»»-(¯`v´¯)-» İslami Dini ve Türk Tarihi »»-(¯`v´¯)-» > Dini Hikayeler ve Menkıbeler

Güzel Nasihatlar...

<< < (2/5) > >>

Kamil:

ANA BABAYA HİZMET

"Eşrefzâde Bursavî", hâl ehli bir büyük zât.
Ana-baba hakkında, şöyle etti nasîhat:

"Ana-baba" hakkında, lüzumlu bilgileri,
Şöyle beyân etmiştir, Allah'ın Peygamberi:

(Bir kul ki, anasının ayağını öperse,
"Cennetin eşiğini öpmüş olur o kimse.

Râzıysa anne baba, kızı yâhut oğlundan,
Allahü teâlâ da, râzı olur o kuldan.

Ve eğer anne baba, kızarsa evlâdına,
Allah da, gadab eder elbette o kuluna.

Onlara her yapılan iyilik, yardım, ihsân,
Üstündür çok nâfile namâz, oruç ve hac'dan.

Eğer anne babaya, hizmet etse bir evlât,
Yârın mahşer gününde, "Ateşe girmez o zât.

Ve eğer şefkat ile bakarsa yüzlerine,
"Hâc" ve "Ömre sevâbı yazılır o mü'mine.)

Biri sordu Resûle: (İhtiyar oldu annem.
Yaşlılıktan ötürü, aklı da azaldı hem.

Bütün hizmetlerini, bizzât ben yapıyorum.
Elimle yediriyor, sırtımda taşıyorum.

Ona yapmış olduğum bu hizmet sebebiyle,
Ödemiş olur muyum hakkını tamâmiyle?)

Buyurdu ki: (Olmazsın, şu ki bunun hikmeti,
O, senin yaşamanı isteyip hizmet etti.

Sen ise, vâlidene hizmet edersin, fakat,
Beklersin ki, acabâ ne zaman eder vefât?)

Bir kimsenin babası, "Felç olmuştu âniden.
Oğlu hizmet ederdi, o günden îtibâren.

Ve lâkin usanınca babasına bakmaktan,
Bir gece vakti onu, sırtına alaraktan,

Evden çıkıp, dedi ki hem de kendi kendine:
"Götürüp bırakayım, ıssız bir dağ dibine"

Geldi bu niyet ile, kervan geçmez bir dağa.
Başladı oralarda, "Uygun yer" aramaya.

Lâkin bildi babası, onun bu niyetini.
Dedi ki: (Ey evlâdım, fazla üzme kendini.

Beni şuraya bırak, hiç yorulma boş yere.
Zîrâ ben de babamı, bırakmıştım bu yere.)

Bu sözler karşısında, üzüldü buna gâyet.
Sordu ki: (Nasıl oldu, bana dahî îzâh et.)

Dedi: (Benim babam da, felç olmuştu bir gece.
Ben de böyle bakmıştım babama senelerce.

Ve lâkin senin gibi, ben de çok usanmıştım.
Bir gece, tam bu yere getirip bırakmıştım.

Zîrâ büyüklerimiz, demiş ki zamânında:
(Her kişi ne ekerse, onu biçer sonunda.)

Bu sözler, bir "Ok" gibi saplandı sînesine.
Onu tekrar sırtlayıp, götürdü hânesine.

Giderken hem ağlıyor, hem duâ ediyordu.
(Yâ Rabbî, yanlış yaptım, beni affet) diyordu.

Kamil:

KALP KIRMAK HARÂMDIR

Dâvûd-i Kayserî ki, çok mübârek bir kişi.
İnsanları gafletten uyarmaktı sırf işi.

O bir gün buyurdu ki: (Yaşamayın gafletle.
Zîrâ âni geliyor ecel umûmiyetle.

Bilhassa "Kul hakkı"na edin ki çok riâyet,
Mahşerde, hak altından kurtuluş zordur gâyet.

Meselâ harâm olsa, elbisenin düğmesi,
O namâzın, insana olmaz bir fâidesi.

Üstümüzde kul hakkı, olsa da "Yarım akçe",
Cennete giremeyiz, onu ödemedikçe.

Kul hakkını, dünyâda, kolaydır edâ etmek.
Ve lâkin âhirette, çok çetindir ödemek.

Zîrâ o gün, geçmiyor dünyâdaki paralar.
"Sevap" ve "Günâh" ile ödenecek bu haklar.

Yâni sevâbı varsa, gider alacaklıya.
Yoksa, onun günâhı yükletilir borçluya.

Bunun için dünyâda, her kişi helâllaşsın.
Aslâ mahşer gününe, borç alacak kalmasın.

"Haklı" olsanız bile, siz yine dileyin af.
Belli olmaz, belki de haklıdır karşı taraf.

Zîrâ mahşer yerinde, nice alacaklılar,
Hesâpları "ters" dönüp, sonunda borçlu çıkar.)

Dediler ki: (Efendim, îzâh buyurduğunuz,
Kul hakları, nelerden ibârettir bâhusus?)

Cevâben buyurdu ki: (Kul hakkı denilince,
Hâtıra, "Maddî haklar" gelirse de ilk önce,

Bunlardan daha mühim haklar da var muhakkak.
Meselâ kul hakkıdır, "Kalp kırmak, gönül yıkmak.

Hattâ insan, "Kâbeyi yıksa da yetmiş defâ,
Kalp kırmanın yanında "Hafif" kalır bu daha.

İnsanın, kimler ile varsa çok alâkası,
Onlarla îcâb eder, sık sık helâllaşması.

Meselâ sıra ile, zevcemiz, çocuğumuz,
Hısım akrabâ ile, arkadaş ve komşumuz.

Hepsinin, ayrı ayrı üstümüzde hakkı var.
Bunların içinde de, en mühimi, "Hanımlar".

Eğer ki hanımını incitirse bir kişi,
Helâllık almadıkça, mahşerde zordur işi.

Her gün evden çıkarken, helâllaşmak gerekir.
Zîrâ ölebiliriz, eceller âni gelir.)

Dediler ki: (Efendim, Allah katında bir kul,
Hangi vasıflarıyla olur iyi ve makbûl?)

Buyurdu: (Mâhir olsa bir kişi mesleğinde,
Sırf bununla, bir kıymet kazanmaz Hak indinde.

Zekî ve kurnaz olmak, makâm, mevkî, müdürlük,
İndallah, o insana sağlamaz bir üstünlük.

Kim fazla korkuyorsa Allahü teâlâdan,
Odur Allah indinde kıymeti fazla olan.

Kim kazanmak isterse, Hak indinde îtibâr,
"Takvâ"ya sarılsın ki, Rabbimiz buna bakar.)

Kamil:

KARDEŞLİK VE ŞEFKAT

Ulu Ârif Çelebi, ilme âşık bir kişi.
Okuyup okutmaktı, en sevdiği tek işi.

Bir gün, sevdikleriyle başlıyarak sohbete,
Şöyle bir hâdiseyi nakletti cemâate:

"Halîl" ile "İbrâhim" adında, çok önceden,
İki kardeş yaşarmış, birbirini çok seven.

Büyük olanı "Halîl", küçüğü "İbrâhim"miş.
Halîl "Evli", çocuklu, İbrâhim "Bekâr" imiş.

Ortak bir Tarla"ları varmış ki hem onların,
Geçinip giderlermiş geliriyle tarlanın.

Ve her sene sonunda, ne kadar çıksa "Buğday",
Hemen eşit olarak, ederlermiş "iki pay"

Bir yıl, ekinlerini biçip harman yapmışlar.
Buğdayları savurup, ikiye ayırmışlar.

Büyük olan demiş ki: (Ey kardeşim İbrâhim!
Ben gidip çuvalları, ambardan getireyim.

Ben gelinceye kadar, sen bekle az bir zaman.
Gelmesin buğdaylara herhangi zarar, ziyân.)

Halîl eve gidince, düşünmüş ki İbrâhim:
(Ben "Bekâr" bir kişiyim, "Evli"dir fakat âbim.

Daha çok buğday lâzım elbet Onun evine.
Benimkinden bir miktar, atayım onunkine.)

O, âbisi hakkında bunları düşünerek,
Payından, onunkine aktarmış üç beş kürek.

Halîl, çuval elinde çıkagelmiş o ara.
Demiş: (Haydi doldur da, götürüver anbara.)

İbrâhim "Peki" deyip, kendine âit olan,
Buğdaydan yüklenerek, anbara olmuş revân.

İbrâhim ayrılıp da, gider gitmez anbara,
Şu şekilde düşünmüş, âbisi de o ara:

(Çok şükür ben "Evli"yim, kurulu düzenim var.
Lâkin küçük kardeşim İbrâhim henüz Bekâr.

O, daha çalışıp da, para biriktirecek.
Ve maddî sıkıntıyla, ev kurup evlenecek.

Benim böyle derdim yok, hazır evim ve eşim.
Buğdaya, benden fazla, muhtâçtır bu kardeşim.)

Kardeşinin hakkında, o böyle düşünerek,
Payından, onunkine aktarmış bir kaç kürek.

Buğdayı yüklenip de, ayrıldığında biri,
Ona, kendi payından, aktarırmış diğeri.

Onların bu hâlleri, o gün akşama kadar,
Birbirinden habersiz, sürüp gitmiş bu karar.

Nihâyet bakmışlar ki karanlık bastığında,
Hiç "Azalma" olmamış buğday yığınlarında.

Onlar, birbirlerine, böyle güzel hareket,
Edince, vermiş Allah onlara bir "Bereket".

Günlerce taşımışlar, "bitmemiş" buğdayları.
Dolup taşmış buğdayla, evleri, ambarları.

İşte, "Halîl İbrâhim bereketi" denilen,
Hâdise, bu şekilde vâki olmuş eskiden.

Kamil:

DUÂ, BELÂYI GİDERİR

Ziyâeddîn Nahşebî, büyük âlimlerdendi.
Bir gün, şu hadîseyi dersinde nakleyledi:

(Resûlullah, eshâbla otururken bir ara,
Şu ibretli vak'ayı naklettiler onlara:

Vaktiyle bir kavimde, yaşıyordu Üç adam.
Bir yere giderlerken, bir dağda oldu akşam.

Hemen yer aradılar, gecelemek üzere.
Bir "Mağara" görerek, sığındılar o yere.

Lâkin koca bir Kaya", dağdan yuvarlanarak,
Mağara kapısını kapadı tam olarak.

Dediler ki: (Bu yerden, bizleri kim kurtarır?
Bize yardım edecek, ancak Hak teâlâdır.

İyi işlerimizle, edelim Ona niyâz.
Ola ki, O da bizi bu yerden eder halâs.)

İçlerinden birisi, dedi ki: (Yâ ilâhî!
Benim "Annem ve Babam" vardı ki pîr-i fâni,

Onların yemeğini bizzât yedirmeyince,
Ben, hanım ve çocuklar, yemezdik daha önce.

"Rızân için" yaptımsa onlara bu hizmeti,
Kaldır üzerimizden bu büyük musîbeti.)

O böyle dediğinde, aralandı az kaya.
Lâkin çıkamadılar yine de dışarıya.

Bu sefer ikincisi, dedi ki: (Yâ ilâhî!
Komşumuzun, çok güzel bir Kızı var idi ki,

Onunla buluşmayı isterdim harâretle.
Lâkin o, teklîfimi reddederdi şiddetle.

Sonra bir "Kıtlık" oldu, günlerce kaldılar aç.
Nihâyet erzak için, oldular bize muhtâç.

Ben bunu fırsat bilip, o kıza erzak verdim.
Sonra da, (Teklîfime, "Evet" de haydi!) dedim.

Dedi ki: (Sen Allah'tan korkmaz mısın ey kişi!
Nasıl teklîf edersin, bana günâh bir işi?)

Ben bunu işitince, kendime geldim hemen.
Vazgeçtim o günâhı irtikâb eylemekten.

Bu işten, "Rızân için" ictinâb ettim ise,
Buradan çıkmak için, yardım et yâ Rab bize.)

O kaya, biraz daha aralandı o vakit.
Lâkin henüz çıkmaya, olmadı tam müsâit.

Bu sefer üçüncüsü, dedi ki: (Yâ ilâhî!
Amele tutmuş idim ücret ile ben dahî.

Lâkin gitti birisi, ücretini almadan.
Ben, onun ücretini çalıştırdım çok zaman.

Birikti hesâbına, bir hayli mal ve davar.
Bir gün gelip istedi ücretini o tekrar.

Dedim ki: (Şu gördüğün öküz, koyun ve deve,
Senindir her birisi, sür götür senin eve.)

Yâ Rabbî, "Rızân için" yaptımsa bu işi ben,
Kaldır bu musîbeti, bizim üzerimizden.)

O da Hak teâlâya, edince böyle niyâz,
Taş kaydı biraz daha, oldular bundan halâs.

Kamil:

MUHTÂÇLARA YARDIM

Abdurrahîm Bursâvî, âlim ve velî zâttı.
Bir gün, sevdiklerine, şu vak'ayı anlattı:

"Abdullah bin Mübârek" adında bir evliyâ,
Hac'da iken bir gece, gördü şöyle bir rüyâ:

Semâdan yeryüzüne, "İki melek" indiler.
Sonra, birbirleriyle hasbihâl eylediler.

Meleklerden birisi, sordu ki diğerine:
(Bu sene, kaç müslümân geldi bu Hac yerine?)

O dahî cevâbında, şöyle dedi o zaman:
(Bu yıl Hac'ca gelenler, altıyüzbin müslümân.)

Birincisi sordu ki yine ikincisine:
(Peki, kaçının haccı kabûl oldu bu sene?)

Dedi ki: (Bu kadar çok kimse Hacca gelmiştir.
Lâkin hiç birininki, kabûl edilmemiştir.

Fakat Şam'da, "Alî bin Muvaffak" diye bir zât,
Var ki, Hac sevâbını kazanmıştır o bizzât.)

Abdullah bin Mübârek, bu rüyâ üzerine,
O zâtı bulmak için, yöneldi Şam şehrine.

"Alî bin Muvaffak"ı sorarak ahâliden,
Hânesini öğrenip, yanına gitti hemen.

Önce selâm vererek, anlattı rüyâsını.
Dedi ki: (Söyle bana, sen şu işin aslını.

Sana, Hac sevâbını kazandıran iş nedir?
Ne amel işledin ki, kazandın böyle ecir?)

Alî bin Muvaffak da, buna çok etti hayret.
Dedi ki: (Bilmiyorum, yapmadım bir ibâdet.

Ayakkabı tâmiri yapmaktır asıl işim.
Otuz seneden beri, Hacca gitmek isterim.

"Üçyüz dirhem" parayı, biriktirip nihâyet,
Bu yıl, Hacca gitmeye etmiştim hâlis niyet.

Lâkin kısmet olmadı bu sene de bana Hac.
Zîrâ bir komşum vardı, gâyet fakir ve muhtâç.

Bir gün gidip gördüm ki bu komşumun evine,
Et kokusu yayılmış evinin her yerine.

Şaka ile dedim ki: (Et pişiyor ocakta.
İkrâm et de, berâber yiyelim şuracıkta.)

Ben böyle söyleyince, ağladı hüngür hüngür.
Dedi ki: (Çocuklarım, aç bekliyor üç gündür.

Bütün şehri dolaşıp, iş aradım bir hafta.
Lâkin hiç bulamadım uygun iş, bir tarafta.

Bir yolun kenarında,Ölü bir hayvan gördüm.
Zarûret miktârınca, kesip eve götürdüm.

Yemek pişiriyorum çocuklara o etten.
İkrâm edemiyorum size de bu sebepten.)

Ben bunu öğrenince, çok sızladı yüreğim.
Ve hemen düşündüm ki: Buna yardım edeyim.

Muhtâç olan kimseye, yardım eli uzatmak,
Nâfile ibâdetten, kıymetlidir kat be kat.

Abdullah bin Mübârek, öğrenince bu hâli,
Buyurdu: (Çok isâbet eylemişsin yâ Alî!)

Navigasyon

[0] Mesajlar

[#] Sonraki Sayfa

[*] Önceki Sayfa

Beğenirken ederken bir hata oluştu
Beğeniyor...
Tam sürüme git
Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek