sesimi bağışla tanrı
söyleyemediğim kelimelerle boğuluyorum
olduğum yerin
lal duvarına çarpıp düşüyor suskunluğum
birazdan değişecek zaman
ve bin yıllık sessizlik başlayacak
nasıl tutunuyorsun havanın boşluğuna
beyazlara bürünen ruhun aklımın yarısı
beni meczup gerinin adamı yapıyorsun
nasıl geldim buraya
toprağın sıcak karnına koyulan kim
bunca göçen yalan içinde arayamam seni
dur ve birşey söyle
dizlerimin üzerinde uzattığım elime batıyor rüzgar
anlayamadığım kadar yalnız
bilmediğim kadar tuhaf duruyor resim
giden senmisin yoksa benmi kayboluyorum
şimdi alışamam ki sensiz akan hayata
bu nasıl bir gidiş nasıl bir vakit
duruyorsun gidipde dönmemiş çocukluğum gibi
bir daha olmayacak
bir daha konuşmayacaksın suretini koyarak baş ucuma
ardında eziliyor düşlerimiz bak
git gide siliniyor bedenim
kalmıyor son bir kavuşma
nereye bile diyemeden
başımın üstünde tutunuyorsun gökyüzünün eline
birazdan küçülerek gideceksin
ve ardında doğacak sensizliğim
artık kent ince ince ağlayacak
sokakların aralarına karışan gürültüler
bir uğultu kazarak yalnızlığıma
fotoğraflardaki seni bana anlatacak
gitme diyorsam şu en çaresiz anımda
ki biliyorum o geldiğinde gitmelerin mecburiyetini
ama kabullenmiyorum inadına
belki acır diyorum Azrail
son bir kavuşmayı müjdeler
tamam
en ağır dirayetsiz yanımla kavrıyorum gidişini
anladım
bitiyorum bitiyorsun bitiyoruz
o zaman al benide
al düşlerimizin en yalın halini
bırakılıp gitmeme asıyorsun kokunu
dağınık yatağın soluna saçıyorsun boşluğu
duvarları kanatacak berduş gecelere sürüyorsun beni
al bizi yanına bir anlamı kalmıyor sensiz
yitirilmiş hayatın
en tutarsız gözleriyle bakıyorum sana
tut elimi
al giderken sakla yüreğinin ikliminde beni
nasıl olsa bende fazla durmam sevgili
şimdi git
günün sayacını kırıp ömrümün parmaklarını koparınca
gülümseyerek bende gelirim
zamana gömülen en sancılı veda...
Yazar: Bülent aslan (aslan bülent)