
ama ben onu izliyorum
çünkü adımları midemin tam ortasında
sert, ağır, bulandırıcı
kızarmış bir demir parçasının göğüs boşluğundan içeriye girmesini andıran
bir yürüyüş.
yürüyüş ki her gece o şekilde aklıma giriyorsun
ama ben seni yine de seviyorum
ben sözümden dönmem
sen de dönme
geri dön.
ağzımı bile açmam
ben seni naçizane
sen beni nezaketen seversin
bazen de çay içeriz
o kadar.
kadir zorlu - kan volta atıyor
-
Böylece bir pazarla daha karşı karşıyayız en acılı yerlerinden
En uzun günün bu senin dayanamamaya ya da geçmemeye
Laleli'den dünyaya doğru gitmeyen bir yataktayız
Birden nasıl oluyor kanım gurulduyor
Ama nasıl oluyor karnım guruldar guruldamaz
İki yumurta bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün dilimlenmiş ekmek parçalarında
Peynir zeytin dahil.
Sabah sabah elektrikli süpürgeyi iyi kullanıyorsun eksik olma
Evin tozunu almayı bildiğin kadar
Sayın komşuya kalırsa geç kalkmak günah, daha neler
Boşunaymış gibi olması pazarın
Ben böyle eziyet görmedim ömrümde
Her sabahın köründe başka bir süpürge çalışıyor
Bütün sabahlar için
Halı çırpmaları dahil.
Benim bir tavanım var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor yataktan çıkamamak
Sabahları karnı guruldadığı için haklı
Kafasına girip patrondan izini kopardı diye güzel
Trt1'deki bir çok kovboy filmleri gibi güzel
En çaresiz zamanlarda açılan
Bütün kanallarda oynayan
Pazar sürprizleri dahil.
Birlikte çay demliyoruz ama iyi ama kötü
Tabak diyorum, tabağın dibini benim kadar kimse değerlendiremez
Ekmeği bir kere daha daldırmasak sanki karnımız doymayacak
İki yumurta daha kırmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup bulaşıkları gösteriyorlar
Zaten bize sabahtan akşama kadar bulaşıkları gösteriyorlar
Bütün çamarşır bulaşıkları gösterenlerin başında
Annem dahil .
Burda pazarın verdiği hayal kırıklığından bahsetmenin tam da sırası
Kalabalıkların arsından kaçıp bir eve kapanırkenki
Padişahınki gibi rahatlıktı o, hatta onda da yok
Aklıma yumurta kırışların geliyor
Tava ocakta, pazar sabahları
Asıl açlık ondan sonra başlıyor
Bütün karın açlıklarına
Ben hariç değilim.
Kadir Zorlu
Cemal Süreya´nın insan üzerindeki, pazar üzerindeki etkisidir.
-
Manzaramız aynı olabilir
Ama gördüklerimiz aynı değil ki?
Mesela,
Gece bana hep daha derin gelir,
Siyah en sevdiğim renktir, sen bunları bilmezsin
Çünkü tuttuğun takımlar hep iki renklidir.
Yüzsüz insanların kendileriyle yüzleşmesi,
Yüzüme gülen insanların makyaj malzemelerini temin edenlerinde
Yine insan olması falan
Senin böyle çelişkilerin yoktur ki?
Kitaplarım, okuduklarım
Altını çizdiklerim, hayale daldığım paragraflar
O hiç beklemediğim sonlar
Buralarda adın geçmez ki?
Senin sesinin yükselişi
Üzerime gelişin
Şu raylar ve bana geldiğin yollar
Senin adın üzerimden başka bir yerde geçmez ki?
ve aşklarınız,
Aklımda ermez ha! onlara...
kıçınızla güldüğünüz şeyler beni hep üzmüştür
ellerinize dokunsam şimdi dizlerime söz geçiremem.
ve ağladığınız şeyler...
onlara gülüp geçerim;
Allah ağlanacak o kadar kaliteli şeyler yaratmış ki...
Şu acılarınız,
Öpeyimde geçsinler falan
Ne kadar basitleşmişsiniz
Taban yapılmış duygular
Sıradanlaşmış, laçkalaşmış göz yaşları falan
Hiç gelemem
Sana sorsam şimdi
Tavana yüz üstü çakılmayı da bilmezsin?
Hayal kurmadın ki hiç,
Yıldızlar seni hiç büyülemedi ki
Kayan yıldızlar seni hiç büyütmedi ki
Sen hâlâ çöp kutusunun başında toplanıp
Yok yere kurşun kalem aşındırmayı kaçamak zannediyorsun.
Ben mesela,
Bazen yükseklerden korkarım;
Zirveye gözü yükseklerde olan insanlarla tırmandığımda.
Ve o alaycı muhabbetler,
Birilerinin üzerine basarak yükselmeler falan
Söylesene uçurtma uçurdun mu sen hiç?
Şu yediğiniz içtiğiniz hepsi sizin olsun muhabbetleri diyorum,
Afrika diye bir yer var duydun mu hiç?
Biliyor musunuz bu yüzden anlattıklarınıza
Yıllarca oruç tutabilirim, çünkü karnım hep tok!
Sahte aşklarınız, sahte suratlarınız
Kimliklerinizin fotokopi makinasından çıkan sureti kadar renksiz,
soğuk, ucuz.
Neyse...
Asırlar sonra,
Şu gözlerini yine al gel bana
Belki bir gün, bir zaman diliminde
Zaman bize bir dilim ekmek verir
Belki seni yine, yeniden sevme lüksüne sahip olurum.
Bu yüzden,
Şuan da,
Üzerimdeki ceket ağır geliyor
İçindeki gömlekte
Ve tenimde.
Son olarak
Seni seviyorum, ama seni sevmek bana çok lüks geliyor
Ben sana hiç benzemiyorum,
Korkutmuyor beni seni korkuttuğu kadar;
Şu savaşlar, silah sesleri, suratıma doğrular soğuk namlular
Ama bilmeni isterim ki,
Ne zaman bir fren sesi duysam, asfaltta o çığlığı atan
İçim gereğinden fazla ürperiyor;
Elimden kaçtığını zannediyorum,
İşte sen geliyorsun aklıma...
Kadir Zorlu
-
Aşk konusunda neden hep geri hisseder insan kendisini? Neden hiç olmayacak, hiç karşılaşmayacakmış gibi yaşar? Bence insanın en büyük hatası bu olguyu yaratmak ve buna inanmak. Arzuladığı insan karşısına çıksa bile kafasını kurcalayan o olgu; onun doğru insan olmadığına, onunla olamayacağına inandırıyor. Sonra zaten bunun getirdiği bir tahammülsüzlük ortaya çıkıyor. Ne dese yanlış anlıyorsunuz, sizin dediğiniz olsun istiyorsunuz, eskisi gibi konuşmuyorsunuz, eskisi gibi vakit geçirmiyorsunuz. Çünkü hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına kendinizi inandırdınız. Onun dedikleri artık önemini kaybetti. Onun sizin hayatınızdaki yeri sadece anlık olmaya başladı. Yarına taşan tek bir cümle bile kalmadı. Hepsi söylendi. Ve bitti.
İnsan gerçekten geriye baktığı zaman, zaman kavramının aslında pek bir önem arz etmediğini anlıyor. İyi bir insan olmak için belkide en dibe gömülmemiz şart. Havaya doğru zıplarken bile yere belirli bir basınç uyguluyoruz. Normalden biraz daha aşağıya inmeden yükselemiyoruz. Ben yarattığım o olguya iyimserlik olsun diye mutluluğun da en dipte olduğuna inandım. Bu yüzden batmaktan bu kadar keyif alıyorum. Çünkü realite burda, karşımıza çıkan her insanın aslında aradığımız yüzü burda. Eğer gerçek aşkı arıyorsanız boka batın. Ve kafanızı çıkarıp etrafınıza bakın.
Beliren yüzler sizinle batan insanlar değil,
Sizinle yükselecek insanlardır.
Kadir Zorlu
-
birgün sessizce geçerse eğer bir tren gözlerinin önünden
düşün ki, bir çığlıktır o.
kırmızı bir öfkedir
bir cumartesinin kalbinde büyüyen
bir aşk kadar kırmızı.
ve
bir duruştur bu nihayetinde
hatırla devrimi;
sana iki kere iki kaç eder gibi değil
çiçeği açan uçurum bahardan ne ister gibi sorular soruyorum.
dönüp bakıyorsun aynada ikimize
ellerini kalbime koydukça ışıldıyor gözlerin
kuşlar yine eski zamanlardaki gibi cıvıldamaya başlıyor
yine taş plaklar gramofonlara takılıyor
bozacı geceleri bağırmaya başlıyor
kadınlar pencerelerde utangaç
mendilleri düşmek için sabırsız
bunları gördükçe iştahlanmıyor değil insan
içimde şahlanmıyor değil bir at
işte
böyle zamanlarda sus istiyorum
çünkü en iyi bu şekilde konuşuyoruz seninle
en iyi bu şekilde sevişiyoruz sabah ezanına dek
olduğumdan farklı davranmayı
ihanet gördüğüm tek yer bu sessizlik
hani bağdaş kurmuşuzda yanyana
gün batımını izliyoruz
elimizde sigara
ağzımızda devrim türküleriyle
ne güzeldi değili mi,
her şey kötüye gitmeden önce?
şimdilerde ne zaman
"bir duruştur bu" desem
durup arkama bakıyorum
geçmiş ömür
akmış zaman
yatmış balık
deniz ölünce.
kadir zorlu - gezmiş
-
ben giderken
sadece köşe başındaki tabela da "dur" yazıyordu
oysa bir pamuk yumuşaklığında
ses tonunu beklemiştim ardımdan gelen
kıyısını kaybetti deniz
yakamoz enseledi maviyi
fırtına duruldu
gözlerimi açtım
o sabah sen yoktun.
bir el ateş ettiler
bir çocuk öldürdüler
dalgındı dalgıçlar
hırçın bir akarsuda bir adamı kaybettiler
her şey tersine gitmek zorunda gibiydi
o sabah sen yoktun
yere düşen güçlü insanlara tanık oluyordum
amerika yoktu
savaş kelimesini kullanmak bile yasaktı
babası oyuncak bebeğiyle konuşan kızını izliyordu sessizce
eylül koşar adım ile geçip gidiyordu önümden
öyle güzeldi ki her şey
sanki bir ilkokulun yanından geçerken
tenefüs ziline denk geliyordum
çocuklar koşuyordu
koşuyordu çocuklar
ben rüyadan uyanıyordum
cesedimi tuzluyordum
o sabah sen yoktun
biliyorum,
gitmek zorundaydım
beni sevemezdin
iki uçurtma gibiydik gökyüzünde süzülen
sarılsaydık
düşecektik.
kadir zorlu
-
yine fazla tonajlı şarkılar dinledim;
göğsümün tam ortasında çırpınan kuşlar var
ayağımı yerden kesiyorsun kokunu sıktığım halatla boynumu öperken
protez bacağıyla sessizce bir su yürüyor burnumun kenarından aşağı
sus diyorum sana gecenin bir yarısı sen yokken.
aklımı oynatmak üzereyim...
yoksun,
ki bu varlığından daha fazla olduğun anlamına geliyor
seninle konuşuyorum tek başıma,
cemal abi geliyor
saat onikiden sonra bütün insanlar haraptır diyorum,
kapının kapandığı o ses geliyor sonra
gidişlerin geliyor
gelmeyişlerin geliyor
herkes geliyor, sorma...
zor bir hayat yaşıyoruz
ya da yaşıyorum
ya da bilmiyorum işte
yuvasını yapan bir kuşun ağzındaki çöple ölmesi kadar dramatik
bir çocuğun ilk kelimesinin anne ya da baba olmaması kadar şaşırtıcı
bazen tenine başka insanların dokunması kadar da bitmeye hazır
biliyor musun
geri gelirsen eğer,
geç kalacaksın
boynum çoktan kızarmış, morarmış olacak sevişmekten
bir kadın olmasa da senden farkı olmayacak kokunu sıktığım halatın
göz göze geleceğiz yine merak etme
ama benden sana yine aynı aşkla bakmamı bekleme
ve korkma...
çığlık atmanada gerek yok
hatanı düzeltiyorum;
sen giderken kendine değil
bana yeni bir hayat kurdun.
hoşçakal,
sana son sözlerimi bırakıyorum...
Kadir Zorlu
-
Sadece mutlu olmaya çalışmak bencilliktir. Mutlu etmeyi bu yüzden bir erdem olarak görüyorum. Aynı şarkılardan farklı anlamlar çıkarıyoruz, aynı manzarada farklı detaylar görüyoruz, aynı uçurumlarda temize çekiyoruz kendimizi; kimisi ışıldıyor kimisinde hâlâ izler var. Kabullenerek yaşıyoruz bir çok şeyi, sindirerek. Hayatımıza dahil olan kim varsa bırakın da bencilliklerinizi sizden mutlu ayrılsınlar, sizi güzel hatırlasınlar. Ki zaten bir çok ayrılığın nedeni de kişiselleştirilmiş ilişkilerdir. Ben, sen olmuş ilişkiler. Biz olmanın tadına erişememiş ilişkiler. Hep mutlu olmaya çalışan o bencil, o umursamaz, o egosuna yenilmiş ilişkiler...
Biraz rahatlayın, kahve için. Çay koyun. Su için. Su içmek için susamanız gerekmiyor. Hayallerinizi rahat bırakın artık. Onlarla fazla oynamayın. Büyütmeyin onları, onları beslemeyin. Gerçekleşmesi zor şeyleri beyninizin içinde biriktirip biriktirip kendize hayal kırıklıkları üretmeyin.
Kalbiniz beyniniz yüzünden bu kadar yorulmak zorunda değil. Kalbinize bakın. Size su içmek için susamanız gerekmiyor dedim.
Kadir Zorlu
-
Dinmeyen Acı Susmayan Şarkı
ilk etapta ne kadar büyük çıkışlar yaparsan yap,
eğer bıkkınlık vermeyen bir melodin,
insana sarılan sözlerin yoksa içeriğinde
bir süreden sonra
dile takılmaktan ileriye gidememiş
bir şarkı olarak kalırsın ben de.
böyle kalabalık gibi durduğuma bakma sakın
gün inince, akşam olunca, aynı karanlık seni elime tutuşturunca
derdimi anlatmak için matkaplara şakağımı yaslıyorum
önümüz kış ve hâlâ bitmek bilmeyen bir kasımdayız
üşüyorum, ateşlerin içerisinde olsam bile
ciğerlerim yansa bile, tenine temas etmediğim heran, üşüyorum.
bilinmeyen bir yerden esen rüzgârın şiddetine dayanamayıp
kırılmış ama gövdesinden kopamamış bir daldan farkım yok
çünkü yine sana, yine gözlerine
yine gövdenin sıcaklığına tutunmayı yaşamaktan sayıyor kabuğum.
ve ağır ağır, içten içe
dudağın, gülüşün, boynun, ellerinin nezdinde
kapıya kadar geçiriliyor, üzerime kapanan kapının ardında
bağdaş kurup, kuruyorum...
seni seviyordum, kimse bilmiyordu
sen hayatıma dahil oldun, kimse bilmiyordu
ayrıldık ve hala kimse bilmiyor seni
hiçbir şey değişmedi ben haricinde herkesce
oysa ne sessizliğim aynı sessizlik
ne bakışlarım aynı bakış.
ben aslında konuşurken bile seni düşünüyor
sadece dudaklarımın hareketlerini hisseder hale geliyorum
bir süreden sonra.
ve konuşmam bittiğinde aslında ne anlattığımı
konunun ne olduğunu bile hatırlamıyorum.
artık başımı yastığa değil de
yastığı başımın üzerine koyup uyumaya çalışıyorum
dünyanın sesini kısmaya çalışan insanları bilirsin
kafasının içindeki sesleri kısmaya çalışan insanları da
hatta senin gibi dile takılan şarkıların sesini kısmaya çalışan insanları bile
bana bıraktığın bu dünyada
beni hiçbir ses terketmiyor
beni hiçbir acı terketmiyor
ve artık korkuyorum
kalbimin bir daha hiç kırılmayacakmış gibi durmasından
hiçbir şeyi hissetmemekten korkuyorum
çünkü sen
tırnaklarını bile kalbimden çok sakındın kırılmasınlar diye.
işte bu yüzden haklısın;
ben senin tırnağın bile olamam.
Kadir Zorlu
-
cgp
-
cgp