»»-(¯`v´¯)-» İslami Dini ve Türk Tarihi »»-(¯`v´¯)-» > Dini Hikayeler ve Menkıbeler

Güzel Nasihatlar...

(1/5) > >>

Kamil:

KÖTÜ HUYUN ZARARI

"Muhammed Sıbgatullah", Allah adamlarından.
Bir gün Ona sordular, "Kötü huylu" olmaktan.

Buyurdu: ("Kötü insan", kötü bilir herkesi.
Bulunmaz kendisinde, merhametin zerresi.

Nankördür, eşe dosta hiç değildir vefâkâr.
Bir iyilik yapsa da, sonradan başa kakar.

Tanımaz helâl harâm, sakınmaz günâhlardan.
Kimseyle geçinemez, incinir herkes ondan.

Hattâ o, çok yapsa da nâfile ibâdeti,
Alamaz sevâp ecir, boşa gider zahmeti.

Hadîste buyuruldu: (Kötü huylu kimseler,
Huyları sebebiyle, Cehenneme girerler.)

Kötü huylu bir kişi, benzer "kırık testi"ye.
Ne yama kabûl eder, ne de döner eskiye.

Öyle fenâlıktır ki "kötü huy" bir insanda,
Görmez iyiliğinin faydasını Mîzânda.

İster ki, başkasına zarar versin durmadan.
Zîrâ böyle kişiler, zevk alır hep bunlardan.

Hâlbuki kuyu kazsa, birine, biri eğer,
Kazdığı o kuyuya, evvelâ kendi düşer.

Vaktiyle garip biri, bir köyden geçer iken,
Bir fırına uğrayıp, "ekmek" ister içerden.

Velâkin parasını vermek istediğinde,
Bakar ki, hiç parası kalmamış üzerinde.

Bir "Dilenci" zanneder, fırıncı onu o an.
Kalbinden geçirir ki: "Bıktım artık bunlardan".

Bir ekmeğin içine, bolca Zehir koyarak,
Verir o zavallıya, Allah'tan korkmıyarak.

Hiç bir şeyden haberi olmayan o müslümân,
O "Zehirli ekmeği", alıp gider oradan.

Bir köye girdiğinde, rast gelir Genç birine.
Askerden terhis olmuş, dönüyormuş evine.

Acıkmış olduğunu söyleyince genç kişi,
Ona merhametinden, acır ve yanar içi.

Fırıncıdan aldığı ekmeği verir ona.
Gönül râhatlığıyla, devâm eder yoluna.

Genç, orada oturup, o ekmeği yiyerek,
Yürür gider evine, hiç bir şey bilmiyerek.

Lâkin başlar içinde o Zehirin tesiri.
Ve başlar titremeye vücûdunun her yeri.

Artık son nefesini alırken o genç adam,
Der ki: (Ben, köyümüze yeni girmiştim ki tam,

Yolcunun birisinden, bir ekmek alıp yedim.
Ondan sonra başladı titremeye her yerim.)

Bunu duyan fırıncı, başlar bir dövünmeye.
Der: (Eyvâh, o zehiri ben koydum o ekmeğe.

Keşke yapmaz olaydım, yaptığım iş doğru mu?
Ben, kendi elim ile zehirledim oğlumu.)

Ne kadar pişmân olup, üzüldüyse de içten,
Lâkin oğlu ölmüştü, geçmiş idi iş işten.)

Kamil:

MÜNÂKAŞA ZARARLIDIR

"Abdül'azîz Dehlevî", büyük âlimlerdendi.
Bir gün sevdiklerine, sohbette şöyle dedi:

(Kötü huylardan biri, "Münâkaşa etmek"tir.
Yâni her meselede (Ben haklıyım) demektir.

Hâlbuki münâkaşa, netîceye götürmez.
Hattâ fayda yerine, zarar verir çoğu kez.

Dost ile münâkaşa, azaltır muhabbeti.
Düşmân ile olursa, çoğaltır adâveti.

Münâkaşa sonunda, dostun kalbi incinir.
Hâlbuki gönül yıkmak, "Kâbe yıkmak" gibidir.

Hâlis mü'min, kaçınır münâkaşa etmekten.
Titrer, bir müslümânın kalbini incitmekten.

Vaktiyle bir müslümân, gider bir medreseye.
Bir âlimin yanında, ilim tahsîl etmeye.

Çalışır gece gündüz, aylar geçer aradan.
Lâkin hiç istifâde edemez üstâdından.

Çalışır, gayret eder her gün daha ziyâde.
Yine hiç hocasından edemez istifâde.

En nihâyet üstâdı, çağırır o kimseyi.
Der ki: (Çalışıyorsun dersine gâyet iyi.

Lâkin hiç istifâde etmedin, biliyorsun.
Ve bunun sebebini, çok merak ediyorsun.

Buna sebep şudur ki, gelirken sen bu il'e,
Münâkaşa etmiştin yolda bir mü'min ile.

O mü'minin kalbini kırmış idin bu yüzden.
Hâlbuki kalp kıranlar, mahrum kalır feyizden.

Helâllık almadıkça, gidip ondan ihlâsla,
Bizden, bir istifâden olamaz senin aslâ.)

O da gidip, onunla konuştu, helâllaştı.
Yüksek mertebelere, bir kaç günde ulaştı.

Bir gün de Resûl ile, hazreti Ebû Bekir,
Dururken, yanlarına hayâsız biri gelir.

Hakârette bulunur Allah'ın Resûlü'ne.
Sabreder Resûlullah onun bu sözlerine.

Sıddîk dahî sabreder buna mütemâdiyen.
Sonra dayanamayıp, cevap verir âniden.

Ve der ki: (Ey hayâsız, hiç utanmıyor musun?
Allah'ın Resûlü'ne hakâret ediyorsun.)

Hazreti Ebû Bekir böyle cevap verince,
Resûlullah, oradan ayrılırlar hemence.

Sıddîk bunu görünce, koşup hemen peşinden,
Niçin ayrıldığını sorunca kendisinden,

Buyurur: (Ey kardeşim, o hakâret ettikçe,
Melekler bizimleydi, biz cevap vermedikçe.

Hattâ o, bize öyle hakâretler ederken,
Melekler, (Sen öylesin!) derlerdi ona hemen.

Ne zaman ki sen ona cevap verdin kızarak,
Şeytânlar geldi hemen, melekler ayrılarak.)

Hazreti Ebû Bekir üzülür yaptığına.
O günden îtibâren, Taş koyardı ağzına.)

Kamil:

EY GÂFİL İNSAN!

"Ni'metullah Geylânî", âlim ve velî bir zât.
Vaaz ve derslerinde, ederdi çok nasîhat.

Bir gün de buyurdu ki: (Bu hak dostu velîler,
İnsanları, küfürden çekip alıverirler.

Onların huzûrunda, edebsizlik eylemek,
Felâkete götürür, dikkatli olmak gerek.

Allah'ın kullarıyle, iyi geçinmek için,
İşlerinde, kolaylık gösterin her kişinin.

Zîrâ buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:
(Sakın zorlaştırmayıp, kolaylık gösteriniz.)

Her kim ki, günâhına hâlisen olsa pişmân,
Affeder o günâhı Allahü azîmüşşân.

Kim, yalnız Dünyâ için hep gayret gösterirse,
Sonunda, muhakkak ki pişmân olur o kimse.

Ey bu harâb olacak evi tâmir eyliyen!
Fazla emek verme ki, bir gün çıkar elinden.

Bu dünyâ bir Köprüdür, sen geçip gitmeye bak.
Kimseye kalmamış ki, sana kalsın bu konak.

Harâb olacak şeye, bu îtinâ, bu meyil,
Akıllı olanların yapacağı iş değil.

Ey aklını, fikrini, dünyâya veren kişi!
Vaz geç ki, Hak teâlâ beğenmiyor bu işi.

Zîrâ yaratıldı ki bu insanlar ve cinler,
Yalnız Hak teâlâya, ibâdet eylesinler.

Ey gönlünü dünyâya kaptıran gâfil insan!
Yaldızlı süslerine aldanma sakın amân!

Dışı Güzel görünür, lâkin aldatıcıdır.
Üzeri şeker kaplı, içi gâyet acıdır.

O öyle bataktır ki, yutar çok insanları.
Ona aldananların, hüsrân olur sonları.

İnsanların kalbini, bakın ki kazanmaya,
Zîrâ bu sebep olur, "Hak rızâsı" almaya.

Her insana edin ki çok iyilik ve ihsân,
Zîrâ lutf-ü ihsânın, kulcağızıdır insan.

Sana zarar, sıkıntı gelirse birisinden,
Ona gücün yetse de, affedici ol hemen.

Ey insanoğlu, sakın, unutma hiç Rabbini.
Çıkarma hâtırından, O'nun emirlerini.

Rabbin bahşetmiş sana, ne mükemmel âzâlar.
O'nun emrine göre kullan ki, yanmıyalar.

Allah'tan başkasından, etme ki bir şey talep,
Onlar da, senin gibi, âciz birer Kuldur hep.

Allah'ın kullarına, ver ki neş'e ve sevinç,
Âhirette sıkıntı görmiyesin sen de hiç.

Gizle, ifşâ etme ki herkesin günâhını,
Gizlesin Allah dahî, yârın senin aybını.

Sen, darda kalanlara yardım et ki bu günde,
Allah da, yardım etsin sana mahşer gününde.

Ey genç, gençliğin ile gururlanma ki zinhâr,
Genç iken ölüp gitti, nice tâze fidanlar.)

Kamil:

KİBİRLİ HÜKÜMDÂR

"Veliyyullah Dehlevî", âlim ve velî bir zât.
Bir gün sevdiklerine, anlattı şunu bizzât:

Vaktiyle çok gururlu ve kibirli bir Sultân,
Ülkesini gezmeyi, arzu eder bir zaman.

Ata binip, yanına, alır avanesini.
Çıkar bir gezintiye, dolaşır ülkesini.

Giderken bir haşmetle, hem de gururlanarak,
Karşısına, bir kimse çıkar âni olarak.

Yamalı elbiseli, ihtiyar bir kimsedir.
Yanına yaklaşarak, evvelâ selâm verir.

Sultân, almaz selâmı kibir ve gurûrundan.
O der ki: (Senin ile bir işim var ey sultân!)

Sultân ona kızarak, der ki: (Ne istiyorsun?
Sen, hangi cesâretle bana söz söylüyorsun?)

Atının dizginini tutarak o ihtiyar,
Der ki: (Ey mağrur sultân, seninle bir işim var!)

Çâresiz kalan sultân, ondan kurtulmak için,
Der ki: (Söyle bakalım, benimle neymiş işin?)

Der ki: (Bu, âşikâre söylenecek şey değil.
Gizlidir, onun için bana doğru az eğil.)

Sultân, ister istemez eğilince o yana,
(Ben Azrâil'im!) diye, bildirir o sultâna.

O bunu öğrenince, soğur eli ayağı.
Üzülür, rengi kaçar, çözülür dizi bağı.

Kekeliyerek der ki hazreti Azrâil'e:
(İzin ver, görüşeyim gidip âilem ile.)

Lâkin O, bir an bile sultâna vermez izin.
Alır hemen rûhunu, bir an beklemeksizin.

Sonra o kıyâfetle, oradan ayrılarak,
Bu sefer bir Mü'mine, gelir âni olarak.

Ona yaptığı gibi, selâm verir ilk önce.
O, tebessüm ederek, cevap verir hemence.

Azrâil, ona dahî hitâb edip o zaman,
Der ki: (Biraz işim var seninle ey müslümân!)

O der: (Hay hay efendim, emrin baş üzerine.
Ne gibi hizmet varsa, getireyim yerine.)

O zaman Melek der ki: (Ey müslümân kardeşim!
Ben ölüm meleğiyim, seninle budur işim.)

O der ki: (Hoş geldiniz, safâlar getirdiniz.
Ben de sizi beklerdim, beni sevindirdiniz.

Lâkin ricâm şudur ki, çabuk olun az daha.
Rûhumu, bir an önce kavuşturun Allah'a.)

Melek der ki: (Ey mü'min, benden bir arzun var mı?
Rûhunu, ne şekilde istiyorsun almamı?)

O der ki: (Mâdem öyle, izin ver bana biraz.
Abdest alıp kılayım, iki rekât bir namâz.

Ben, ikinci rekâtin secdesini yaparken,
Sen de tam o sırada, rûhumu kabzet hemen.)

Kabûl eder Azrâil onun bu ricâsını.
Secdede, incitmeden alıverir canını.

Kamil:

HANIMA NASIL DAVRANMALI?

İslâm âlimlerinden, Hasen Fehmî Efendi,
Âile seâdeti bâbında şöyle derdi:

"Güzel huylu" olmalı bir erkek hanımına.
Şefkat ve muhabbetle davranmalı hep ona.

Ev içinde, dâimâ "Güler yüzlü" olmalı.
Ona karşı yumuşak ve nâzik davranmalı.

Önce selâm vermeli, girince eve erkek.
Hatırını sormalı, hem (Nasılsın?) diyerek.

Neş'esiz, üzüntülü görürse onu eğer,
Tesellî eylemeli söyleyip güzel şeyler.

Onu "Çok sevdiğini" bildirmeli kendine.
İştirak etmelidir sevincine, derdine.

Ağır ve zor işleri, meselâ çarşı pazar,
İşlerini, hanıma yaptırmamalı zinhâr.

Kolaylık göstermeli ona ev işlerinde.
Ve yardım etmelidir, çocuk terbiyesinde.

Yemede, giyinmede, imkânı varsa şâyet,
İyisini almaya etmeli sa'y-ü gayret.

Onu, hiç bir sûrette aslâ dövmemelidir.
Dövmek değil, "Sert" bile, hiç söylememelidir.

Resûlullah buyurdu: (Eşini dövse bir zât,
Bilsin ki, dâvâcısı mahşerde benim bizzât.)

Onun huysuzluğuna sabırlı olmalıdır.
Bir günden daha fazla dargın durmamalıdır.

Ahlâkında, huyunda değişiklik görünce,
Kabâhati, kendinde aramalı ilk önce.

Görmezlikten gelmeli, bâzı kusûrlarını.
Gizlemeli herkesten, ayıp ve sırlarını.

Ona, yanında iken ve yanında olmadan,
"Hayır duâ" etmeli, kaçmalı "Bedduâ"dan.

Çünkü o, gece gündüz beyi için çalışır.
Ve onun en vefâlı "Hayat arkadaşı"dır.

Onun, kat'î sûrette kırmamalı kalbini.
Zîrâ o, beyi için adamıştır kendini.

Bâzı erkek vardır ki, nâziktir ona buna.
Lâkin "Arslan kesilir evinde hanımına.

Önemsiz bir şeyleri bahâne eyliyerek,
İncitir hanımını, hakâretler ederek.

Şunu bilmelidir ki, "Kalp kırma"nın günâhı,
Sanki yıkmak gibidir, kazmayla Beytullah'ı.

Hattâ en büyük günah, "Küfür"den sonra gelen,
Mü'mini incitmektir, şu veyâ bu sebepten.

"Îmân"dan sonra ise, en kıymetli ibâdet,
Bir mü'minin kalbini sevindirmektir elbet.

Yine bilmelidir ki, hanım "Esir" değildir.
Rabbin bir emâneti, bir "Cennet nîmeti"dir.

Bu yüzden, hanımını üzmemeli bir erkek.
Ve ona güvenmeli, çok muhabbet ederek.

Öyle olmalıdır ki hanımıyla gerçekten,
Bilsin ki: "Beyim beni, çok seviyor herkesten".

Navigasyon

[0] Mesajlar

[#] Sonraki Sayfa

Beğenirken ederken bir hata oluştu
Beğeniyor...
Tam sürüme git
Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek